Kamer hanım’a mektuplar(26) Getirip, götürüyorsunuz birşey anlatmıyorsunuz
7 Ocak 06:33
K: Hayırlı sabahlar sevgili abim. Nasılsınız? İyi misiniz? Sağlığınıza her daim duacıyım. Benim durumumda bir değişiklik yok. Son yazdığım gibi hâlâ. Yeni bir şeyler gelişirse sizi haberdar edicem. O zamana dek meşgul etmek istemedim. Abi son mesajınızda “ek bir zikir” vermek konusundaki sözleriniz için yazmak istedim. Abi iki ayım var. İki ay sonra turlar başlayacak. Zaten turlar bitince eşim geliyor. Yani o süreç biraz telaşeli geçiyor. Sizden ricam, siz yeni zikir verirseniz şu süreçte benim için daha iyi olur. İki ay sonra hepsinin sayılarını nispeten azaltmak zorunda kalıyorum mecburen. Şu an zamanımı yoğun zikirle değerlendirmek istiyorum siz de uygun görürseniz. Selam ve dua ile.
Abi bir şey daha, şimdi hatırıma geldi: Bir kaç gün önce rüyamda bir eve girdim. Salona girer girmez, daha geçip oturamadan 3-4 kadar -tam sayı veremem- oğlan bebek geldi kucağıma. Kimi kundakta denecek kadar küçük, kimi daha ele avuca gelecek kadar büyümüş. Ama nasıl seviyorlar beni, kollarıma boynuma dolanıyorlar ben de onları sevip oynuyorum. Çok güzel yüzleri var. Annemin sesini duyuyorum: “Kızım arabayı nereye koydun? Kapının önünde yok ya” diyor. Ben de” Kapının önü uygun değil, şuraya Saliha Abla’nın kapısının önüne bıraktım” diyorum. İçeride eski kocamın iki ablası var. Zamanında büyülerle bizimle çok uğraşmışlardı. Büyük olan bana yakın ve umursamaz bir tavırda oturuyor yerde. Küçük olan, karşımdaki kanepede gözünü benden ayırmadan bakıyor ve sessizce ağlıyor. Çok üzgün görünüyor, yanaklarından süzülüyor yaşlar ama hiç konuşmuyor. Birden kendimi sandalyede oturur buluyorum. Ayağımda beyaz spor ayakkabılar var ve ıslak. Üzerinde nohut, mercimek büyüklüğünde kömür parçaları var ayakkabılarımın. Onlar da ıslak. Elimle kömürleri temizlemeye çalışıyorum bir taraftan da “Nerden gelmiş bu kömürler, kömürlü bir yere de girmedim niye bu kadar ıslanmış bu ayakkabılar?” diye kömürleri temizlemeye çalışırken ellerimde bayağı ıslandı. Öyle uyandım. Ama ayakkabılar hiç kirli değildi. Islak ama çok temizdi. Kömür tozu yoktu. Sadece taneler vardı.. Hayırlı bereketli günler olsun, sevgili abim.
HAB: Selam es selame K. Hanım... Hayırlı sabahlar... Ayakkabılar sıfatımızdır. Kendimiz, eşimiz, ailemiz, yakınlarımız ve bütün müminler. Beyaz olması maşaallah cemâlde olunduğunu, nefsinizi bile müslüman yaptığınızı gösteriyor... Kömür parçalar müslümanlara yapılan haksız saldırılar. Arabanız sebepleriniz. Saliha Teyze’nin kapısının önünde olması inşaallah müslümanların kâfirin sultasından kurtulmak üzere, salaha ermek üzere olduğuna işarettir inşaallah. Erkek çocuklar bazı celâli etkileri daha yaşayacağımız anlamına gelebildiği gibi dini alanda yeni gelişmelerin başladığına da işaret olabilir. Allah hayırlara getirsin inşaallah. Kalbimize gelenler bu kadar. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Rüya yorumlamak çok zor iştir.
K: Allah razı olsun abi.
HAB: Rahmetli hocamın hocası bir ineği öfkeyle döve döve kuzey yöne doğru kovalarken uyandım. Kuzey celalı temsil eder. Kendisi çok ama çok büyük bir âlim velidir. Hayatımda iki kere gördüm. Bu üçüncü görüşüm. Büyük bir olay ama nedir, bilemedim. Kendi rüyamı yorumlayamadım. İnek yıla gelir bilirdim ama başka bir anlamı daha olmalı. Kalbine birşey gelirse bana yaz.
Araf Suresi 89. Ayet; “Rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul fatihiyn” tespihiniz olsun. Hem kendinizde hem milletimizde tecelli etsin inşaallah. Bu ayeti hocam rahmetli haksızlıkların, hırsızlıkların çoğaldığı zaman okursun demişti. Tam zamanı ama daha acil işlerden buna sıra bir türlü gelmedi. İnşaallah sana emanet ediyorum. İnşaallah senin pak yüreğinden, dilinden Rabb’im kabul eder de, zulümler sona erer, hırsızlar evlere girmez olur yahut devlet malına saldırılar azalır.
K: Abi bunu sürekli okuyorum. Her gün bir kaç bin kadar.
HAB: Tekrar hayırlı sabahlar, günler, yıllar olsun.
Buna devam edin, başkasına gerek yok. Bunu okuduğunuz kadar okuyun.
Bu ülkenin her türlü duaya ihtiyacı var da, hakk duygusunun kalplere yerleşmesi gerekiyor.. Millet ne sözüne dikkat ediyor, ne yiyip içtiğine... Adımız müslüman, kendimizin ne olduğu meçhul sanki.
Acılarımızın sebebi isyanlarımız.
Son zamanlarda bana yardım etmem için gelenlerin çoğu üniversiteli ve o kadar cahiller ki islam konusunda hiç bilgileri yok. Çok cahil nesiller yetişmiş. Kalbi Allah’ı arıyor ama alt kültür sıfır. “Namaz kılmaya çalışıyorum ama annem babamdan korkuyorum” diyor. “Benim delirdiğimi sanıyorlar. Onları üzmek istemiyorum” diye yazmış biri.
Seni meşgul etmeyeyim. Ben de zikire kalkacağım. Selam es selame. Tekrar hayırlı günler.
K: Peki abi. Allah razı olsun. Mümkün olduğu kadar okuycam. Sizin şikâyetleriniz çok yerinde elbet. Ben de gözlemliyorum. İnsanların umursamazlığı ve egosu şaşkınlık verecek hadde ulaştı. Nefsi emmare tavan yaptı sanki günümüzde… Okurum elbet. İnşaallah hizmetimiz olur. Hoşça kalın. Selam ve dua ile.
K: Selam es selame,
Bakara Suresi geldi aklıma. Orda bir inek meselesi var. Halk ısrarla ineğin özelliklerini sordukça, detaylı bir tarif de geliyor cevaben. Dolaba bağlanmamış olacak, sapsarı olacak, lekesiz olacak vs. vs… Bence bu derviş. Mûseviyet mertebesindeki dervişin hali. Mevlana’nın da bir sözünü hatırlıyorum. “Ne mutlu o benzi sararanlara” diyordu. Demek ki mûseviyet mertebesinde benzi sararacak, inek de sapsarı istenmişti diye, düşünmüştüm. Sizin hocanızın hocası da dervişi kovalıyor gibi hissettim. Artık ne sebeple, bir hatası olmuş olmalı, tüm kalbimle inanıyorum o mübarekler her ne kadar dünya hayatlarını bitirseler de buradaki görevlerine devam ediyorlar. Benim kalbime böyle geldi. Doğrusunu Allah bilir.
HAB: Teşekkür ederim.
8 Ocak 06:53
K: Hayırlı sabahlar Ali Abi. Vakit geçirmeden yazmak istedim. Zaman geçtikçe parça parça unutuyorum çünkü. Akşam yattım. Sağ bacak diz kasık arası arkadan seğirdi. Oradan seğirince beklemeye başlıyorum zaten. Ama öncekiler gibi iri iri değil, minik minik seğrime. Başım da çınlıyor. Yatak hafif, sanki biri yüklenmiş gibi sarsılıyor. Abi bunlar bildiğimiz anlamda madde beden olmamalarına rağmen yatak nasıl sarsılıyor, anlamıyorum. Yanımda biri var hissediyorum. Başımın ve bacaklarımın altından tuttu. Ben bir an açtım gözlerimi, bıraktı. Hani uykuya geçerken çukura düşüyoruz gibi olur ya, öyle sıçradım. “Korktum sandı, gelmez artık” diye düşündüm.
Kısa bir süre sonra tekrar tuttu aynı şekilde ve başucumdan yastığımı kendi göğsüne doğru koydu. Ben de “Yüzünü görmemi istemiyor” dedim içimden. Ve odanın ortasına durdu ben kucağında, ok gibi fırladık dimdik yukarıya. Tavanı geçtikten sonra aşağı baktım bir süre daha, gördüm aşağıyı sonra kendimi bir mekânda buldum. Sırtüstü bıraktı beni yere. Yüzünü gördüm. Daha önce de görmüştüm O’nu. Hafif japona benzer bir yüzü var. “Sen mi getirdin beni?” dedim. Gülümsedi. “Getiriyorsunuz, götürüyorsunuz hiç bir şey anlatmıyorsunuz” dedim. Gene gülümsedi. Nedendir bilmem ben O’nu yanağından öptüm. Ben ayağa kalktım ve şaşırıyorum. Kalkabiliyorum diye. O bana baktı ve gözüyle çevreyi gösterdi. Hani sanki “Serbestsin, dolaşabilirsin” der gibi.
Abi L harfi gibi dar bir hol. L’nin uzun ve kısa kenarının olduğu yerde yan yana 4-5 kadar oda. Odalar en fazla 4-5 metrekare. Toprak. Hiç pencere yok. Hiç eşya, araç gereç yok. Ve hiç renk yok. Odaların içinde insanlar var. Bazılarında bir kaç erkek, bazılarında bir kaç kız. Bir tanesinde de bir kaç kişiydiler çok fazla değil, karmaydılar. Bunlar 20 ila 30 yaş aralığındalar. Gençler. Buradaki insanlar gibi görünüyorlar aynı ama tek fark benizleri çok renksiz ve mat. Sürekli orda kalmak istemezdim, hafif ürkünç hissettirdiler. Hiç biri çıplak değil ama üzerlerinde kıyafet de yok. Nasıl oluyor, inanın bilmiyorum net açık bir şekilde bedenlerini göremiyorsun. Odaları gezdim, kendi aralarında konuşuyorlar, odadan odaya giriyorlar, çıkıyorlar. Hepsi beni görüyor. Kimi hiç umursamıyor, kimi bakıyor bana ama bir şey demiyorlar. Bir oğlana sordum “Sen ne zaman öldün?” diye. Tarih söyledi. 80’li yıllardan. “Yazık çok da gençmişsin” dedim. Omzunu kıstı, “Yapacak bir şey yok” der gibi.
L’nin tam köşesinde bir oda vardı oraya girdim o oda daha büyük ve kalabalık. Günlük hayattan tanıdığım, tanımadığım bir sürü insan gördüm orda. Tanıdıklarım içinde ölmüş olanlar da var, henüz yaşayanlar da. Çok meşguller, habire biribirlerine laf yetiştiriyorlar. Beni hepsi gördü ama hiç biri bir şey demedi. Bazılarının orda oluşuna şaşırarak “Ama bunlar yaşıyor şu an, niye buradalar, ben geleceğe mi geldim, neresi burası, mezarlık mıdır nedir ki her yer toprak?” diye geçirerek içimden, çıktım o odadan.
Bir kadın var, 50-55 yaşlarında görünüyor. Koridorda odalara bakıp çıkıyor. Adını da söyledi o gençler ama şimdi hatırlamıyorum. O kadından hepsi çekiniyor. Söylediğine uyuluyor gibiydi. Amirleri gibi sanki. Kadın odanın birinde yalnızken ben yanına gittim.
“Ben neden burdayım?” dedim.
“Sen istedin” dedi.
“Hep buraya mı geliyorum?" dedim.
“Hayır, farklı farklı” dedi.
“Sen nerden biliyorsun o zaman?” dedim
Cevap vermedi
“Hep aynı kişi mi getiriyor beni?” dedim
“Hayır, başka başka” dedi.
“Tüm bunları niye yaşıyorum?” dedim.
“Sen istiyorsun. İbadet ediyorsun. Okuyor, anlamak için bayağı çaba sarf ediyorsun ve anlamaya da başladın. Sen istemedin mi, senin talebin değil mi? İlim isteyen, “görmek istiyorum, bilmek istiyorum” diyen, talip olan sensin. Şimdi buradasın. İncele, anlamaya çalış burayı” dedi.
Sonra içlerinden birisi telaşeli bir şekilde geldi ve “Orda şafak oluyor artık, gitmesi lazım daha fazla kalamaz burda” dedi. Hepsi hareketlendi. Telâşe vardı hallerinde. Sanki onlar göründükleri gibi değilmiş, halleri de öyle değilmiş, sanki teneffüs gibi bir şeymiş ve şimdi bitmiş gibi durum hissettim. Onlar da gitmemi istiyordu. Bir kaç tanesi “Hadi çıkalım, çıkalım” dedi. Bahçeymiş, oraya çıktılar. Ama ne bir ot, ne başka birşey, yok. Dümdüz killi toprak, gökyüzü yok, her yer toprak. Orası da daracık bir yer zaten. Abi sanki bunların rutin uygulamaları var ve küçük bir es verilmişti, şimdi burada şafak oluşuyla bilemediğim bir bağlantıyla o es bitti, o rutine geçiyor gibiydiler. Şu andan sonra beni neden istemiyorlardı, bilmiyorum. Ama hissettiğim görüntüleri değişecekti sanki. “Çok kötü görünürler mi acaba?” diye içimden geçiriyor ve mümkün olduğunca yüzlerine değil, yere bakmaya çalışıyordum. Bir iki tanesinin gözleri yok oldu. Gözlerinin olması gerektiği yerde yukarı doğru düz bir çizgi vardı sadece. “Ben gitmek istiyorum, biri beni götürsün” dedim. Ama onlar da bir an önce o bahçe gibi yere çıkmaya çalışıyorlardı ve hareketleri mekanikleşmiş gibiydi sanki.
Sonra o kadın, “Biriniz götürün, daha fazla kalamaz, siz de biliyorsunuz” dedi üstüne basarak... Ben biraz daha kalırsam göreceklerim hoş olmayacak, korkucam gibi hissettim. Ama hepsi panik halinde, o an onlar için nasıl bir süreç başlıyorsa sanki o süreci sevmiyor gibiler. Ben yüksek sesle bağırdım “Kimse beni götürmiycek mi? Burda mı kalıcam?” diye. Bir tane erkek “Ben götürürüm” dedi. “Tutun bana” dedi. Kucakladı beni. Sanki boşluğa atladık. Kendimi yatakta buldum.
Çok enteresan bir deneyim olmakla birlikte, bir daha oraya gitmek ister miyim, emin değilim. Abi merak ediyorum, bedenen gitmek mümkün mü? Bu gidişimde yastık da bizimle geldi. Önceki gidişimde şehit, beni götürürken gökyüzünde, yorgan üzerimdeydi. Gözümü araladığımda yorganın aralarından görmüştüm gökyüzünü. Ben ruhen gidiyorum, diye düşünüyorum, öyle olması gerekir mantıken. Ama niye yorgan üzerimde gidiyorum? Arada bu akşam orda geçen başka diyaloglar da vardı sanki ama unuttum. Daha da unutmadan yazayım istedim. Kısa anlatamıyorum, bayağı uzun oldu, hoş görün lütfen. Selam ve dua ile.