Joseki Tuzağı
Etrafımdaki insanları tanımıyordum ama hepimizin tek ortak noktası biraz sıkılmış olmamızdı. Gerçek anlamda bir sıkılmak bu, insanın kendinden bile sıkılabildiği ve delilikle arasında ufacık bir gerçeklik payı bırakabildiği noktadaydık. En azından ben bu noktadaydım. Bir psikiyatristin bekleme odasında yirmi dakikası için çokça para ödediğimiz seansları bekliyorduk. Bana göre hepimiz sıkılmış olmalıydık.
Her hafta aynı üç kişiyle bu sıkıcı odada kendi sıramı bekliyordum. Hepimizin görüşme saatleri önceden belli olmasına rağmen neden erken geldiğimizi bilemiyordum ama ne kadar sıkıldığımız düşünülünce bu çok da şaşırtıcı değildi. Her seferinde yaklaşık yarım saat bekliyordum. Uzun boylu kumral bir kadın, her defasında biraz solgun ve kambur oluyordu, hem bana öyle geliyordu ki her hafta eteği de biraz daha kısalıyordu, ayaklarını sürüyerek çıktıktan sonra ben giriyordum.
O hafta öyle olmadı.
“Size daha önce de söyledim beyefendi, doktor bey sizinle seanslarını iptal ettiğini belirtti.”
Sekreter konuşuyordu. Her görüşümde üzerinde ayrı bir siyah elbise oluyordu. Sürekli siyah giyinmek psikiyatri ofislerinde bir kural mıydı yoksa bu kız da benim kadar sıkılmış mıydı, bilmiyordum. Oysa bana bunları ilk kez söylediğini sanıyordum ama o defalarca kez söylenmiş sözlerin sabırsızlığıyla kusar gibi konuşuyordu.
Kadınların benimle kusar gibi konuşması ilk değildi. Bana yaklaşırken tuhaf bir iğretilikleri hep olurdu, buna alışmıştım. Onlara hak vermiyor değildim. Aynada kemerli burnumu ve çirkin bir açıyla eğilen dudaklarımı görebiliyordum. Ellerim, inşaatlarda çalıştığım için doğal olarak kirli ve nasırlıydı. Göbeğim de geceler boyu içine dolan biralar yüzünden bir yarım küre halinde, önümde ilerliyordu.
“Yarım saattir burada bekliyorum ve bu boktan seanslara para yetiştirmek de hiç kolay değil. Neden almıyormuş beni?”
“Geçen hafta doktorun üzerine yürümüş ve yumruk atmışsınız. Sol gözünün kenarındaki morluk hala geçmedi. Neyse, size bir hastanenin psikiyatri birimini önermiş ve hastaneyi de sizinle ilgili bilgilendirmiş. Bundan sonra görüşmelerinize orada devam etmeniz gerekiyormuş ve doktor bey bunları size açıklamış.”
Sekreterin sesi bana civciv çığlıklarını anımsatıyordu. Çocukken oturduğumuz apartmanın karşısında bir binanın balkonunda civciv yetiştirmeye başlamışlardı. Balkona oturur ve onları dinlerdim. Sonra civcivler tavuk oldu ve bakıcıları onlardan birini bize de verdi. Elbette pişirip yemek için. Civcivlerin seslerini dinlemeyi seviyordum. Oysa bu kadının sesi bende onu öldürme isteği uyandırıyordu.
“Olay böyle olmadı. Doktor beni apaçık şekilde tahrik etti. Bunu hak etmişti.”
Doktorla birkaç haftadır geceleri annemin iç çamaşırlarını giyerek oturmamı konuşuyorduk. Bunu canım sıkıldığı için yapıyordum. Annem öleli yedi yıl oldu ve hala onun iç çamaşırlarını saklamamın, hatta üzerime giymemin tuhaf olduğunu biliyordum. Oysa her şey tuhaftı zaten. Kız çocuklarının, ensesinde Azrail’in nefesinin koktuğu adamlarla evlendirilmeleri de tuhaftı. Bilim adamlarının dilinden düşmeyen küresel ısınmaya rağmen ta içimde titreyen kış da öyleydi. Burada haftalardır benimle dakikalarca bekleyen iki adamın hala tek kelime konuşmamış olması da yeterice garipti. Ben sadece üzerimde annemin iç çamaşırlarıyla oturup bira içiyordum ve kimseye zararım yoktu. Doktorun iğreti bakışlarını ve ömrümün üçüncü yaşında takılı kalıp annemin vajinasına girmek istediğimi söylemesini hak etmiyordum.
“Son bir görüşmeye ihtiyacım var. Bir daha gelmeyeceğim ve doktor beyin tüm önerilerine harfiyen uyacağım. Ancak bu son görüşmeyi kabul etmezse kendimi öldüreceğimi söyleyin lütfen.”
Kendimi öldüreceğim falan yoktu. Bunu yapamayacak kadar korkaktım. Ama tehdidim işe yaramıştı.
Merhaba, dedim.
Tabancayı yanıma aldığımı anımsamıyordum. Suratındaki o iğreti ifadeyi görünce, ölümlülük fikri belime tüm ağırlıyla çöktü. Hepimiz ölümlüydük ve ben bunu hak etmiyordum.
Vurdum onu. Canım sıkılıyordu ve her şey çok basitti.
Bekleme odasının ölü kokan atmosferinde ani bir canlılık belirdi. Korku insanları canlandırıyordu. Ben bunu yedi yıl önce, annemi küvetin içinde bileklerini kesmiş halde bulduğumda anlamıştım.
Bekleme odasına döndüğümde sekreter panik halinde bir yerleri arıyordu. Benimle beraber bekleyen hastalara baktım. Birbirlerine bu kadar çok benzediklerini ilk kez fark ediyordum. Tuhaftı. Her şey çok tuhaftı. Başları keldi ve çirkin bıyıklarının altında gülümsüyorlardı. İki kere daha çektim tetiği.
…
Soruşturmam bir süre devam etti. Doktor kurtarılmıştı. Ofisi kapatacak ve belki daha gerçek işlerle uğraşacaktı. Bunun, basit hayatının ikinci bir şansı olduğuna inanacak ve edebiyat klişelerindeki gibi her anından zevk alacağı bir hayatın peşine düşecekti.
Sekreter verdiği ifadede, bekleme odasına döndükten sonra kendi kendime bağırdığımı ve boş koltuklara iki el ateş ettiğimi anlatmıştı.
…
Her hafta ‘U’ şeklinde dizilmiş koltuklara oturuyor ve doktorun konuşmasını bekliyorduk. Doktorun sesi bana çocukken oturduğum evde civcivleri izlerken pencereye vuran yağmur damlalarını anımsatıyordu.
Etrafımdaki insanları tanımıyordum. Ama hepimizin ortak noktası biraz sıkılmış olmamızdı.
YORUMLAR
Günaşk Ranca: Sıkıntının eşiğinde bir anda karşılaştım onunla. Göğsünün üzerinde kuzgunlar uçuyordu. O benim "gerçeklik" payım oldu.
ogen tarafından 4/25/2015 2:33:32 PM zamanında düzenlenmiştir.
ogen tarafından 4/25/2015 2:50:50 PM zamanında düzenlenmiştir.
ogen tarafından 4/25/2015 2:52:32 PM zamanında düzenlenmiştir.
Jir gnsk
Misal ben bir kapının altından sızan sarı bir ışığı takip ederek can sıkıntımın önüne geçirmiştim heyecanımı. Senin kapindi evimin dar koridorlarına açılan. Oradan da aşka. Bu tuzak iyi. Ama beyaz taş benim sevgilim. 😊