- 764 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEHİT SEMİH BALABAN
-Acısı öyle taze ki; her dem k/anıyor yüreğimiz. Mekânın cennet, kabrin nur olsun can ağabeyim.-
Kanlım gibi yakamdan tutan, ben unutsam bile beni bir an olsun unutmayan gurbetten midir nedir, unutmuşum adeta uyumayı. Sağa dönsem hasret, sola dönsem hasret.
Aylardır uykuya uzak gözlerim.
Kasvetli bir gecenin tenhasındayım. Mağlup bir ordunun yorgun son savaşçıları gibi çekilmeye başlamış karanlıklar. Şafağın kızıllığıyla aydınlanmaya yüz tutmuş dört bir yan.
Dudaklarımda belirsiz sözcükler: “Dayan yüreğim, dayan…”
Tam da sılaya düşmüşken yüreğim, bir yetim çığlığı gibi geceyi yırtan telefonumun sesiyle irkiliyorum. Arayan arkadaşım telaşlı.
Kısabir selam faslı. “Hainlerle randevumuz var” diyor. “O nasıl söz can kardeşim,ağzından yel alsın” diyecek oluyorum, “Haktan gelen düğün bayram”diyorgülerek. Hayıflanıyorum yanlarında olamadığım için. “Vatan sathının her köşesi kutsal.” diyerek teselli veriyor.
Ve yüreğime düşen üç kor ateş gibi; üç sözcük bitiriyor konuşmayı: “Hakkını helal et!..”
Sonrası derin bir sükût. Donup kalıyorum öylece. Dualar, niyazlar; Halit Paşa Camii’nin minaresinden sızan sabah ezanına karışıyor.
Böylesi anlarda yaşanılan heyecanı ve zamanın “oksijen” kadar değerli olduğunu bildiğim için telefonumu alabildiğine uzağa koyuyorum.
Kimseyi aramamalı ve vakitlerinden çalmamalıyım.
Dakikalar geçmek bilmiyor. Asi Nehri gibi tersine akıyor sanki zaman. Bir elimde kumanda sırayla geziniyorum bütün kanalları. Hemen tamamı bilindik gazetec çığırtkanlığıyla geçiyorlar haberi: “BOSTANCI’ DA ÇATIŞMA…”
Yüreğim görünmeyen bir çift çelik elin kıskacında sanki. Allah’ım ne zor şey böylesi anlarda beklemek. Saatler geçiyor ancak bir türlü sonu gelmiyor.
Kulağım telefonda, gözüm televizyonda.
Olay yerinde toplanan kalabalığı anlamaya çalışıyorum. Sanki işporta tezgahı başındaucuz kazak bakınıyorlar. O can pazarının ortasında nasılda umarsız geziniyorlar.
Televizyonlaryine “felaket tellallığına” soyunmuş. Eksiksiz yapıyorlar vazifelerini. Sanırsınız her biri terör uzmanı. Silah seslerini sadece aksiyon filmlerinde gördükleri halde “allame-i cihan” edasıyla ahkâm kesen kravatlı şaklabanlara kızmalı mıyım, acımalı mıyım bilmiyorum doğrusu.
Pekiya “görgü tanığı” diye telefonla yayına aldıkları şahıslara polisin her türlü manevrasını deşifre ettirmelerine ne demeli.
Saatler ilerledikçe, sıkıntım daha da artıyor. Kurşundan ağır bir efkar balyası gibi çöküveriyor omuzlarıma bu kahır suskunluk.
Dayanamıyorum, telefonuma uzanıyorum ve arıyorum. Sormama fırsat vermeden, cevaplıyor telefonun ucundaki ses: “Semih Ağabey yaralı, ben sonra arayacağımseni…”
Yüreğimden bir şeyler kopuyor sanki. Avazım çıktığı kadar bağırmak, haykırmak istiyorum ama bir şeyler düğümleniyor boğazıma. Çıkmıyor sesim..
Neden sonra fark ediyorum. Televizyondan alt yazı geçiyor: “Bir polis şehit oldu….”
Zaman duruyor. Her şey duruyor. Gözlerimde kırk ikindi yağmuru. Ve belirli belirsiz dökülüyor dudaklarımdan sözcükler: “İnnalillahi ve inna ileyhi raciun..”
Sonrasının ne önemi var ki?
Yumrukları dağ, yüreği vatan bir yiğit vuslata eriyor. Şimdi bir değil, bin kelle alınsa ne yazar?
Hepsi yok olsa, bu acı diner mi?
Hepsini toplasan bir Semih BALABAN eder mi?
Bayrak solmasın diye kanını sebil eden can ağabeyim. Mekanın cennet, ruhun şâd olsun. Yolunyolumuz, izin izimiz, yeminin yeminimizdir:
Bırak ihanet tam alnımdan vursun beni
İsterse karanlık zindanlarında boğsun
Eğer ölümüm yaşatacaksa DEVLETİ
Bu canı koruyan nefse yazıklar olsun!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.