- 580 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dünyanın ‘Nesne’leri Amaç Olabilir mi?
İnsan servetini, malını, mülkünü kendi çabası ve aklıyla kazandığını düşünür ve Rabbine karşı nankörlük ederek hayatını sürdürür. Dünyaya dair her meta, onun için kibir vesilesi olur. Oysa bugün elinde olan malını, yarın Allah alabilir. Allah, kulunu varlıkla da yoklukla da imtihan eder.
Dünya hayatında çekici kılınmış olan ‘süsler’ amaç değil, yalnızca araçtır. Hiçbirine bağlanmaya değmez, yitirmekten korkulmaz. Hayatın amacı olarak gördüğümüz, peşinden koşturarak elde etmeye çalıştığımız her şey sonunda yok olacak. Bütün bu yok olacak şeyler, insanın amacı olabilir mi?
Dünyevi her şey, Allah’ın insana verdiği nimetlerdir; ancak Rabbini, ölümü, yapayalnız O’nun huzurunda sorgulanacağını ve ahireti unutarak insanın kendisine bunları amaç edinmesi yanılgıdır. Bunlar ne hırs yapılacak, ne tutkuyla arzu edilecek, ne de sahip olunduğu için gurur duyulacak şeylerdir. Aksine her biri geçici dünya hayatının aldatıcı birer metaıdır:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ’(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ’çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
İnsan yüzeysel baktığında dünya hayatının gerçeğini göremez; baktığı açıdan ne kadarı görünüyorsa, dünyayı o kadarı ile görür. Tıpkı halıdaki mayt gibi. Mayt için halı oldukça büyük bir mekândır; tamamını göremez. Dar görüşlü olan insan da aynı durumdadır. Oysa insan dünyayı her cepheden görebilmelidir. Yüzeysel bakınca, görüş de çok sığ ve yüzeysel olur. O zaman insan acı çeker, yanlış yollara gider.
"Dünyanın metaı azdır” buyurur Allah. Dünyada bağlanmaya değer bir şey yoktur. Ancak tümünün geçici olduğunu, dünyadaki her şeyin değerini yitirdiğini, yıprandığını, yok olduğunu bildiği halde, insan kendisini bunlara şiddetle bağlanmaktan alıkoyamaz. Sahip olduğu her şeyi bir gün bırakmak zorunda kalıp dünyadan ayrılacağını bilir ancak yine de bu tutkulu bağlılığı sürdürür.
Nesne bağımlılığının kadın erkek ilişkilerindeki boyutu da ürkütücüdür. Evliliğe ‘müessese’ adı verilmesi yaşadığımız toplumda daha en başında evliliğe nasıl bakıldığını gösterir. Günümüzde, evlenecek çiftler, önce noterde evlilik sözleşmesi imzalamakta, daha evlenmeden boşanma şartları konuşulmaktadır.
Çok ‘yolunda giden’ evliliklerde dahi herhangi bir maddi kayıp durumunda aşk öfkeye dönüşmekte, nefret yaşanmaya başlamaktadır. Oysa insan Allah rızası için seviyor olsa, sevdiği insanın maddi hiçbir varlığı kalmasa, her şeyini kaybetse onun için fark etmez. Yaşadıklarını Allah’tan bir hayır olarak düşünür ve hiçbir şekilde etkilenmez. Dünya hayatına ait meta, yalnızca Allah sevgisi ile anlam kazanır.
Eşinin güzel ahlâkından, kişiliğinden, manevi derinliğinden değil de örneğin aldığı pahalı bir hediyeden etkilenmesi, beklenti içindeki erkek için de çıkar gözeten kadın için de sevgiyle alâkası olmayan bir durumdur.
İnsan beton yığını olan eve, metal yığını olan otomobile, sadece et-kemik yığını olan insana bağlanamaz, bunlarla mutlu olamaz. İnsan, Allah sevgisine, akla, imana ve derinliğe bağlanır.
Nefsinin bencil tutkularını gözeten kişinin elindeki hiçbir şey gerçekte onu mutlu etmez. Çünkü amacı Allah’ı hoşnut etmek değil, yalnızca bencil tutkularını doyuma ulaştırmaktır. Oysa nefis hasta bir hayvan gibidir. Yedirilip beslenirse, sağlığına kavuşur, beslenmediğinde ise ölür. Nefis de sürekli insandan yemekte ve çalmaktadır. Bundan kurtulmanın tek yolu ise Allah’a sığınmaktır.
İnsanın, Allah karşısındaki aczini görmezden gelerek dünyaya bağlanması büyük gaflet halidir. Ölümle birlikte onunla gidecek olan, tutkuyla bağlandığı nesneler değil, dünya hayatında yaptığı iyi ve kötü amelleri ve erteledikleridir. Onu gerçek muhteşem hayata kavuşturacak olan ise yalnızca Allah’ın hoşnutluğu için yaptıklarıdır.
İnsan, Allah’ın kudretini gereği gibi takdir edebilse, dünyaya dair her şeyin imtihan amacıyla kendisine verildiğini görebilir. Karşılığında yapması gerekenin de tüm bu nimetlerin gerçek sahibi olan Allah’a kulluk etmek ve şükretmek olduğunu anlayabilir. Ancak hırsla dünyaya bağlanan kişinin kavrayışı körelir; çok daha hayırlısının ve üstün nimetlerin bulunduğu sonsuz ahiretten vazgeçip, dünya hayatına razı olur.
Dünya hayatında "batıla ve tutkulara dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik" diyenlerden olmamaya çalışmalı. Mülkün asıl sahibinin alemlerin Rabbi olan Allah olduğunun bilincinde olarak, her durumda O’na yönelmeli. Verdiği imkânları O’nun rızasını gözeterek kullanmalı ki O da bizden razı olsun...
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ’süslü ve çekici’ kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Elif Nisa, Yeni Dünya/Hanımefendi Dergisi, Mart
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.