Düğmelerinden Kurtulmalıydı İnsan
“Pardon. Saat kaç?”
“Üçü çeyrek geçiyor. Sanırım.”
Durumum kötüydü. Yalnızdım, çok sarhoştum, telefonumu ve cüzdanımı az önce terk ettiğim evde unutmuştum. Geri dönemiyordum. Kaybolmuştum ve zaten yolları bulmak konusunda hiçbir zaman iyi olmamıştım.
“Burası hangi semt?”
“hahahah. Sulukule koçum. Sana kolay gelsin.”
Durumum kötüydü. En azından Fenerbahçe tarafında olacağımı sanıyordum. Oysa Sulukule , Fenerbahçe’ye çok uzaktı ve ben Avrupa tarafına ne zaman geçtiğimi bile hatırlamıyordum.
Kadıköy’de bir barda bira içiyordum. Yalnızdım. Üçüncüden sonra sıkılmaya başlamıştım. Eğlendiğini sandığım birkaç kişinin yanına yaklaşmıştım.
“Hepinize birer bira ısmarlamak istiyorum gençler.”
Genç ve sarhoşlardı. Nedenini sormadıkları bu hediyemi coşkunlukla karşıladılar. En yaşlıları benden on yaş genç olmalıydı.
“Bugün işten atıldım, onu kutluyorum.”
“Buna içilir.” dedi, uzun ve iriydi, suratında kahrolası bir özgüven vardı. Ben uzun ve iri değildim. Suratımda kutlamaya çalıştığım bir mağlubiyet oturmuştu.
Otuz beş yaşıma gelmiştim, işten atılmıştım ve tanımadığım üniversite öğrencileriyle sohbet etmeye çalışacak kadar yalnızdım.
Hep beraber kadehlerimizi kaldırdık.
“Ne iş yapıyordun?”
Üzerindeki kısa, dar, siyah elbise gençliğini sergiliyordu. Dişiliğini görecek halde değildim.
“Bir fabrikada düğmelere basıyordum.”
“Zor bir iş miydi?”
“Hayır, sadece düğmelere basıyordum.”
“Neden kovuldun?”
İnsan otuz beş yaşında bir fabrikada düğmelere basmaktan fazlasını becerememişse, uzun süre ayık kalamıyordu. Ya da ben öyleydim. İş yerinde gizli gizli içmek basit bir ömre biraz heyecan katabiliyordu. Sarhoştum ve yanlış bir düğmeye basmıştım. Bu makinelerin durmasına sebep olmuştu. Makineleri durdurmak ağır bir suçtu. Yeniden başlamalarını sağlamak zor değildi ama insan otuz beş yaşında makinelerin çalışmasını sürdürmeyi bile beceremiyorsa ve sarhoşsa, yeniden başlamak hep çok zor oluyordu. Yeni bir düğmeye basmak yerine bir sigara yaktım ve kahrolsun faşizm, diye bağırdım.
Bana bakan insanların çoğu varoş mahallelerde yaşıyorlardı. Çok değil, birkaç yüz adım ötede, büyük şehir şenliğinin sürdüğü caddeler uzanıyordu ve gece bile, kışa inat, Haziran güneşi gibi parlıyordu. Oysa şehir caddelerinin parlak yaşamının gölgesinin vurduğu bu gecekondu mahallelerine kış da daha fazla uğruyordu. Alçak evlerin bacalarında yükselen kara dumanlar, bir sis halinde yine mahalleye çöküyordu.
Derme çatma evleri, tek ya da iki katlıydı, sıvaları dökülmüştü, kendileri gibi küçülmüş hayatları saklamayı başarıyorlardı. Kaldırımları kırıktı, insanlar ve otomobiller birbirlerine benzer organizmalar gibi hareket ediyorlardı. Kedilerin, köpeklerin ve farelerin durumu da farklı değildi. Öyleydi ki, insanlar, otomobiller ya da fareler bu aynılığı yadırgamıyorlardı. Yadırgamamalarla indirgenmiş bir kabullenişliği duyuran boş dükkanlarda ahbap sohbetleri, kapitalizme karşı bir devrimi gerçekleştiriyorlardı ama kapitalizm de, devrim de gerçek anlamlarını çoktan yitirmişti.
Yaşamı vitrinden seyreden bu insanlar medeniyete karşı en büyük tehditti. Bunu biliyordum ve faşizm onlar için çok fazla anlama geliyordu. Yaptığım büyük bir hataydı.
Benim büyük hatam purolarının sertliğinde çatallanan seslerden yükselen tehditlerle kolayca edilgenliğe sürüklenmişti. Makineler yeniden çalışmış, işçiler faşizmin hayatlarında büründüğü bütün anlamları unutmuş ve ben kovulmuştum.
Bunları anlatmadım genç kadına.
“Yanlış bir düğmeye bastım.”
..
Hadi bize gidelim, dedi iri ve uzun olanı. Beş kişiydik. Ismarladığım biralardan çok belki bana acıdığı için davet ediyordu beni de. Acıması biraz sarhoşluğunun, çokça tükenmiş bir adama karşı değerlenen benliğinin arzusuydu. Dolmuşa binerken nereye gittiğimizi sormaya gerek duymayacak kadar sarhoştum.
Umut ve umarsızlık kokuyordu ev. Umut ve umarsızlığın yan yana yatabildiği evlerdendi bu da. Yerlerde biriktirilen içki şişeleri ve masalara saçılan ders kitapları, sigara dumanına boğulan küçük odalarda kendi dibinde biten bir anarşizm yaratıyorlardı.
“Mesleki İngilizce dersinden kaldım bugün. Soruya yanlış cevap vermek de yanlış düğmeye basmak gibi bir şey.”
Siyah elbiseli kız konuşuyordu. Elinde, içinde ucuz votkanın dalgalandığı bir kadeh vardı. Sarhoşluğu da votka gibi dalgalanıyordu. Yaptığı kıyaslamaya kızamadım.
“Ne okuyorsun?”
“Psikoloji. Son sınıftayım. Bir yandan tezimle uğraşıyorum.”
“Tezin ne hakkında?”
“Gecekondu mahallerinde yaşayan yaşlı insanların benlik algılarını besleyen motivasyonlar.”
İşte buna içilirdi.
“Çok boktan bir konu bu.”
“Neden?”
“Gecekondu mahallerinde de senin gibi yaşıyorlar çünkü. Belki daha boktan ama senin gibi. Votkayla değil esrarla kafayı buluyorlar. Bunu yazsan yeter teze.”
Otuz beş yaşındaydım, makinelerin çalışmasını bile sürdüremiyordum, çirkin ve yalnızdım ve bir psikoloji öğrencisinin tezine kızıyordum. Durumum kötüydü.
“Lütfen daha saygılı ol. Bu benim için önemli. Ve sen düğmelere bile basamıyorsun.”
“Siktir git.”
Gitmek benim için hep en kolayı olmuştu. Gitmiştim ve gecenin bilmediğim bir saatinde, şehrin hiç bilmediğim sokaklarında kaybolmuştum. Kutlama yapmak için güzel bir geceydi.
“Hangi semtteyiz hocam?”
Kırk yaşlarındaydı. Takım elbisesi gecenin bu saatine kadar buruşmamıştı. Ceketinin altında bir tabanca belli belirsiz fark ediliyordu.
“Sana kolay gelsin. Aksaray’dayız. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”
Anlamamıştım. İyi geceler dileyip, ayrılırken omzuma dokunduğunu hissettim. Omuzlarımda belanın yükünü hissedebiliyordum.
“Bu saatte Aksaray’daysan kesin bir şey arıyorsundur abicim.”
Aksaray’ın ünlü fahişelerini o zaman hatırladım.
“Hayır, sağol.”
“Gey misin lan?”
“Neden? Geysem verecek misin götünü?”
Sarhoştum ve sokak ıssızdı. Yaptığım büyük bir hataydı. Adamın belinde belli belirsiz fark edilen tabanca artık karanlığın içinde parlıyordu. Namlunun ucundaki boşluk, suratıma oturan mağlubiyeti yutan bir kara deliğe benziyordu.
İnsan otuz beş yaşında makinelerin çalışmasını bile sürdüremiyorsa, faşizm çok fazla anlama geliyordu.
“Siktir git. Kahrolsun faşizm!”
Gecenin içinde metalik bir patlama duyuldu. Aynı anda dizimde insanı yaşama döndüren bir sancıyla yere yığıldım.
Takım elbiseli adamın uzaklaşan ayak seslerini dinlerken, gömleğimin düğmelerinden kurtulmuştum. Çoktandır yaşamak istediğimi fark ettim.
..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.