- 899 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Geçmişten Bir Hatıra
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sevgi Sözü
Adı Soyadı: Elif Erdoğdu
Doğum Tarihi: Mayıs 1992
Doğum Yeri: Savur/Mardin
Üniversite-Bölümü: Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Üniversiteyi kazanmanın ve birinci yılı başarıyla bitirmenin verdiği mutlulukla, memleketime özlem dolu duygularla kendimi İzmir Şehirlerarası Terminalinde buluyorum. Elimdeki çantaları, eşyaları özenle bagaj kısmına yerleştiren muavine teşekkür ediyorum. Kolumdaki çantayla birlikte, biletimde yazılı olan koltuk numarasını buluyor, camdan dışarı vedalaşan insanları izlemeye koyuluyordum. En güzel ayrılık bile, insanın bir tarafını buruk bırakıyor.
Bölümüm gereği Edebiyata olan sevgimden dolayı -ki liseden beri yazmayı severdim- gördüklerimi yazmayı hep sevmişimdir. Anlatılmaz bir haz vermiştir. Evliya Çelebi gibi bir seyyaha sahip olduğumuz için şanslıyız diye düşünürüm hep.
Terminal hoparlörlerinden bizim otobüsün kalkmasına beş dakika kaldığını, yolcuların yerlerini alması ricasını dinliyordum. Ve az sonra İzmir’den Mardin’e uzanacak, yaklaşık bir tam günü kapsayacak olan uzun yolculuğa başlamak üzereydim. Heyecanlıydım, zira memleketimi ve ailemi çok özlemiştim. Çantamda duran deri kaplı, sarı sahifeli defteri dayanamayıp birazdan çıkaracağımı ve yine bir şeyler karalayacağımı düşünüyordum. Haziran ayının vermiş olduğu bunaltıcı sıcaklıktan, klimayı açarak bizi az da olsa ferahlatan otobüs şoförüne de içimden teşekkürlerimi sunuyorum.
Bir anda nasıl oldu, nereden esti bilmiyorum ama Halit dedenin, "Hayatı sevmeyi, dostluğu sevmeyi, arkadaşlığı, acıyı, tatlıyı, geçmişi, geleceği, yağmuru, bulutu ve çamuru ve duyguları ve insanları sevebilmeli insan." sözünü anımsadım. Acaba bu yaz yine asmaların altında geçmişten hikayeler anlatacak mı bana? Durmadan yorulmadan, usanmadan ve unutmadan o günlerin izlerini aksettirebilecek miydi? İçimi müthiş bir duygu seli kaplıyordu. İçim içime sığmıyordu. Bu soruları düşünmek, beni bu sıcak havada, bu uzun yolda mutlu etmeye yetiyordu.
Ailem beni ve kardeşlerimi güzel, temiz ve hayırlı bir evlat olarak yetiştirmek için ellerinden gelen çoğu şeyi yapmıştı. Öyle ki Edebiyat bölümünün -bölüm mezunlarının- prim yapmadığı, pek tercih edilmediği bu devirde, içimdeki isteği bilip hiç reddetmeden ve güzel ülkemin bir ucundan bir ucuna beni göndermeleri beni hep düşündürmüştür, mutlu etmiştir.
Babam okumamıştı. Ama işini her zaman tertipli, düzenli ve zamanında yapmayı severdi. Nasihat etmeyi pek çok severdi.
Annem ise ilkokulu bitirmiş, orta derecede okuması olan zarif bir hanımefendiydi. Aynı şekilde ikisinin beni desteklemesini hiç bir zaman unutmayacağım.
Ailem benim en değerli varlığımdı. Ve ikincisi, biyolojik olmasa da dedem gibi gördüğüm, çok güzel tecrübeler edindiğim Halit dede, Halit dedem. Şanslıydım zira böyle güzel bir aileye ve Halit dede gibi bir komşuya sahip olduğum için.
Halit dede yetmiş yaşına merdiven dayamış, alnı kırışmış, gözleri deniz mavisi, aklaşmış saçıyla sevecen bir insan. Mesleği ise kunduracılık-ayakkabı tamirciliği yani. Çarşımızda küçük bir dükkanı var. Baba mesleğini devam ettirmenin gururuyla işini her zaman mükemmel bir şekilde icra etmeyi doğru buluyordu. Babasını, kendisi 23, annesini 26 yaşındayken kaybetti. Babasının ölümünde takvimler 1966 yazını, annesinin ölümünde ise 1969 kışını gösteriyordu.
İkinci çocuk olması sebebiyle erken evlendirilmişti. Hayatından çok memnun olduğunu, her zaman her şeye şükürler ettiğine çok zaman şahit oldum. Hayat arkadaşı Cemile nine ise, gülümsemeyi çok seven, arada fazla sinirlenebilen, beyaz ve duru bir yüzü olan, hamım hanımcık bir insan. Yemek yapmayı çok sever. Temiz olmaya özellikle dikkat eden, narin bir hanımefendiydi. Halit dede ile evlenme hikayeleri de oldukça ilginç…
Bana saf sevgiyi aşılayan ve tüm insanların sevilebileceğini her defasında tekerrür eden Halit dede bir anda gözlerimin önünden siliniverdi. Yanımdaki koltuğun hala boş olduğunun farkına varmamla birlikte kolumdaki çantayı bir anda boş olan koltuğa bırakıyorum. Çantamdaki defteri çıkardım ve Halit dedeye dair olan anıların bir kısmını okumaya çalıştım. Anılar ki tebessüm dolu. “Halit dede, o dünyanın en güzel insanı. O benim en büyük hocam, o bazen suç ortağım ve bazen de kurtarıcım.” diye bir not görüyorum.
Akşam saat 22.20 gibi kendimizi Mevlana şehrinde buluyoruz. Huzurlu bir şehre benziyor. Konya otogarına giriyoruz. Beş dakikalık bir süre de kimsenin yerinden ayrılmaması isteniyor. Terminalin içinde mistik bir müzik, kulaklarımızın pasını silmeye yetiyor. Ney bu şehre mi özgü bilmiyorum. Ama bu şehre pek yakışıyor.
Mevlana ve Şems Tebriz-i gibi büyük mutasavvıfların duyguları işlemeye çalışılıyor! Mevlana Hazretlerinin ve Sems Tebriz-i’nin sıkı dost olduklarını duymuştum. Yoğun olan terminalden ayrılıyor, defterime not düşüyordum: “Halit dede bana Hz. Mevlana ve Şems’in aralarındaki dostluğu anlatacak”.
Yanımda bir yol arkadaşımın olmaması kötü bir talih. Sıkıldım. Defterimi kapatıp uyumaya çalışıyorum. Dışarıyı seyrederken ara ara uyuyup uyandığımı, huysuzlaştığımı anımsıyor gibiyim.
Sabah güneşinin ilk ışıkları yüzüme vurdu. Gözlerimi açtığım zaman bozkırın ve sarı tarlaların kollarında buluyordum kendimi. Mardin’e az bir yolum kaldığını tahmin edebiliyordum. Bazı alanlarda biçilmiş ekinleri görüyordum. Uzaktan bir çobanın koyunları çarpıyordu gözüme.
Hayat, insan uyuyorken de akıp geçiyor, zaman kendi işini kusursuzca icra etmeye devam ediyor…
Şanlıurfa şehir merkezinden geçiyoruz. Ve Viranşehir. Ve güzel memleketimin, güzel bir köşesi Kızıltepe ilçesi. Ve aslım, köküm, tarihim, şehrim Mardin…
Mardin gibi bir şehri, kelimeler anlatmaya yeter mi bilmiyorum? İzmir’e gittiğim ilk günden, birinci yılımı bitirdiğim son güne dek, okulda tanıştığım yeni insanların bu güzel şehri çok merak ettiklerini, tarihini, değerlerini, insanlarını sormaya başlıyorlar. Sempati duydukları bu şehre çoğu mezun olmadan önce gezip görmek istiyor. Özellikle Midyat ilçesini yakından tanıyor gibiler. Benim ilçemi ise pek bilmiyorlar, sorduklarında, “küçük ama bir o kadar eski” diyorum arada. “Yeşilliklerin ve tarihin arasında bir ilçe” diye anlatmaya başlıyorum sonra. Anlatıyorum, belki mezun olana kadar, nacizane kendi ilçemi de tanıtabilirim.
Hafif rüzgarın mis kokusunu tarif etmek imkansız. Ciğerlerimde hissediyorum ferahlığını. Kısa bir süre sonra kendimi ilçeme doğru yol alacak minibüsün içinde buluyorum. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığım tatlı bir zaman dilimini iliklerime kadar hissediyordum.
Kısa bir yolculuğun ardından kendimi kapıda buluyordum. Dış kapıdan içeri girer girmez annemi ön bahçemizdeki maydanozları topladığını görüyordum. Beni kapıda görür görmez bana doğru koşuyor, haykırıyordu. Elimdeki valizi yere bırakıp annemin şefkatli kollarına atıyordum kendimi. Çok özlemiştim bu sevgi dolu dakikaları. Hemen içeri geçtik. Kardeşlerim etrafıma toplandı. Defalarca öpüyor fakat doyamıyordum.
Akşam yemeği için annem mutfağa geçti. En sevdiğim yemeği yapmaya koyuldu. Benim gözüm kapı komşumuz Halit dedelerin bahçesindeydi. Babamı sordum. ‘Çarşıda’ dedi annem.
- Erken gelir bugün, dedi.
- Ee neler yaptın kuzum. Okul nasıldı, iyice güzel notlar aldın mı a çalışkan kızım?
- Aldım annem benim. Çok güzel notlar aldım, dedim
İki tane küçük kız kardeşim vardı, her ikisine güzel birer bez bebek almıştım. Birinin kıyafetleri kırmızı, diğerinin yeşildi. Çok mutlu olduklarını yüzlerinden okuyabiliyordum. Tahmin ettiğim gibi ‘benim bebeğim daha güzel’ diye tartıştıklarını gördüm. Bir kez daha sarıldım, ikisine birden. Mutfaktaki anneme yardım etmek için içeri girdim. Anneme Halit dedeleri sordum.
- Ha, söylemeyi unuttum kızım. Telefonda da söylemek istemedim doğrusu ama Halit dedeler buradan taşındı. Biliyorsun bu ev kendisinin değildi. Halit dede de elindeki parayla çarşı tarafından kale yoluna çıkan yolda bir ev aldı. Şu an oradalar. Bizde baya bir özledik be kızım. Taşınırken Halit dedenin, bu eve nasıl baktığını anlatamam. Cemile ninen bana nasıl sarıldı, nasıl ağladı tarif edemem. İkimiz için de zor oldu ilk haftalar ama insan alışıyor. Babanla sık sık ziyarete gidiyoruz. Yeni evleri de güzel. Etrafı biraz kapalı ama yine de hoş. Zaten Halit dedenin da şikayet ettiği konu bu. Gerçi çarşıdaki dükkanına da yakın olması sebebiyle kendini avutuyor adamcağız. Ama çocukluğunun geçtiği, ömrünün çoğunu yaşadığı bu evden gitmesi onu çok üzdü. Oturmaya giderken hep soruyor, ağaçları soruyor, asmaları soruyor.
Annem anlatmaya devam ediyor ben ise elimdeki domatesi doğrayamayacak kadar dalıyordum.
- İstediğin zaman gidersin kızım, uzak değiller yine ayni mahalledeyiz.
- Evet, dedim. Haklısın anne.
Ama o an ki yıkıntıyı anlatamam. Çocukluğumdan beri kapı komşumuz olan Halit dede yine buradaydı ama bizden uzaklaşması bile beni bu derece üzmüşken, ona bir şeyin olması beni ne derece üzerdi hiç bilmiyorum. Sonuçta yine buradaydı ya. Çok şükür.
Akşam bugünü yine notlarıma alacaktım. Babam eve biraz erken geldi. Sarıldığı an kendimi dünyanın en güçlü insanı olarak hissettim desem yeridir. Kokusunu aldım yine babamın o eski ter ve emek kokusu. Babam ne zaman dinlenecekti bilmiyorum.
Babam annemden farklı olarak sadece beni sordu. Birde okulu sevip sevmediğimi yineledi. Anlattım dinledi. Sonra sofraya geçtik. Babalar kızlarını iyi anlar kanısına çok önceden okuduğum yazılarda görmüştüm. Öyle ki;
- Hayırdır kızım dalgınsın. Canın bir şeye mi sıkkın. Yorgun musun yoksa.
- Evet evet baba biraz yorgunum diye geçiştirdim. Gülümsedi.
Odama erken geçtim. Tüm düzeni aynıydı. Giderken burada bıraktığım yazı defterlerim yine masanın üstündeydi. Annem yine masayı temizlemiş. Masa üstünde en ufak bir toz zerresi göremiyordum. Sandalyeye oturdum. Defterimi çantadan çıkarıp bugünün tarihini attım: “ve artık dünyanın en şansız insanıyım’ satırını yazdım. Başka bir şey yazamadım. Sevmedim o günü o geceyi. Sevgiyi sevgiyle öğreten Halit dedem de gitmişti işte. Yatağa attım kendimi ve ne zaman uyuduğumu hatırlamıyorum.
Bahardan kalma yazlarda yeşilin her tonunu görmek mümkün. Sabah kahvaltımı yapıp tez vakitte Halit dedelere gitmek için anneme seslendim. Annem evi tarif etti. Küçük bir ilçe olduğu için herkes birbirini tanır ve evler genellikle iyi bilinir. “Fazla gecikme” dedi. “Tabi anneciğim” dedim.
Çantamı aldım, çıkmadan önce defterime baktım masadaydı. Eve vardım. Kapı zilini ikinci kez çalarken kapı birden aralandı. Cemile nine kapıda beni görünce tıpkı geldiğim gün annemin sarılmasına benzer sevecen, samimi bir şekilde sarıldı. Gülümsedi.
- Hoş geldin, dedi. Ne zaman geldin kuzum.
- Dün, dedim sadece. Geldim ama sizi aynı yerde görememek kötüydü, acıydı be nine, diyemedim. Odaya geçtik. Halit dedeyi salonda namaz kılarken gördüm. Dua etmeyi çok severdi. Tanımadığına bile dua ederdi. Bir keresinde şahit oldum:
- Sen bize ve tüm İslam alemine huzur ve barışı nasip et. Bizi güçlü kıl ve güçlü bağlarla birbirimize bağla. Bizi doğru yoldan saptırma ya Rabbim, anne babamızı ve tüm insanlığı sen affet bize ve insanlara doğru yolu göster. Sen bizi affet.
İçerdeki salondan balkona çıktık. Biraz sonra Halit dedem geldi.
- Oyyy oyyy kim gelmiş kim gelmiş. Benim kızım gelmiş, hoş gelmiş, sefa getirmiş.
O da aynı sevecenlikle bana sarıldı. Halit dede o kadar sevecen bir insandı ki bu ilçede, civar köylerde onu sevmeyen bir insanın varlığını görmedim. İnsanları seviyordu işini, eşini, komşularını. Gerçek manada herkese sevgiyle bakmasını çok iyi biliyordu.
- 4 aydır göremedik seni kızım. Epeyce büyümüşsün ha.
Ne yazık ki ben olumlu ve güzel söyleyebileceğim bir şey bulamıyordum. Biraz daha yaşlanmıştı. Saçı biraz daha beyazlamış ve alnı biraz daha kırışmıştı.
Rasim Özdener’in üstad Necip Fazıl için söylediği: "Muhteşem bir alın sahibiydi. Bu çizgiler o kadar derinleşmiş ki, dersiniz ki, bu çizgilerin her biri aşağı yukarı bir asrı sembolize ediyor." Sanki her kırışıklıkta ayrı bir insan, ayrı bir emek, ayrı bir hüzün vardı.
Benzetme de en ufak bir hata bulmuyordum. Bir çırpıda öğle yemeğini yere dizdi Cemile nine.
- Evet dedi Halit dede, okul nasıl geçti. Seni çok özler olduk. Liseyi burada okuman nasıl güzel bir şanstı bizim için. Ama şimdi uzaklara gidiyorsun ve seni artık epeyce göremiyoruz be kızım. Ama bil seni öz torunumuz ve çocuğumuz kadar seviyoruz.
Halit dedenin bir erkek bir kız çocuğu vardı. Erkek çocuğu eczacıydı. Şu an Ankara’da çalışıyordu. Kızı ise buradan biriyle evli ve yurt dışında -Almanya’da- yaşıyordu.
Halit dede torunları için arada Ankara’ya gidiyordu Cemile nineyle ama pek duramayıp geri gelirlerdi. Yıllar onları fazla yormaya başlamıştı. Ancak baba mesleği sevgisi onun için ayrı bir aşktı. Hevesti. Sevdaydı. Saygıydı. Uzak durdu mu canı çok sıkılırdı. Bir ayakkabıyı mutlaka dikmeli veya boyamalıydı. Zira babasını çok severdi Halit dede. Çoğu kez onu, yani babayı anlatırdı. Çoğu geçmişte kalmış sırları. Yazılmış olsaydı tozlu raflarda olacak olan bazı yazıları, hatıraları…
Sohbetimiz o kadar tatlı geçti ki saatin ne zaman ikindi vaktine denk geldiğini anlayamadım. Çıkmak için müsaade istedim. “Elbette kuzum” dedi Cemile nine.
- Buradayım sık sık geleceğim inşallah, dedim. Cemile nine:
- Elbette kuzum, asil komşu bu günde kendini belli eder. Uzaklaştık diye unutmak yok emi.
- Haklısın nine, dedim. Evden ayrılıp yokuş aşağı bizim eve doğru yürüdüm.
Az ilerde balkonda liseyi yarıda bırakan Pınar’ı gördüm. Aşağı indi. Az bir kapı önü sohbeti kurduk. Okumadığına pişman, benim ise okumakla şanslı biri olduğumu anlattı.
- Bize de bekleriz, dedi. “Elbette” dedim.
Dost edinmeyi de Halit deden öğrenmiştim. Ve burada, çocukluğumdan beri benimle beraber olan, bu sokaklarda büyüyen, salçalı ekmeği paylaşmış, evcilik oynamış, beraber ağlayıp beraber gülmüş arkadaşlarım vardı. Tek tek ziyaret etmeyi istiyordum.
Sonra haftalar birbirini kovaladı. Halit dedeleri haftada iki gün mutlaka ziyaret ederdim. Halit dede genelde çarşıda oluyordu.
Ramazan ayı geldi. Sonra Ramazan bayramı geldi. Sonra bayramda geçti. Sonra Halit dede benim sorum üzerine Şems ile Mevlana hazretlerini anlattı. Sonra günlerde geçti. Sonra okula gitme vaktim geldi.
Nasıl geçtiğini bilemediğim, benim için pekte verimli geçmeyen koca yaz mevsimi bitti.
En son yine Halit dede ve Cemile nineden helallik almak için onları ziyaret ettim. Tekrar kopmak kötüydü ama eğitimci ve ilerideki yazar olma hayalim için bu şimdilik şarttı.
Kendimi bir hafta sonra İzmir’de buldum. Fakültede ders çalışmayı seviyordum. İkinci senem olduğu için biraz daha tecrübe edinmiş fakültemizin bazı etkinliklerine katılır olmuştum. Derslerde ara ara arkadaşlarıma anlatırdım Halit dedeyi. “Keşke tanışma fırsatınız olsaydı” diyebiliyordum sadece.
Telefonla ailemle görüşüyor, kapatmadan önce Halit dedeleri soruyordum. Annem “iyiler aynı yerde Halit deden hala işi ile uğraşıyor” diyordu.
- Arada biz onlara nadirde olsa onlar bize geliyor. Aramızdaki bağ güçlü kopmayız biz, diyordu. Gülümsüyordum. Bu da mutluluk vericiydi. İnsan ekmeğini suyunu paylaştığı komşusunu unutur mu? Hele bizim orada; “komşu akrabadan önce gelir”, sözü prim yaparken. Asla.
Ara tatil geldi. Arkadaşlarla üzerinde çalıştığım bir proje vardı. Arkadaşlarla dergi çıkarmayı istiyorduk. Kültür-sanat üzerine bazı çalışmalar yapacaktık. Güncel yazılar, kitap yorumları fıkralar ve denemler. Belki ileride bazı makaleler. Ama sonuç hüsran geldi-bitti. Başarılı olmadık. Çok üzülmedim.
Sonra ikinci yarıyılın finalleri geldi. Ve yine bir yaz geldi. Yine ayni heyecanlarla memleketime geri döndüm. Aynı heyecanlarla dolup taştım. Eve vardığım zaman yine ilk seneden kalır yanı olmayan bir mutluluk vardı evde. Yine aynı coşku…
Aradan iki gün geçti. Misafir ağırladık sonra benim Halit dedeye gitme zamanım geldi. Odama girdim. Çantamı aldım ve anneme seslenip “çıkıyorum ben” dedim.
- Nereye kızım, dedi.
- Nereye olacak anne, Halit dedelere.
- Şey kızım, dedi. Bir gel otur. Konuşmamız gereken bir konu var.
Küsmüş müydük yoksa Halit dedelere diye düşündüm.
- Yaklaşık iki ay önce Halit dede çok fena hastalandı. Bir iki ara Ankara’ya gitti. Tedavi gördü. Üçüncü seferki gidişi son oldu. Bir daha gelmedi kızım.
Annem ne diyordu öyle ne saçmalıyordu.
- Kaybettik onu, dedi.
Duyduğum son cümleydi. Yıkıldım. Neye uğradığını şaşırıyormuş insan, ne yapacağını bilemiyormuş, boşlukta hissediyormuş kendini. Sadece yaşayan bilir o anları ama kimsenin bu acıyı yaşamasını geçtim, hissetmesini dahi istemiyorum. Hasret kokan içim, hüsrana uğramıştı…
Ardından babamın gölgesi, kapının cam kısmında görünüverdi. İçeri girdi. Koltukta annemle oturup ağladığımızı görünce durumdan haberdar olduğumu anladı. Beni teskin etmek istedi. Saçlarımı sevecenlikle ağır ağır okşadı. Sarıldı.
- Bizde çok üzüldük, diye ekledi.
Hani bir demircinin balyozunu kaybetmesi, bir yazarın ellerinden kelimelerin alınması, bir okulun eğitimciden yoksun olması, nasıl bir durumsa benim de durumum şu an oydu; kaptansız bir gemi, komutansız asker gibi...
Bir an yine Şems’in sözünü söylerken ki yüzü gözlerimin önüme geldi dedemin. "Okuyarak öğrenecek ve severek anlayacaksın."
Çok haklıydı Şems. Haklıydı Halit dede, belki okudukça öğrenecektim. Ama artık oda yoktu ki. Yaklaşık bir hafta çok acısını çektim. İzi her zaman var olacak. Yalnızlığını her zaman hissedeceğim.
Ama ilk günlerin acısı ayrıydı. İnsan nelere alışıyordu. Sevdiklerinin ölümüne bile alışıyormuş. Çok sonra bunu da anladım.
Halit dedenin mezarını ziyaret ettim. Vasiyeti gereği tam babasının yanına defnedilmişti. Ona bol bol dua ettim. Burada onun için çok kimse kalmadı ama hayırlı dualar aldığını biliyorum. Cemile nine ile de en son gecen yaz görüşmüştük. Anımsayabiliyordum, ama artık o da burada değildi işte. Ankara’daydı. Bir daha görebilecek miyim o eski gülen yüzünü, onlarda hatıralarda kaldı.
Sonra Ramazan ayı geçti ve Ramazan bayramı geldi. Biz de genel bir adet vardır ve hadisi şeriftir; diriden önce ölüye gitmek. Erkekler bayram namazına giderken kadınlar kabir ziyaretine giderler. Halit dedenin mezarını ziyaret ettik annemle. Yöre adeti olduğu için bir merhumun üzerinden geçecek olan ilk bayramında tüm aile erkanı, sevenleri, komşuları, tanıdıkları mezarı başında dua ederler. Baya bir kalabalık vardı. Cemile ninenin yanına yaklaştım elini öptüm. Başsağlığı diledim. Ağlıyordu. Bende gözyaşlarıma engel olamadım. Sonra kadınlar dağıldı. Bayram namazından çıkan erkekler yine toplu kütleler halinde mezarlık ziyaretine geldi. Furkan ağabeyle başsağlığı niyetine, tokalaşmalarını pencereden izliyordum.
Bayramdan sonra Cemile nine oğlu Furkan ağabeyle tekrar Ankara’ya geri döndü.
Arada çarşıdan geçerken sade, kundura dükkanına bakmamaya dikkat ediyordum. Bakmak bile acı veriyordu. Sanki Halit dede beni görecek ve camın arkasından yine beni çağıracaktı. Sanki yine gülümseyecekti. Sanki lekeli önlüğü ile yine çalışıyor olacaktı.
Aradan biraz daha zaman geçti. Eylül ayının ortalarıydı. Babam eve erken geldi ve bana Halit dedeyle ilgili bir rüya anlatacağını söyledi. Heyecanlandım. Defterimi getirmedim telefonumdan ses kaydını açtım ve babamın anlatmaya başlamasını bekledim.
- Kızım geçen Diyarbakırlı bir adam ? ilçesinden buraya gelmiş. Halit dedeyi sormuş, vefat ettiğini söylemişler, Halit dedenin çocuğuyla ya da yakın birisiyle görüştürün beni demiş. Malum çocukları burada değil. Mehmet amcanın haberi olmuş beni aradı. Gittim. Bu gelen adam bana Halit dedeyi nereden tanığını ve rüyasını anlatmaya başladı. Bir yıl önce bir rüya görmüş akabinde bir rüya daha görmüş. Ve rüyası öyle garipmiş ki, üşenmemiş buraya kadar rüyasını anlatmaya gelmiş. Çarşıdaki kahvede oturduk ve bana rüyasını anlatmaya başladı:
"- Yaklaşık bir yıl önce rüyamda mahşeri bir kalabalık vardı."
Annem arada böldü. “Yemek hazır” dedi.
Babama anlatması için ısrar ettim ama o da “önce yemek” dedi.
Bir an önce yemeğin yenmesini ve tekrar anlatmasını istiyordum. Öyle sanıyorum ki gözlerimi babamdan bir saniye bile ayırmıyordum. Yemekten sonra annem çayı getirdi. Babam tekrar anlatmaya başladı. Ben yeniden ses kaydını açtım.
"- O kadar büyük bir kalabalık ki, anlatamam. Sanki mahşer günü sanırsınız. Sizin buradaki mezarlığı rüyamda gördüm. Mezarlığın önünden biri geçti ve dua etti. Duasını bitirmekle beraber o mahşeri kalabalık koşuşturmaya başladı. Yalnız biri dikkatimi çekti. Yaşlı, ak saçlı ve ak sakallı bir adam. Öylece bekliyordu. Onun yanına yaklaştım ve sordum:
- Bu insanlar nereye koşuyor?
- Herkes nasibine düşen duayı almak için, dedi.
- Peki sen neden koşmuyorsun? diye sordum.
- Benim hayırlı bir evladım var, bana yeterince dua ediyor, dedi mütevazı bir ses tonuyla.
- Kim bu senin çocuk? dedim.
- Savur’da (Mardin) bir ayakkabı tabircisi, dedi. Ve sonra bir anda kayboldu. Bir daha hiç göremedim. Sonra birden uyandığımı hatırlıyorum. Rüyamı kimseye anlatmadım. Sonra aradan yaklaşık 10-11 ay geçti. Bir yağmurlu geceydi. Yine uyudum ve bu ikinci rüyamı gördüm. Yine bir mahşeri kalabalıkta yine o yaşlı adamı gördüm. Yine mezarlığın önünden dua eden biri geçti. Bir anda herkesin koştuğunu ve onun diğerlerinden bu sefer daha da hızlı koştuğunu gördüm. Şaşırmıştım. Yine yanına yaklaştım ve sordum:
- Hayırdır dedim, diğer insanlardan daha da hızlı koştun bu sefer.
- Evet, dedi. Oğlum öldü, bende nasibime düşün duayı almak için koştum.
Ve birden yataktan zıpladığımı hatırlıyorum. Şaşırmıştım. Gece uyuyamadım. Sabahı dört gözle bekledim. Arabaya atladığım gibi buraya geldim. Ayakkabı tamircisini sordum yaklaşık iki ay önce vefat ettiğini duyunca şok oldum. Rüyayı kimseye anlatmadan, yakın birini bulup anlatmak istedim. Çocukları burada değil galiba, seni gösterdiler, eski komşunuzmuş galiba." Rüyasını anlatan adam babama gördüğü ak saçlı ve sakallı zatı tarif etmiş. ’Evet’ demiş babam.
- O bizim Halit emminin babasıydı, demiş.
Odama geçtim bir kez daha ağladım. Sevmenin ne demek olduğunu bir kez daha anladım. Gerçek sevginin nasıl bir bağ olduğunu, ne kadar güçlü olduğunu…
Ve anladım, aslında güzel insanlar sadece mekan değiştiriyormuş, onlar aslında ölmüyormuş. Defterim masanın üstünde duruyordu, yazmaya yeltenemedim sadece alıp eski sahifelere göz gezdirdim. Ve Halit dedenin bana Mevlana ile Şems’i anlatırken, Hz. Mevlana’ya ait söylemiş olduğu sözü not ettiğimi gördüm:
"Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu ise sevgiyi aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz. Sevilirsiniz. Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız."
Uyumadan önce söz verdim: Başarılı bir eğitimci olacağım. Ve öğrencilerime hep sevgiyi anlatacağım. Anlatacağım hep eski komşumuzu, Halit dedemi, güzel insanı, büyük ve saygıdeğer hocamı…
Bana öğretildiği gibi; hiç bıkmadan, usanmadan ve yorulmadan...
(Gerçek bir hayat hikayesidir. Kahramanların isimleri gizli tutulmak amacıyla değiştirilmiştir.)
Murathan Erdoğan
Selçuklu/Konya
07 Ocak 2015
YORUMLAR
Oldukça güzel bir hikaye, duru bir dille anlatılmış.
Ülkemizin her köşesi gibi Mardin'in de çok güzel olduğunu düşünüyorum. Şimdilik sadece düşuncemde ileri de belki görmek de kısmet olur.
Yazarı kutlar başarılarınin devamını dilerim.
Saygılar
Erdoğan M
Teşekkürlerimi sunuyorum
Bir tutam hayat rumuzlu arkadaşıma aynen katılıyorum. Ben de bir Karadenizliyim, Doğu Anadolunun bir bölümü ve Güneydoğu Anadolunun bir bölümü hariç güzel ülkemin hemen hemen her yerini gezdim. Mardin'i görmedim, çok görmek istediğim şehirlerin başında gelir ama terörün yıllardır bıraktığı etki, izler biraz uzak tuttu. Yine keza Diyarbakır'ı gezip görmek istiyorum ama Diyarbakır'daki son yıllardaki resimlerde bir tane bile Türk Bayrağının olmayışı bizleri üzüyor ve kırıyor, uzak tutuyor. Neyse konumuz siyaset değil edebiyat. Güzel bir hikaye, dostluk, komşuluk, büyük-küçük ilişkisi, aile ortamı sevgi ve her şeyi bulmak mümkün. Sonuna kadar okumaya değdi. Dünyalıkla Maneviyatla harmanlanmış güzel bir yazı. Ayrıca rüya bana da benim gördüğüm bir rüyayı hatırlattı (gerçi her zaman hatırlarım) 2001 yılında çok sevgili babacığımı aniden kaybettik. Babacığımın vefatından çok önceleri, yıllar içinde hep bir rüya görürdüm; evimiz yapılıyor ama hep inşaat halinde gidiyorum bakıyorum dolanıyorum ama hep inşaat. Ama ev bildiğimiz normal bir apartman gibi değil, bir kare düşünün ya da dikdörtgen dört çizginin yerinde daire düşün, ortası boş böyle bir bina. Bu yarım ev rüyasını defalarca gördüm, en son gördüğümde ev bitmişti hem de benim evim iki tane olmuştu. Bir hayli düşündürdü beni. Sonra babacığımın ani vefatı oldu. Tesadüfen rüya tabirlerine baktım (hiç bakmam), rüyada ev meğer kabir imiş! Düşündüm evet zaten ben de binayı kabir gibi görüyormuşum, ortası boş, ayrıca babacığımın kabrinin hemen bitişiğindeki kabri de annem için aldık. İşte iki tane evim. Rüyalar bizlere bazen gerçekleri mesaj veriyor. Güzel yazı için tebrik ve teşekkürlerimi sunuyorum. Herkesin de okuması dileği ile.. Saygılarımla..
miyasergülşen tarafından 4/22/2015 10:27:56 AM zamanında düzenlenmiştir.
Erdoğan M
Güzel bir hikaye.
Mardin dendiğinde, önce ''Kürt'' meselesi geliyor bir Karadenizlinin aklına doğal olarak.
Kavgalar, dövüşler, gösteriler, ölümler geliyor.
Oysa,
ne güzel şehirdir Mardin.
Ne muhteşem şehirdir.
Muhakkak, bu güzel şehirde yaşayan insanlar da yüce gönüllüdür.
Ama,
ah şu terör...
Tüm güzel düşünceleri silip süpürüyor insanın aklından işte.
Uzun bir yazı.
Uzun yazıları okumayı sevmiyor insanımız.
Cümlelerin güzelliği ve akıcılığını fark edince,
sabrettim sonuna kadar, dikkatlice okudum.
Okuduğuma da değdi gerçekten.
Edebiyat gibi, muhteşem bir sanat dalında tahsil yapıyor olmak,
şüphesiz bir ayrıcalık getiriyor bu talihli insanlara.
Keşke bizler de o şansı yakalayabilse idik.
Benim de kızım edebiyatçıdır.
Ben de onunla avunuyorum artık.
Güzel bir hikaye.
Sevgi,
ancak bu kadar güzel tarif edilebilirdi.
Sabahın köründe,
bir ufak göz yaşı damlasının yanaklarımda bıraktığı sıcacık etki ile bitirdim yazıyı.
Yazanı da, güne seçeni de kutluyorum.
Erdoğan M
Güzel ülkemizin huzur, birlik ve beraberlik içinde yaşamasını her şeyden çok istiyoruz.
Biz bu güzel ülkenin çocuklarıyız zira.
Türkiye'ü, Arabı, Kürdü ile
Bu güzel toprakların insanları...
Ama bizi de sevin, korkmayın bizden, çekinmeyin.
Doğu illerinden de hiç korkmayın.
Fırsatınız olursa mutlaka gelin.
Yakından tanımaya çalışın
Pişman olmayacağınızdan emin olabilirsiniz.
Yazı için tespitleriniz doğru, insanımız uzun yazıları pek sevmiyorum.
Olsun, sevenler okusun o da yeter.
Kalemimi beğendiğiniz için, yorumunuz için çok çok teşekkür ediyorum, saygılarımı iletiyorum.