KEDİLER BİLE DİL ÖĞRENİRKEN...
İki kedi yolda karşılaşır... Aralarında ilginç bir diyalog kurulur...
--Birinci kedi: Miyaaav!
--İkinci kedi: Hav hav!
--Birincisi ‘merak ve şaşkınlıkla’: Yahu, bu nasıl selâmlama? Sen de benim gibi bir kedisin...
--Diğeri ‘sakin ve kendinden emin hâlde’: Haberin yok mu, kardeş? ‘Kediler Birliğine’ üye olabilmek için artık herkes ikinci, hatta üçüncü bir dili öğrenmeye çalışıyor...
Dil, düşünmeyi güçlendirir ve ufku genişletir, derler, doğrudur. Ancak güçlü ve büyük düşünebilmek kendi dilimizde çok daha etkin ve işlevseldir. Kaç dil bilirsek bilelim, ille de ana dilimizde çok daha verimli ve sağlıklı düşünebiliriz.
Zaman değişti, derler; ancak değişen aslında ne zamandır, ne de insan... Değişen, koşullar ve gereksinimlerdir; insan ise, değişim ve gelişimlere uyum sağlar... Elbet tüm bunlardan da yaşantılar etkilenir... Aklıma bu bağlamda Latince bir söylem geldi: Omnia mutantur, nos et mutamur in illis!
Üye olabilmek için onlarca yıldan beri kapılarında umutla ‘!’ beklemeyi sürdürdüğümüz pek ‘görkemli’ Avrupa Birliği, bir başka deyişle Hıristiyan Kulübü, tarafından ön koşul olarak ileri sürülen temel kriterlerin başında gelmektedir çifte yabancı dil...
Büyük kurtarıcımız ve Cumhuriyetimizin kurucusu, ulu önderimiz ve dünya lideri Atatürk’ün vurguladığı gibi, elbet Türk ulusu zeki, çalışkan ve güçlü olup, zekâsı ve azmiyle her zoru yenmeyi ve her engeli aşmayı başarır.
Ancak soylu ulusumuz, sözde uygar ve çağdaş ‘!’ geçinen yabancıların dilimizi bozmalarına; inanç, örf ve âdetlerimize karışmalarına; tarih, kültür ve sanat eserlerimize zarar vermelerine; aile ve toplum yapımızı yıpratmalarına; ahlâksızlık, anarşi, ve terör ihraç etmelerine; özellikle ulusal ve manevî değerlerimize saldırmalarına asla hoşgörü ve sabır göstermez.
Aslında dil öğrenmek için yüksek bir I.Q. ‘Intelligence Quotient’ hiç de gerekmez; yeter ki özgün kültür ve huzur ortamında gerekli teknik ve teknolojik alt yapı, araç-gereç, yöntem ve programlar sağlansın; geriye salt insanları motive etmek kalsın...
Meğer kediler bile yabancı dil öğrenebilirmiş; takdir etmemek ne mümkün!
Her şey tamam da kendi dilimizde nerelerdeyiz, acaba? Üniversiter çalışmalarım süresince çok doçent ve profesör tanıdım doğru düzgün bir dilekçe yazamayan... Nice titr sahibi insanların kırık dökük Türkçe’leriyle karaladıkları özgeçmişlerini ‘Curriculum Vitae’ düzeltmeye çalıştım tercüme etmek üzere... Her neyse!
Demek ki asıl olan, önce kendi dilimizde belirgin bir başarı gösterebilmemizdir. Güç ve güçlü dilimiz güzel Türkçe’mizi bütün incelikleriyle, kural ve kuramlarıyla çok iyi öğrenmemiz ve öğretmemiz yabancı dil çalışmalarının veri tabanını oluşturur...
Kuşkusuz, dilin yöntembilimsel tarihiyle-coğrafyasıyla ‘!’ uğraşmak, dilbilimci değil isek, pek de önem arz etmez...
Kültür ve iletişim aracı olan dil esasta konuşmaya dayanır. Çalışmalarımızın ilk basamaklarında yanlış yapmaktan asla korkmamalıyız, hatta ‘kaşını gözünü yara yara’ konuşmalıyız, yani cesur ama dikkatli de olmalıyız...
Hani derler ya “Bir dil bir kedi ‘!’ ..., pardon... Bir dil bir insan, iki dil iki insan...” O görkemli AB’ye geçiş sürecinde nice standart yabancı dillere!
Hangi dillerle uğraşırsak uğraşalım, ‘kedice’ olmasın, aman dikkat!
YORUMLAR
...Dil, düşünmeyi güçlendirir ve ufku genişletir, derler, doğrudur. Ancak güçlü ve büyük düşünebilmek kendi dilimizde çok daha etkin ve işlevseldir. Kaç dil bilirsek bilelim, ille de ana dilimizde çok daha verimli ve sağlıklı düşünebiliriz....
Değerli Hocam,
Önemli bir konuyu anlatan nadide satırlarınız için teşekkürler. Yüreğiniz ve kaleminiz sağ olsun efendim.
Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Rabbime emanet olunuz.