- 771 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Kuşların Göç Zamanı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ucu sivriliğini kaybetmiş, konuşmayalı, anlatmayalı çok oldu umut öykülerini.
Unuttuğumuz acının tarif edilemez sancısı mıydı ya da mutluluğun kelimelere dökülmeyen hali mi?
Seneler boyunca bu kadar sivri kalemin ucunda mayalanan sözcükler neyi anlatamamıştı bugün, ağrılarını çektiğimiz bir hastalık mıydı zaman?
Her saniyesi ölüme götürüyordu.
İnsanlar hayatın sonsuza dek süreceğini düşünüyorlar. Bunun için kırdıkları kalplerin parçaları ayak altında bu kadar çok acıtmıyor. Yaktıkları canın kül kokusu rahatsız etmiyor koku duyularını.
“ Çok kötüydük, çok.”
Yatalak ruhları hapsettik demirden yapılma kapıların arkasına. Öte diyarlara uzanan düşüncelerimiz kim bilir kimlerin bahçesinde geziniyordu. Kimlerin göz bebeklerinde ırmak oluyordu da çağlıyordu.
Ah, kim bilir hangi kalbi talan ediyordu umarsızca?
İçine sarmaya başlayan bahar kokuları her tarafta. Güneş en kızgın yüzüyle dağıtıyor sarı büyüsünü. Şarkısını çalıyor gökyüzü ve yeryüzü bütün çirkinliğini güzelliğiyle örtüyor.
Çayının buğusu özlemi hatırlatıyor adama, kırmızı ojeli kadınlar çekingen, titrek bakışlarıyla dikkattini çekiyor delikanlıların. Tırnaklar hafiften büzülüyor avuç içlerine doğru, gözbebekleri kapanıyor göz kapakları yardımıyla.
“ Nesnesiz cümleler kuruluyor satır başlarında.Özneler çaresiz, yüklemler başıboş bir hayat yaşatmakta…”
Zaman…
Tuhaf bir imgelem, sisler arasında kalmış bir şarkı.
En ilginç olan ise acı ve sevinci getiren de o götüren de.
Garip, hissiz bir şekilde dişlerini gösteriyordu,
Her saniyesi ölüme götürüyordu.
Artık çok geç...”
Demir alan uzaklaşıyordu limandan. Uzaklara ve bilinmezlere yüzüyordu gemiler. Saat kadranını yutuyordu zaman ve ölüm çalıyordu çanlarını,
“Toparlan, gitme vaktidir.” Der gibi.
Herkes ölüyordu aslında. Yürürken de ölüydü kimileri ,kimileri gülerken çoktan ölmüştü. “-Mış” gibi yaşıyordu yol ayrımında sevgililer. Şair ediyordu aşk adamı, şiirler düşüyordu kitaplara, sararıyordu beyaz sayfalar tozlu raflarda.
Herkes aynı acıyı yaşıyordu aslında birbirinden bihaber.
Sonra herkes aynı sevinci paylaşıyordu gizli gizli.
Dünya “Ah” ünlemleriyle ağırlaşıyordu gittikçe. Türlü acılara rağmen doğuyordu güneş ve akşam salıyordu karanlığını üstüne.
Çok sustum.
Sonra suskunluğun yarı ölüm olduğunu öğrendim sessizliği dinleyerek. Bir garip boşlukla tanıştım. Geceler geçirdim karanlığında. Aklımdan geçen hatıraları okudum tek tek sayfalarca. Yüzler gördüm, karanlığımı kat be kat arttıran. Acımı çoğaltan resimler çıktı karşıma. Çoğaldıkça azalttığım umudu körelttim mahkemelerde.
Tanıksız bir davayı kazandım, idam hükmünü veren de bendim, idam sehpasına geçen de.
Oysa kazanan yoktu aşkta.
Her giden anlamsız bir galip edasıya süzülürken başka kalplere terk edişinin yıldönümlerinde anıldı yası tutulan ölüler gibi.
Sonra unutuldu. Unutmak da insana mahsustu ya.
Nasıl bakardı, nasıl gülerdi utandığında ve kızınca nasıl çıkardı sözcükler alelacele ağzından.
Unutuldu,
Nasıl bağırırdı özlediğinde ve kirlendiğinde aşk,
Nasıl arınırdı günahından.
Unutuldu’n…
Her geceye bir söz bıraktım buruk, bir ses bıraktım ruhumdan acıyı söken, ve sadece yazdım. Öyledir ki sözcüklerim hep acıyı bırakır sayfalarda.
Kim bilir kaç göz gezinecek satırlarımda. Ve kim bilir kaçınız soracaksınız kendinize dikiş tutturamadığınız hayatınızı mahveden kadını ya da adamı gözleriniz dola dola. Kim bilir kaç kez gezineceksin de satırlarımda ölü kokan yüzünle yüzleşeceksin durup.
Ağlar mısın bilmem. Gözyaşı masumlara özgüdür çünkü.
Resimler mi?
Şimdi boş çerçeveler.
Her şeyi yuttu zaman.
Sonra ne varsa onu hatırlatan.
Öldü.
Sonra kuşlar göçtü uzak diyarlara. Bilirsiniz onlar yalnız uçarlar fakat göç ederken hep grup halindedirler. Aralarından biri ayrıldığında hep birlikte ararlar ve birlikte seçerler ölümü kimi zaman.
Biz çok kirlendik, anlıyor musun?
Birbirimizi ölüme yalnız gönderdiğimizden değil, yalnız ölürken bir bıçak darbesiyle bir söz külfetiyle gömdüğümüzden.
Kuşların göç zamanıdır şimdi.
Yalnız ölseler bile arkalarında sürü ile arayanları vardır ve de ağlayanları.
Biz ölüme mahkumduk ölene bir darbe daha vurduğumuzdan beri.
"Kuşların göç zamanıdır şimdi…"
Günebakan- 2015
Nuray KAÇAN
YORUMLAR
Bütün sokakları, parkları, bensiz olan her yanı boşalttım. Ormanlarda saklanan kim varsa yağmurla ıslattım. Güneşe göz kırparak, karanlıkta ne varsa aydınlattım.
(...)
Oysa hala içimde acımasız bir umut, belirsiz bir mutluluk ve kelimelere dökemediğim bir göç ! İçim acıyor, içtiğim her kadehte birer sen, birer ben ! Şimdi sana el veda ,bu son yudumda ...!
Saygılar, sevgiler
Sihirli sözcük bu ''Zaman.''
Maharetli bir doktor, uzman bir terapist.
Gün geliyor,
yaşanan acıları unutturmakla kalmıyor,
acı acı da güldürtüyor hani insanı.
''Nasıl öyle saçmalıklara kapıldım'' diyerekten.
Ve,
gün geliyor,
asla yıldönümlerini hatırlamıyorsunuz.
Ne tebessümlerin, ne göz yaşlarının.
İşte o gün,
hayat güzel oluyor.
Bağışıklık kazanıyorsunuz bir şeylere,
bir şeyleri umursamıyorsunuz bile.
Şiirler,
bilhassa aşk şiirleri var ya,
Poyraza tutulmuş Karadeniz'in çırpıntıları misali etkilemiyor artık kalbinizi.
Ölüm,
artık tek kişi yaşanıyor.
Dilinizdeki sevda türküleri,
sadece pelesenk olduğu için geziniyor dudaklarınızda artık.
Tebessümlerle okuduğum bir yazı oldu.
Belki de hüzünle okumam gerekmesine rağmen.