Gelecekten Bir Gün
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Hanım haydi çabuk ol geç olmadan gidelim Raif beylere. Adamlar perişandır şimdi"
Tıknaz beyin eşine acele etmesini söylemesinin bir nedeni vardı elbet. Zamonda ülkesinde aile ziyaretlerinin önemi çık büyüktür. Hele ki hasta, ölüm ziyaretleri muhakkak yerine getirilmesi gereken, son derece kutsal davranışlardı. Zamunda süper ligi takımlarından dokuz ateş takımı uluslararası bir müsabakadan beş gol yiyerek mağlup ayrılarak büyük bir hezimete uğramış, ülke çapında dokuz ateş takımına gönül veren taraftar adeta hayata küsmüşlerdi. Futbol orada adeta bir ibadet gibi kutsal, bayrak kadar milli duygularla oynanan bir oyundu. Raif Bey ve ailesi de hüsrana uğrayan binlerce taraftar ailesinden birisiydi. Bu yüzden ülkenin diğer takımlarına mensup hısım ve akrabaları onlara geçmiş olsun demek için ziyarete gitmeliydiler.
“Ama ben dedim ona. Bu takım bir gün başına bela olacak, git bir futbol yorumcusuna derdini anlat, ekstra takım takviyesi filan al. Artık teknoloji ilerledi her şeyin bir çaresi var diye. Dinlemedi ki. Nato kafa nato mermer”
Tıknaz beyin eşi her durumda metanetini koruyabilen, en kritik maçlarda bile bir yandan temizliğini yapıp diğer yandan müsabakayı takip edebilecek kadar soğukkanlı bir kadındı.
“Aman bey boş ver sen. Yıllardır söylüyoruz da ne oluyor. Bütün her yerde reklamlar oynuyor, futbol öldürür, futbol seyretmeyin diye. Adam tiryakisi olmuş artık anacım. Ne yapsan boş. Biz yine de üstümüze düşeni yapalım, ona geçmiş olsun diyelim de. Gerisi onlara kalmış"
Aynı anda en fazla bir araba ile üç tekerlekli çocuk bisikleti yan yana geçebilecek kadar dar caddede, eşinin koluna girmiş, başını edebinden dolayı yerden kaldırmadan yürüyen Tıknaz bey, taşıdığı çantasına elini sokup bir müddet kahvede tombala çeker gibi karıştırdı. Her zaman yanında bulundurduğu kalın yünden yapılma yedek patikler, olur olmaz yerlerde dağılan bıyıklarını düzeltmek için edindiği tarak ve cımbız, Konya’dan aldığı hacı yağı… Eliyle birer birer yokladığı onca eşyanın altından bir kağıt çıkardı. Aradığını bulabilmek için elini çantasının içinde o kadar çok gezdirmişti ki, karısı söylenmeye başladı.
“Şu küçücük çantaya bu kadar eşyayı nasıl sığdırıyorsun anlamıyorum. Yahu içine fare düşse yavrusunu bulamaz” Belli belirsiz bir alaycılık vardı sesinde.
Tıknaz Bey çıkardığı kâğıdın üzerindeki adrese yeniden bakıp, “Tamam işte gelmişiz. Buraya taşınmışlar. Yeni ev alacak diyorlardı, burasıymış zaar” diyerek, karşılarındaki yedi katlı gecekondunun bahçesine doğru yürüdü. Reisi muhtarın çıkardığı yasa doğrultusunda, ülke çapında son on yılda yalnızca geceleri çalışılarak yapılan bu evlerin tapuları, bir defaya mahsus olmak üzere konut sahiplerine verilmiş, bu yasadan faydalanan bir çok kişi evlatlarının gelecekleri olan bu gecekondularda, istedikleri gibi yaşamlarını idame etme şansını yakalamıştı.
Zile bastıklarında çalan ölüm marşı, daha ilk andan durumun vehametini gözler önüne seriyordu. Kapıyı açan Raif Bey, yalnızca matem günlerinde ve ibadetlerde kullanılan beyaz fesi, elinde tesbihi ve nemli gözleriyle onlara buruk bir sesle “Hoş geldiniz” dedi.
Daha eve adımlarını atar atmaz ortama hâkim olan terlemiş çorap ve forma kokusu, ailenin kendilerini futbolun kıskacına nasıl kaptırdıklarının bir göstergesi gibiydi. Bu koku neredeyse her koltuğa, perdeye sinmiş, bütün ev eşyaları tuttukları takımın kutsal renklerine göre dizayn edilmişti. Tıknaz bey usulca eşinin kulağına eğilip fısıltıyla “ Ev leş gibi ter kokuyor. Sonra neden böyle oldu diyorlar” dediğinde sesi son derece kaygılıydı. Sonra, sanki az önce bütün bunları söylememiş gibi gülümseyerek Raif beye dönüp;
“Efendim, duyduk, çok üzüldük. Bize de karşı komşumuz Faruk Efendi söyledi. Ortanca kızın ilk çocuğu kız oldu diye parti verdiler geçen hafta. Orada bahsi açılmış” dedikten sonra, evin büyük oğlunun getirdiği çayı tepsiden alıp, bu semiz delikanlıyı göz ucuyla şöyle bir süzdü. Yirmi beş yaşında olmasına rağmen henüz evlenememiş, ismi pek çok yerde tanımadığı kızlarla anılmaya başlanmış, boylu, poslu, siyah kaytan bıyıkları olan bir delikanlıydı.
“Sen nasılsın Haydar oğlum” deyip, zoraki bir gülümsemeyle onun da halini hatırını sorduktan sonra, çayından bir yudum alıp, yalnızca iki parmağı ile tuttuğu ince belli bardağı yanı başındaki sehpaya koydu. Bu esnada Handan Hanım ile Raif Bey’in eşi diğer odaya geçmişiler, daha rahat sohbet edebilsinler diye adamlarını baş başa bırakmışlardı. Tıknaz bey hafifçe Raif beye doğru eğildikten sonra tekrar söze girdi.
“Nasıl olmuş. Yorumcular ne diyorlar. Ümit var mıymış ?”
Artık sesine iyiden iyiye meraklı bir ton vermişti. Sesiyle birikte gözleri de o kadar kısılmıştı ki, adeta alacağı cevapla şok olacakmış da şimdiden kendini hazırlıyormuş gibi görünüyordu.
Raif Bey de onun bu kontrollü tavrı karşısında, aynı şekilde mukabele ederek konuşmaya başladı.
“Sorma len Tıknaz. Yorumcular da ümidi kestiler. Artık bu takımdan hayır gelmez diyorlar. Hanıma daha söyleyemedim ama, Rıdvan abi programın tamamını neredeyse dokuz ateşe ayırdı. Kısa süren bir sessizlikten sonra devam etti. “Herkes her şeye hazırlıklı olsun dedi”
Raif Bey son kelimelerini, gözleri dolmuş ve ağlamamak için dişlerini çatlatırcasına kırar gibi sıkarak söylemişti. Aldığı cevap karşısında felç geçirecekmiş gibi bir yüz şekline bürünen Tıknaz Bey, elini ağzına götürüp son derece derin ve içten bir “Aaaaaa” çekip arkasına yaslandıktan sonra, daha önceden bu durumu tahmin etmiş de sözü dinlenmemiş bir adam edasıyla konuşmaya devam etti.
“Ben demiştim ama Raif. Yol yakınken bırakın şu lanet şeyi diye. Bak işte çıkmadı mı bütün dediklerim. Boyun kadar oğlun var. O ne olacak hiç düşündün mü? Tam da kısmeti açılacak, hayırlısıyla bir kıza vereceğiz de rahat edeceğiz derken. Değdi mi be Raif, ha, söyle be kardeşim değdi mi?”
Tıknaz efendi ağır konuştuğunun farkındaydı. Ancak hayatın gerçeklerinin tatlı olacağı konusunda da kimse bir garanti vermemişti. Daha iki sene evvel dünya çapında başarı sağlayan bu takımın, bu gün bu hallere düşeceğini kim bilebilirdi ki. Ama yapılan yanlış transferler, basiretsiz yöneticiler herkesi zor durumda bırakmıştı.
“Neden olmuş peki? Kel adam ne dedi?”
“Vallahi biz de şaşkınız diyor. Onlar kaleciden olmuş diyorlar ama asıl sebep defansın ağırlığı bence. Bir kere İleriye çıktılar mı, bekle ki geri dönsünler. Bir de ofsayta düşürme değerleri çok düşük çıkmış. Başarılı pas oranı da azalınca, durum bu işte. Yani bir tek kaleci yüzünden olacak iş değil bu. Onlar da haklı”
Tıknaz bey yeniden arkasına yaslanıp, derin bir nefes çekti.
“Raif Bey sana bir şey söyleyeceğim. Şimdi sırası değil ama saklamak ta olmaz ki. Nasıl yapsam bilemedim” Sesindeki gizem bir anda odayı kaplamış, canı burnunda onu dinleyen Raif Bey’in de merakını iyiden iyiye artırmıştı.
“Söyle işte be adam. Bundan kötü ne olabilir?”
“Senin oğlanı görmüşler geçen gün. Eski kütüphanenin oralarda geziyormuş”
Sesi cümlenin sonlarına doğru iyiden iyiye fısıltıya dönmüştü. Raif Bey onun neyden bahsettiğini, konuyu nereye getireceğini anlamıştı. Uzanıp sehpada ki sigarasından bir tane çıkarttı, titreyen elleriyle yaktıktan sonra söze girdi.
“Bana bıraktım dediydi ama şimdiki gençleri biliyorsun. Hiç güven olmuyor. Bu gün bıraktım diyor, yarın yine başlıyor. Laf aramızda geçen gece eve hayli geç geldi. Oturdum o gelene kadar bekledim. Eve girdiğinde hemen odasına kaçmaya çalıştıysa da, koşup yakaladım kolundan. Üstü, başı leş gibi kitap kokuyor. Artık o saate kadar kaç sayfa devirdiyse, gözleri de kan çanağına dönmüş”
Sesinde umduğunu bulamamış insanlarda olan bir ürkeklik vardı. Üç erkek çocuk büyütüp baş göz eden Tıknaz Bey’in tecrübelerinden faydalanmak ister gibi yalvarır gözlerle bakıyordu.
“Bu devirde erkek evlat büyütmek zor üstadım. Kitabı bitse tiyatrosu başlıyor. Onu halletsen operaya, baleye kaçıyor. Allahtan Muhtar Efendi duruma el attı da, hepsini teker teker kapattı” Sesi rahatlamış gibiydi.
“Kapattı da ne oldu ayol. Her yerde kaçak kitap satıyorlar. On yaşındaki çocuklar bile tenha sokaklarda tiyatro bileti satıyorlar. Geçen gün eve gelirken biraz geç kaldım. Hava kararınca kestirmeden yürüyeyim dedim. İki tane at hırsızı kılıklı genç yanıma yanaşmasın mı? Yanımdan yürüyormuş gibi yapıp bana Abi kitap var, bilet var demesinler mi? Bir an için “bitti, buraya kadarmış” dedim. Bu okuyan adamların ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Uyuşturuyor kafalarını, zihinlerini sonra çıkıp etrafa salça oluyorlar. Hayır, yanlarında kalem de taşıyorlar. Çıkarıp üstüme yürüse ben ne yaparım” Sesi artık derdinden tükenmiş bir ihtiyarın son sözlerini söylerken çıkan sesi gibiydi.
“Yarından tezi yok, Haydar’ı al yanına bir psikoloğa götür. Hipnoz, mipnoz derken onlar çözüyor bu işi. Olmadı hastaneye yatırırsınız. Daha fazla müptelası olmadan tedaviye başlamak lazım”
Tam o esnada boşalan çay bardaklarını alıp, yerine yenilerini getirmek için odaya giren Haydar, kendisinden bahsedildiğini anlamasın diye konuyu değiştiren Tıknaz Bey oldu.
“Bu hafta adadan kimi gönderdiler haberin var mı? Ben izleyemedim”