Sevgi tembelliği, tepki tembelliği…
Tembellik, doymak bilmez obur bir yaratıktır; oturur kalkamaz, kalkar hemen geri oturur.
Kimi zaman Meksika köylüsünün başına geçmiş bir sombrerodur. Mısır işçisini çadır altından gözetlerken tekilasını yudumlayan eli kırbaçlı çavuşun gölgede bile güneşten saklanan yüzüdür…
Kimi zaman Kırşehir’deki pancar işçisinin sırtından para kazanan Urfalı işçi simsarının ağacın altına çektiği minibüsünde ‘’Kınıfır bedreng olur’’ türküsünü dinlerken aldığı keyiftir tembellik. Ya da Ayvalık’taki zeytin tayfasını pazarlayıp komisyon alan kahyanın akşam rezervasyonu konulu Dikili’deki pavyon sahibiyle yaptığı telefon görüşmesidir…
Biz çocukken karnesi iyi olanlar, zayıfı çok olanları ‘’tembel teneke’’ diye kızdırırlardı da, en kötü tembelliğin karnedeki zayıflar olduğunu sanırdık. Yaşadıkça gördük ki en masum, en zararsız tembellikmiş o zayıflar.
Tembellik, hayatın israfıdır sonuç itibariyle. Dinlenirken yorulmaktır… Hiperpasifliktir. Bir bardak çay doldurmaya üşenip, çay içmekten vazgeçmektir. ‘’Bugünün kaytarma işini yarına bırakma’’ düsturunu benimseyip, hemen sıvışmaktır. Velhasıl, işleri sonsuza kadar erteleme sanatıdır tembellik. Üretimi de nimeti de çok sever tembeller ama kendi emekleri olmadan…
Eskiler ‘’meylürrahat’’ (Rahatına düşkün) derlerdi tembelliğe. Meylürrahatın da şeytanın en yakın arkadaşı olduğuna inanılırdı. Durduk yerde türlü maskaralıklar, rezillikler düşündürür şeytan ‘’meylürrahat’’ insana… Düşündükçe kendini kurar; kendini kurdukça en yakınının iyi niyetleri bile büyük tuzaklar gibi gelir ona... Aklınca önlemler alır, karşı tuzaklar planlar.
Hepimizin yürüme tembelliği, tekerleğin icadıyla başladı. Osmanlı’nın tavşan avına faytonla gittiği gibi, adım atmak angarya gelir oldu bize. On dakikalık yola gitmek için yarım saat otobüs bekler olduk.
Hafıza tembelliğimiz teknoljinin gelişmesiyle doğru orantılı. Evimizin telefonunu bile cep telefonuna kaydetmeden aklımızda tutamaz olduk. İnsanlar daha rahat yaşasın diye icat edilen bilgisayarlar, bilgi hafızamızın katili olup çıktı. Tüm bilgilerimiz ‘’google’’un insafına bırakılmış durumda. Buram buram kağıt kokan kitaplıklar, kütüphaneler teknolojiye kurban ediliyor. Kültür tembelliği sardı dört bir yanımızı.
Eğlence, tembelliğin vazgeçilmez arenası sanılır. Hiç de öyle değil; eğlence tembelliği de tedavisi güç bir hastalık gibi. İnsanlar ayçekirdeğini, taze fındığı kesekağıdına koyup yazlık sinemalarda film izlerdi. Arada bir tiyatroya giderdi. Spor salonlarına gidip ter atardı, pinpon, bilardo oynardı. Artık videolarla televizyonlarla evde gideriliyor o ihtiyaçlar. Spor, yürümekten ibaret ya da evin salonunda televizyondaki aerobiğe eşlik etmekten…
Aşkta bile tembellik sardı dünyayı. İnsanlar aşık olmaya, sevişmeye üşeniyor. Kimi erkekler tembellikten nerdeyse evlenmek için hamile kadın arar oldu.
Tüm bu tembellikler her ne kadar toplumu, ülkeyi, dünyayı ilgilendirse de ağırlıklı olarak kişinin kendi yaşamını doğrudan etkileyen tercihler ya da yaşam biçimleri.
Fakat öyle tembellikler var ki herkese zarar veriyor, tüm insanlığı hedef alıyor. Hayatın her alanındaki tembellikler sardı her yanımızı. Hem de başkalarının yaşamlarını karartırcasına, insanların yaşam haklarına kastedercesine. İşte sevgi tembelliği.
İnsanı sevmeye üşeniyoruz, hayvanları sevmeye eriniyoruz, doğayı sevmek zor geliyor.
İşte o zaman da insanlar ölüyor, acılar çekiliyor, doğa katlediliyor. Hayat zindan oluyor bu sevgisizlikten nemalanan bir avuç insan dışındaki herkese.
Bir de tepki tembelliği var ki tembelliklerin en soysuzu, en haini… Onca kadına şiddete, çocuğa istismara, tacizlere, doğa katliamına, hayvanlara işkenceye, adaletsizliklere, sömürülere, işgallere, dikta uygulamalarına arkasını dönen, sırt çeviren, görmezlikten gelen bu tepki tembelleri tüm diktatörler, katiller, yağmacılar kadar suçlu, onlar kadar hain, vahşi ve aşağılıktır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.