- 657 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
393 – AHİRET GÜNÜNE İMAN
Onur BİLGE
Ben, Giritli Mahallesinde doğup büyüdüm. Giritlilerin arasında… Çok sıcakkanlı insanlardı. Fırsat buldukça bir araya gelmekten hoşlanırlardı. Erkekleri Şarampol’deki iki kahvede, kadınları kapı önlerinde veya kabul günlerinde toplanır, nedense hep hararetli hararetli konuşurlardı. Hem de yüksek sesle… Kavga eder gibi… Hep birden… Bir taraftan dinler, bir taraftan konuşurlardı. O gürültüden ne anlarlardı!? Aralarında bulunduğum zamanlarda kime bakacağımı, kimi dinleyeceğimi şaşırırdım! Zaman zaman bir aklıevvel çıkar:
“Yeter be!..Kadınlar hamamına çevirdiniz burayı!” “Birer birer konuşun da eyi anayalım!” “Kafam şişti be!..” falan derdi. Kısa bir sükûtun arkasından tekrar sesler yükselir, sonra yine aynı terane devam ederdi. “Mânam!.. Ne deyom size ben? Bak, hiç duyuyolar mı! Eski hamam, eski tas!.. Ben gidiyom evime!” diye yerinden kalkmaya kalkışan olursa hemen yatıştırmaya çalışırlar, ondan yana çıkarak birbirlerine: “Yavaş morisi!” “Gitçek kakomira!” “Kaçse kaçse!” dibi şeyler söylerlerdi. Fakat değişen bir şey olmazdı. Çünkü o hususta, Yunanlıların karakteristik özelliklerini taşıyorlardı.
Dimitri Andreadis de onlar gibiydi. O yarım Türkçesiyle hep kendisi konuşmak istiyordu. Konuşmaya başladı mı kendisini kaybediyor, kimseyi duymuyor, duymak istemiyordu. Onun için ona bir şey anlatmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordu! Bazen inadına cebelleşiyor bazen de susmayı tercih ediyordum. Onunla uğraşacak hiç halim yoktu. Yorgun ve uykusuzdum. Zorla sataştı:
“Semiray! Sen var ya… Ölecen, dirilecen… Gidecen oraya… Cennete… Pilavlar yicen… Gelsin huriler, gitsin Nuriler… Oh!..”
“Sen ne yapacaksın? “Gel bakalım buraya!.. Ne yaptın dünyada sen?” diye soracaklar sana. Sen de: “Saz çaldım, saz…” diyeceksin. “Haydi bakalım şimdi de oyna biraz!..” diyecekler. Romanlar Kocaoğlanlara oynamayı korlar üstünde yürüterek nasıl öğretiyorlarsa, sana da öyle öğretecekler, ateş dansını!”
“Ben de cehenneme gidecem. Öyle oynayacam! Saz orda, caz orda… Şarkıcılar, dansözler… Ne yapcam ben cennete ya! Sigaramı yakacak ateş bile yok orda!”
“Oynayacaksın! Hem öyle bir oynayacaksın ki bir daha hiç duramayacaksın!..”
“Sen inan, inan! Bekle, dirilcem diye! Dirilecen, dirilecen… İyi bekle!..”
“Sen nereye kaçacaksın? Yeri kazsan içine girsen, orası da Allah’ın mülkü… Göğe merdiven dayasan, orası da Allah’ın mülkü!..”
“Öldün mü bitti!.. Bir daha gelmek yok! Kim geldi? Giden geliyo mu!? Sen bekle dirilcen de şöyle olacak da böyle olacak… Hikâye… Bana da öyle dediler çocukken, çok küçüktüm, inanıyodum. Şimdi inanmıyom ama çocuklar için iyidir. İnansınlar, hırsızlık yapmasınlar, yalan söylemesinler… Yoksa kötülük artar. Dünya yaşanmaz hale gelir. Herkes birbirine girer!”
“İnanmıyorsun, öyle mi?”
“İnanmıyom tabi. Hepsi palavra… Bana masal anlatma! Ben buyudum.”
“Dimitri! Sen annenin karnındayken biri sana deseydi ki: “Sen suda balık gibi yaşamakta olduğun bu akvaryumdan çıkacaksın!” “Nasıl çıkacam ya! Buradan su bile çıkmıyor! Her yer kapalı!” diyecektin. Deselerdi ki: “Seni bu üç karanlık içindeki en emin yerde var eden Allah, çıkarmaya da kadirdir.” “Yok ya! Olmaz öyle şey!” diyecektin. “Artık su içinde değil, hava içinde yaşayacaksın. Öyle tortop durmayacaksın. Ayağa kalkacak, yürüyecek, koşacaksın! Hem dışarıda başkaları da olacak. Onlarla tanışacaksın! Önceleri süt emeceksin. O süt, annenin bedeninden çıkacak. Sonra güçleneceksin. Dişlerin çıkacak. Yemek yiyeceksin. Konuşacaksın, okuyacak yazacak, çalışıp para kazanacak, evleneceksin barklanacaksın, çoluğun çocuğun olacak…” “Bana masal anlatma! Olmaz öyle şey! Ben dışarıda yaşayamam!” diyecektin, en başta. Sonra diğer her şeyi reddedecektin. Öyle değil mi?”
“Orası öyle de…”
“Orası öyle de burası da böyle işte! Yani artık bunların böyle olduğunu gördün, yaşadın, anladın! Fakat henüz ölmediğin için ölüm ötesi hakkında söylenenlere inanmıyorsun, orada görecek ve hepsini yaşayarak öğreneceksin, öyle mi?”
“E, bakacaz bakalım. Dediğin gibiyse… Ya benim dediğim gibiyse?”
“Dediğim gibiyse vay haline!.. Dediğin gibiyse bana bir şey olmaz! Egal!.. Sen düşün, şimdi! Şimdiden iyi düşün!.. Bu iş oyun değil! Sen de cenin değilsin! Cenin inansa da olur inanmasa da… Dünyaya gelir, yaşayarak öğrenir. Bunun bir müeyyidesi yok ama sen yetişkinsin, sorumlusun! Sorgulanacaksın! Kendine güveniyorsan, hodri meydan!..”
“Sus be!.. Kafamı karıştırma benim! İnanmazsammış… Ben Müslüman değilim ki! Onu sen düşün!”
“Senin dininde de var iman mevzuu. Dört kitapta da var. Tüm Peygamberler haber vermiş. Cenin nasıl çıktıysa o ortamdan, oraya ölüp buraya dirildiyse, sen de buraya ölüp oraya dirileceksin. Önce arabayı mezarlığa park edecek, ruh olarak yoluna devam edeceksin, sonra da bedenleneceksin.”
“Ne zaman bedenleneceğim ya?”
“Bedenleneceksin tabii! Ortama uygun bir bedenin olacak. Nasıl cenin olarak kalmayıp, zamanla gereksinime göre gereken şekle büründürüldüysen, orada da aynısı olacak. Oranın yaşam şartlarına uygun şekli alacaksın.”
“Ya bu kadar insan gelmiş geçmiş bu dünyadan! Bunların hepsi nasıl dirilir, düşünsene! İsa’dan sonra değil bu dünya, ondan önce milyar yıllar var! Hey, kendine gel!.. Kimler geldi geçti! Öldü bitti gitti, yok oldular!”
“Dimitri! O senin dediğin: “Yandı bitti, kül oldu!” masalların sonunda söylenir. Bu masal burada bitmeyecek. Burada filmin fragmanı seyrediliyor. Daha film başlamadı.”
“Milyarlarca insan… Kim tutacak onları kafasında? Kaşı nasıldı, gözü nasıldı? Boyu bosu… Şekli şemali?”
“Levh-i Mahfuz’da her şey kayıtlı! Yaratılan ve yaratılacak olan her şey, harfi harfine… Hazreti Âdem’den itibaren zincirleme tüm insanoğlu… Cenininden ihtiyarına kadar… Genetiği, RNA sı, DNA sı… Parmaklarının uçlarına kadar düzeltilecek. Yani parmak izlerine kadar…Kimliklerini inkâr edemeyecekler. O denli! Hatta hesaplaşmak için hayvanlar da bedenlenip huzura getirilecek. Sen de şeytanınla gelirsin artık!..”
“Gülme be! Kafamın tasını attırma!”
“Hangi kafanın? Orda bir şey var da… Tas gibi yani ama içi boş! Tın tın!.. Fırlar mı fırlar!..”
“Bana din min lazım değil arkadaşım! Ben böyle yaşarım, kötülük yapmam. Ölür giderim! İşte öyle! Bitti!..”
“Oh, ne kolaymış! Neden zorlanıyor bu insanlar? Durduk yerden iş açıyorlar başlarına! Öyle değil mi? Dimitri’ye sorsunlar. O, kolayını bulmuş! İnanmaz, karışmaz, çekilir kenara! Bitti!.. Bitti, öyle mi? Sen muafsın! İsrafil sür üfleyecek, kıyamet kopacak, herkes kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru koşacak, sen: “Bana kimse dokunmasın! Ben inananlardan değilim!” mi diyeceksin!? Oh! Ne âlâ memleket!.. Senin ne ayrıcalığın var!?”
“Ne mecburiyetim var? Mecbur muyum!..”
“Mecbursun, arkadaşım! Mademki dünyaya gelmişsin, mademki bilinçlisin, sorumlusun! Kendi kendini yaratmadın! Seni Yaratan nasıl yarattıysa, öyle öldürecek, tekrar yaratacak! Seni yaratırken sana mı sordu! Öldürürken sana mı soracak!.. Dilediğinde diriltirken: “Dirilmem!..” mi diyeceksin!? Kendinde buna güç bulabiliyorsan, sen bilirsin! Dilediğini yap! Bana ne? Sen cennete gideceksin de bana yer mi ayıracaksın!.. Cehenneme zümera!..”
“Ne demek, cehenneme zümera?”
“Cehennemin dibine git!..”
“Bana mı dedin?”
“Sana dedim! Sen tercih ettin!”
“Ya, kim biliyo ölümden sonrasını? Kimse…”
“Ölüm sonrası, iman eden, iyi işler yapan, birbirlerine hayrı ve sabrı tavsiye edenler için bedensel acıların bittiği, huzur ve mutluluğun hüküm sürdüğü, günahkârlar ve kâfirler içinse ruhsal ve bedensel yangınların alevlendirildiği süreç... Müminler ölmez! "Ölürse hayvan ölür! İnsan ölesi değil!.." diyor, Yunus. Hesaplaşma bittikten sonra hayvanlara: "Türap olun!.." denir. Toprak olup giderler. İnsan, ya cennette ya cehennemde ya da Arasat’tadır. İnsan hayatı, dünyayla sınırlı değildir. Yaratan, ezelden ebede yaşarken, en şerefli yaratık olarak yarattığı insan da sonsuza kadar yaşamaya programlıdır. Onun için çevresinde bunca ölen varken öleceğini hiç aklına getirmek istemez, hiç ölmeyecekmiş hissi içindedir. Zaten bu his ona Allah tarafından verilmiştir. Çünkü hayat, birkaç yerinden bölünmüş olmasına rağmen sonsuzdur.
İnsan yoktan var edilir, su içinde yaşar. Plesenta içindeki o hayatı biter. Anadan ayrılınca, bir anda ölür ve dirilir. Yani ilk defa tek başına teneffüs etmeye başlar. Bağımsız olarak yaşadığı dünya hayatında, ergenlik döneminden itibaren yaptığı ettiği her şeyden sorumludur. Buradaki hayatının bitişi, ikinci ölümüdür. Nasıl yoktan yaratıldı, öldürüldü, tekrar diriltildiyse, aynı şekilde tekrar öldürülür ve bir daha öldürülmemek üzere tekrar diriltilir. Orası, ölümün öldürüldüğü yerdir. Yani orada bir daha ölmek yoktur.”
“Nasıl yok? Bir yerde biter! Bitmez mi?”
“Düşünsene! Cennettesin ve ölüm korkusu içindesin! O zaman cennetin dünyadan ne farkı kalır! Orada ölmeyi kim ister!.. Değil ölmek, şehitlerden başka kimse dünyaya dahi dönmek istemez ama cehennemdeki herkesin en büyük arzusu ölmektir!.. Hayvanlar gibi toprak olup gitmek… Hayvan gibi sorumsuzca yaşamış olmalarının cezasını feci halde çekmektedirler!.. Fakat ölemezler! Asla! Bir yaşama hakkı daha talep ederler ama o hak herkese bir kere verilmiştir ve bir daha asla verilmeyecektir!.. O zaman adalet nerde kalır!? Cehennem ateşi nasıldır, bilir misin? Cehennem azabı nasıldır!?”
“Aman, sus be şimdi!.. Ateş mateş yok şimdi!.. Azap mazap… Öf!.. Daha ölmedik!”
“Ben de onu söylüyorum. Daha ölmedik. İman etmek için zamanımız var. İş işten geçtikten sonra neye yarar!.. İman, tekrar yaratılana kadar… Orada imana gerek yok artık. Çünkü iman edilmesi gereken her şey apaçık ortada olacak!”
“Ya sen ne yaptın bana ya! Kafamı allakbullak ettin! Tepe takla oldum. Ayaklarım havada, kafam yerde… Düzelt beni!..”
“Hangi kafan? Kafasız şey!..”
“Gülme! Gülme!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 393
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.