- 425 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İNTİHAR
Karamsar olmamalısın dediler bana… Zamansızca öldürdüğüm kendimden dolayı olsa gerek. Karanlık ya da aydınlıktan kaçmak uğruna değildi eylemimin kökü. Sadece yaptım ve artık bir ölüyüm. Cennetten satın aldığım villamda keyifli bir gün geçirmenin hayali bile karanlığın en dibiyken; hurilerim nerede? Beynimin hurileri? Ne cennet ne de cehennemdeyim. Uzay boşluğundayım etrafım da yıldızlar ve gök cisimleriyle. Uzaylı yok etrafımda. Belki de cennetteyim. İntiharım somut değil, olmak zorunda da değil; kim demiş? Fikirlerimle öldürdüm kendimi. Belki de anlayamadığım için kimseleri… Ama bir ara denemiştim; derimden ibaret olmadığımı kendime kanıtlamak için denemiştim… Sonuç vermedi çabalarım. Hiç bir şekilde ikna olmayacak gibiydim. Basit bir et parçasından farkım olmadığını bir şekilde kendime kanıtlamalıydım. Git gide unutulan bir rüya gibi hissediyordum kendimi… Kendime yüklemek zorunda kaldığım anlamlardan mı arınıyordum? Sorular hep sorular... Kutsal sayılan ise yanıtlar!
Ben bir et parçası değilim anne, senin doğurduğun beden ben değilim. Önce kolumu kestim, sonra dilimi, Oysa en başta ne güzeldi. Elimi uzatmıştım aydınlığa; heyecanla bekle beni dünya diye haykırıyordum ta ki anlayana kadar babamın ben olduğumu, tanrının, kutsal ışığın ben olduğumu. Anlayınca her şey omuzlarımdaymış. Atlas gibiydim ister fırlatırdım her şeyi sonsuzluğa ister taşırdım tüm ağırlığıyla! Tanrı bendim, ben; sandığım kişi değildim, fizik kuralları aklıma konulmuş limitlerdi ve ben en yüceydim. Ama bana göre. Bunu nasıl mı anladım? Basit bir köpek ısırığıyla… Olay şöyle olmuştu; her zamanki gibi uyuşmuş bedenim yine karanlıkta beynimin bana gösterdiği yollarda giderken o ısırığın zerresini hissettirmemişti. Acıyı hissedebilmeyi kontrol altına aldığımı düşünüp haykırdım gökyüzüne "ölmeye gerek yok hepimiz zaten ölüyüz! Bedenimizin, benliğimizin birer tanrısı ayrıca!" İç konuşmaların bittiği bir anda bulutlar belirdi gökten, yağmur başlamıştı. Zaman daha yavaş geçiyordu bu yağmurlu anlarda. Kimsesiz ve yoksundu belirginliklerden uzaklarda. Sis bastırmış sokaklarda görüşü git gide bulanıklaşmakta, her çakan şimşekle yolunu bulabilmekteydi. Taş büyüklüğünde yağmur damlaları ara sıra izin verdiğinde bir ışık görünüyordu sokağın sonunda. Diğerlerinden epey farklı epey aydınlık. Adeta onu çağırıyordu ki o da aydınlığına koştu söylene söylene. Tedavi olmaya karar verdi. En yakın zamanda doktora gidecekti ve tedavi olacaktı. Korkması ona ve diğerlerine bir anlam ifade etmiyordu artık… Tedavinin ilk günü zorluydu aslında. Bu sıcak yaz günü psikiyatristin deri koltuğuna yapışmak ne kadar kolay olabilirdi ki? Ama bu gün de geçti gitti ve geriye iki seansı kalmıştı. İçinde her zamankinden farklı bir karamsarlık bir kötü duygu vardı. İki seans sonunda sevk edileceği yerde alacağı haberleri öngörmüş gibiydi. Tüm zorluklara rağmen hastalığı teşhis edilmişti; hiç bir şeyi yoktu… Buna o kadar çok şaşırmıştı ki normal olmanın artık anormal bir durum olduğunu düşünüyordu. Bunun anlamı; üstü de tıpkı altındaki kanalizasyonlar gibi olan dünyada kalmaya devam edeceği anlamına geliyordu. Bu katlanılmaz acıyı dindirmek için bin bir yol arayışı içindeydi ve geldiği yere, ilk kahvesini yudumladığı kafeye geri döndü ve bir Türk kahvesi siparişi verdi ve Türk kahvesi geldi. Türk kahvesini içtikten sonra çantasından çıkardığı silahı gırtlağına dayayarak ateş etti ve öldü…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.