- 538 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSMET İNÖNÜ'YE BÜYÜK SALDIRI
İNÖNÜ ZAFERİ’NİN YILDÖNÜMÜNDE İNÖNÜ’YE BÜYÜK SALDIRI
Dr. Sadık Özen
İkinci İnönü Zaferi’nden sonra, Büyük Atatürk’ün “Milletin makus talihini yendiniz” diye telgraf çekerek kutladığı Batı Cepheleri Komutanı İsmet İnönü’ye; bu büyük zaferin yıldönümü günlerinde büyük bir çamur atıldı. İçlerinde Allah korkusu, yüzlerinde utanma ve ar duygusu olmayanlar, düştükleri lağım çukurundan kafalarını çıkararak bu menfur yalanı uydurdular. Gazete diye çıkarılan paçavrada yazılanları ciddiye alarak yanıt vermeye değmez. Zira karşı devrimci bu güruhun yıllardır böyle bir kumpas hazırlığı içinde olduğu bilinmekteydi.
Seçimlere iki ay kala, yeni bir yapay gündem yaratmanın tam zamanı geldiğini düşünmüş olmalılar. Ama bu millet bu tezgaha kanmaz. Nitekim, bu iğrenç haber beklendiğinden de büyük bir tepki yarattı ve sağduyu sahibi halk kitlelerinin infialine yol açtı. Kurulan kumpas geri tepti.
Bir süre önce, kendisini akıllı zanneden bir Deli “Atatürk öldü mü, öldürüldü mü” isminde bir kitap yayınlamıştı. Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı önsözle servis edilen bu kitabı gördüğümde; bunu yayınlayanların amaçlarının ne olduğunu hemen anlamış ve hedefin İnönü olduğunu çevremdekilere söylemiştim. Asıl hedef, İnönü ile birlikte Atatürk ve Cumhuriyettir. Yıllardan beri gösterdikleri büyük çabalar, uydurdukları yalanlar ve attıkları iftiralarla yarattıkları “Kötü İnönü” profilini öne sürerek; Atatürk’ü ve Cumhuriyeti yok etmek, bu hainlerin bir türlü vazgeçemedikleri planlarıdır. Şimdi ben bu konuları bir tarafa brakarak; Atatürk’ün hastalığı ve ölümü ile ilgili gerçekleri bir hekim olarak halkımın bilgisine sunmak ve onları aydınlatmak istiyorum.
İnönü’nün 41.ci ölüm yıldönümü olan 25 Aralık 2014 tarihinde yayınlanan “İÇİMİZDEKİ İSMET İNÖNÜ” kitabını hazırlarken yaptığım araştırmalar ve ulaştığım kaynaklardan bu büyük devlet adamı hakkında oldukça geniş bilgi edindim. Bir taraftan da O’nun Türk halkı tarafından ne kadar çok sevildiğini daha yakından öğrenmiş oldum.
2004 yılında yayınlanan “YANIT” isimli kitabımda, Büyük Atatürk’ün hastalığı ve ölüm olayını bütün ayrıntılarıyla yazmıştım. Daha sonra, bu kitabımı kaynak olarak alan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Sayın Prof. Dr. Eren Akçiçek; benden çok daha fazla kaynakçadan yararlanarak Atatürk’ün hastalık yıllarını ele alan, benim kitabımdan daha mükemmel, çok daha ayrıntılı ve daha kapsamlı bir eser yayınladı. Bu kitaplar, Büyük Atatürk’ün hastalığından ölümüne kadar geçen süredeki bütün safahatı en gerçekçi bir biçimde anlatmaktadır.
İleri sürülen haince ve son derecede çirkin iddialar gerçek dışıdır. Dünya Lideri Büyük Atatürk civa ile zehirlenerek öldürülmemiş, eceli ile Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Atatürk, alkol bağımlılığından değil, olağan dışı yaşamı nedeniyle düzenli ve dengeli olmayan beslenme nedeniyle siroz hastalığına yakalanmıştır. Bütün tıbbi raporlar bunu doğrulamaktadır. Eski Sağlık Bakanlarından değerli bilim adamı Prof Dr. Kaya Kılıçturgay; 20 yaşında, köy kökenli, sıradan 100 askerden aldığı karaciğer biopsileri üzerinde electron mikroskopu ile yaptığı tetkiklerde, 20 askerde kronik hepatit tespit etmiştir. Bu askerlerden hiçbiri bir yudum dahi alkol almamış olup, tamamen dengesiz beslenme sonucu hepatit olmuşlardır. Atatürk’ün hastalığı bu gruptakiler gibi değerlendirilmektedir.
Dolmabahçe’de istirahate çekilmesinden ölümüne kadar geçen sürede yapılan muayene ve konsültasyonlar, ilaç tedavisi ve tıbbi müdahaleler günü gününe Marmara Üniversitesi arşivinde bulunmaktadır. Ben de kitabımı yazarken buradan yararlandım. Sayın Prof. Dr Eren Akçiçek benimkinden daha kapsamlı araştırmalar yapmıştır.
Tüm hastalık süresi boyunca ablası Makbule Atadan ve yaveri Salih Bozok onu hiç yalnız bırakmamışlar ve yanından ayrılmamışlardır. Atatürk, dış ülkelerde tedavi edilmesi hususundaki bütün önerilere karşı çıkmış, kendisini Türk hekimlerine emanet etmiştir. Atatürk’ün hizmetinde bulunanlar o dönemin en değerli Türk hekimleridir.
Büyük Atatürk hasta yatağında yatarken bile ülke sorunlarıyla yakından ilgilenmiş, yaşamı boyunca ülkesi için yaptığı fedakarlıkları hasta halinde bile uygulamaya çalışmıştır. Hekimlerin oybirliği ile yaptıkları yoğu ısrara ragmen Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı konusunda görüşmeler yapmak üzere Hatay’a gitmiştir. Bu seyahat onun için çok sarsıcı olmuştur. Ayrıca, rahatsızlığının yabancılar nezdinde bir zafiyet olarak algılanmaması için, o günlerde yapılan bir futbol maçını bile izleme gereği duymuştur.
Cıva zehirlenmesi meselesine gelince; bu hastalığın tedavisinde ilk olarak istirahat ve beslenme gelir. Beslenme konusunda bütün dikkatin gösterilmesine ragmen, ne yazık ki yukarıda sözünü ettiğim nedenlerle gerektiği şekilde istirahati sağlanamamıştır. Tıbbi tedavi ise o yıllarda, daha çok karında toplanan mayinin boşaltılmasından ibaretti. Bu mayi ya doğrudan karına konulan bir kateterle boşaltılmakta ya da idrar söktürücü ilaçlarla dışa atılmaktaydı. Birinci yol, hasta için hem fiziksel hem de ruhsal açıdan daha sıkıntı yaratıcı olup, zorunlu olmadıkça ilaç kullanımı tercih edilmekteydi.
O yıllarda kullanılan ilan Amp. Novurit adında civa ihtiva eden bir diüretikti. Yan etkileri bilinmekle beraber, sağladığı yarar verdiği zarardan daha çok olduğu için kullanılmasında sakınca görülmüyordu. Zaten bu amaçla kullanılabilecek başka bir ilaç da bulunmuyordu. O dönemde “Karaciğer nakli” gibi tedavi yöntemlerinin olmadığını söylemeye bile gerek duymuyorum.
Söylenen bu tedavi şekli sadece ülkemiz için değil, dünyanın en ileri ülkeleri için de geçerliydi ve siroz tedavisindeki tek yöntemdi. 1970’li yılların sonlarına kadar, ülkemizde ve dünyada; üniversite hastaneleri, devlet hastaneleri ve hekimlerin özel olarak yaptıkları tedavilerde siroz tedavisinde cıvalı diüretikler kullanılmıştır. Nitekim ben de birçok sirozlu hastamda bu ilacı kullandım.
Burada yazdıklarım bilinmeyen şeyler değildir. İnönü’ye çamur atanlar da bu gerçekleri bilmiyor olamazlar. Yapılan bu ithamın nedeni çok açıktır. Cumhuriyete karşı olanlar, cumhuriyetin ilanından itibaren sürekli olarak Atatürk ile İnönü’nün aralarını açmaya çalışmışlar, hatta zaman zaman bu iki büyük insan arasında düşmanlık derecesinde bir husumet olduğunu yaymaya ve halkı buna inandırmaya çalışmışlardır. Bu kötü niyetli insanların asıl amaçları cumhuriyeti yıkmaktır. Eğer Atatürk ile İnönü arasını istedikleri ölçüde açabilmeyi becerebilmiş olsalardı, bunu başabilirlerdi. Zira Türkiye Cumhuriyeti birbirinin en büyük dostu ve aynı ilk eve inançları taşıyan bu iki büyük insan tarafından kurulmuştur. Yıkılmasının da, öncelikle, bu iki insanın birbiirine düşman edilerek sağlanabileceği hesabıyla hareket edilmiştir.
Ama ortaya atılan yalanlar ve iftiralar tutmamıştır. Bilinçli ve sağduyulu Türk halkı bu yalanlara inanacağına, yapılan bu çirkinliğe büyük bir tepki göstermiş, İnönü’yü takdir eden ve sevenlerin sayılarının artmasına neden olunmuştur. Cumhuriyetimizin temeli de daha sağlamlaşmıştır. İşin bu yönüyle, yapılan bu saldırının olumlu sonuç verdiği söylenebilir.
Zira, cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana devam eden bu saldırılar karşısında İnönü sessiz kalmış, kendisine olmadık hakaretlerde bulunan, küfreden, başına taş atan, kurşun sıkanlar hakkında bile şikayetçi olmamış ve haklarında dava bile açmamıştı. Hiç olmazsa ölümünden sonra rahat bırakılmayı hakeden bu büyük insan, tam aksine, içlerinde Allah korkusu olmayanlar tarafından daha büyük saldırılara baruz kalmıştır. Ve onu savunmakla yükümlü olanlar da bu konuda yeterince liyakat ve cesaret göstererek Büyük İnönü’yü savunamamışlardır.
Ancak, sağlığında korumaya gereksinim duymayan İnönü’yü ölümünden sonra koruyan ve adını ebedileştiren dinamikler oluşmuştur. Bu, ona “İkinci Adam” ismini veren Türk halkıdır. Devlet adamlarının en büyük koruyucularının ulusları olduğu unutulmamalıdır. Atatürk ve İnönü örneği bu söylenenlerin kesin kanıtıdır.
Bu vesile ile; İsmet İnönü adını yaşatmak üzere kurulmuş olan “İnönü Vakfı” na bir sitemde bulunmak iisitiyorum. Vakıf tarafından çıkarılan 2015 takviminde Adnan Menderes ve bazı arkadaşlarının fotoğrafları yer verilmesine ragmen bir tane bile olsa Atatürk fotoğrafı yer almamıştır. Bu takvimde içinde 10 Kasım’ın bulunduğu Kasım ayı sayfasında bile Atatürk fotoğrafı bulunmamaktadır. Oysa Atatürk ile İnönü’nün birlikte çekilmiş yüzlerce fotoğraf vardır. Eğer arkasında bir hesap yoksa bu affedilmez bir ihmal ve hatadır.
İsmet İnönü’ye atfedilen ve sürekli olarak politika malzemesi olarak kullanılan haksız ve yalan suçlamalardan biri Adnan Menderes ve arkadaşlarını astırdığıdır. Bu konuda İsmet İnönü’nün idamların infaz edilmemesi için ne büyük çaba göstermiş olduğu Cemal Gürsel Paşa ve Milli Birlik Konseyi üyelerine gönderdiği mektuplarla ispatlanmıştır.
Bu haksız yükün İnönü’nün sırtından kaldırılması son derecede önemlidir. Sözü edilen Takvime Adnan Menderes ve arkadaşlarının İnönü ile birlikte fotoğraflarının konulmasının bu hususta Vakıf tarafından atılmış olumlu bir adım olduğu düşünülebilir. Ancak, neden Atatürk’ün fotoğrafına yer verilmediğinin anlaşılması mümkün değildir. Karşı devrimciler, yaptıkları son saldırıda, bu takvimden acaba kendi yarattıkları Atatürk-İnönü düşmanlığı hususunda bir anlam çıkarmış olabilirler mir? Yani su seçim arefesinde yaratılan yapay gündemin amacı bu olabilir mi? Bunları düşünmek beni son derecede rahatsız ediyor.
İsmet İnönü gerçek bir kahramandı. Bu basitlikleri görünce “Haydi canım sen de” diyerek gülüp geçerdi. O şu anda; oturduğu tarih kürsüsünde, suçluların telaşı içinde olanları izliyor.
Ruhlarınız şad olsun Büyük Atatürk ve İnönü, ulusumuz her geçen gün biraz daha artarak sizlerin özlemini çekiyor. Ölümsüzleşen ruhlarınız şadolsun. İzlerinizde olmaya ve ilkelerinizi korumaya devam edeceğiz. Huzurlarınızda saygı ile eğiliyorum.
10. Nisan. 2014
www.sadikozen.com.tr
www.fikirplatformu.net
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.