- 793 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KALEMLERİN EFENDİSİ
KALEMLERİN EFENDİSİ
Üretken olmak, bir şeyler yapmak, işe yaramak , kendimize, insanlara ,devlete ve millete yararlı olmak içimizde, yaratılışımızda vardı. Ekonomik krizden yeni çıkmıştık. Daha doğrusu çıkamamıştık. Nerede beş kuruşluk bir iş, bir fırsat görsek balıklama üzerine atlıyoruz...
İşte böyle bir günde, arkadaşım Orhan Bey yepyeni bir projeyle geldi: “ Bir kalem işi var, birlikte yapalım’’ dedi. Benim çeşit çeşit, renk renk onlarca kalemlerim var. Onları maharetle kullanırım. Onları karşımda hazırolda durdurabilir, onlarla artistik desenler çizebilir, artistik yazılar yazabilir, hatta siler, temizler tamir edebilirdim ama hiç kalem yapmamıştım.
Belki gümrükten çekilememiş, belki bilinmeyen nedenlerden dolayı yıllar yılı depolarda kalmış, mürekkepleri içinde kurumuş onbinlerce asetat kalemi (çöp) vardı. Onları alıp mürekkeplerini sulandırıp, uçlarını yumuşatıp yazar hale getirerek, çöpleri kalem haline getirerek insanlığın hizmetine sunacaktık. Orhan Beyle ben birlikte bu işi yapmaya karar verdik.
Ben, ışık hızıyla bir günde, bütün Çağlayan ve havalisini dolaşarak, yedi işyeri sahibiyle görüşerek , bu işe uygun 2 işyeri buldum. Orhan bey ertesi sabah geldi. İşyerlerini gözden geçirdi. Bizim pasajın zemin katındaki, dip köşedeki işyerini beğendi. Hem sana yakın, gelip gitmesi ve kontrolü kolay, hem gelen geçen, fazla burnunu sokan olmaz, hem de bekçisi var, akşamları kapanıyor, burası güzel, dedi. Şimdi sıra kalemleri depodan almaktaydı.
Küçük Oğlum Özkan; Baba bu işten para kazanılmaz !, diyerek kesip attı. Orhan Beyle beraber kalemleri almaya bile gitmedi. Onun çok kesin ve katı kuralları vardı. Eğer bir fikir aklına yatmazsa o işe asla elini sürmezdi. Kalemleri almaya gitmedi ama, arabadan indirmeye ve taşımaya yardım etti. Aslında burada kalemlere değil, babasına yardım ediyordu.
Kartonlar, kutular, koliler,atölye dolup taşmıştı. Şimdi sıra kalemlere konacak alkol,mürekkep,kimya ve sulandırıcılara gelmişti. Bu arada ben, bize yardım edecek, birlikte çalışabileceğimiz iki bayan arkadaş buldum. Acaba bu kalemlerin içinde kurumayan ,yazan var mıydı ? Kolileri ,kutuları, kalemleri açmaya ve kontrol etmeye başladık. Eğer yazanlar varsa onları yeniden doldurmak için zaman kaybetmeyecektik. Kalemler yuvarlak ve kesik uçlu olmak üzere 2 model, siyah, kırmızı,mavi ve yeşil olmak üzere 4 renktiler. Elimize bir sürü kağıt aldık. Yazdık, çizdik, karaladık, denedik. Yazanları bir tarafa, yazmayanları diğer tarafa ayırdık. Yazanlar %8 kadardı. Bu, bir çuval pirincin içinde bir tane taş aramak gibiydi.
Bilge Beyden toz boyalar, Ceviz Mobilya’dan boş tiner tenekeleri, Uzman Reklam’dan üzerinde yazıları olan eski plexiglas reklam fonları aldık. Bunların bazılarını küvet olarak, bazılarını masa olarak kullanacaktık. Evden küçük tüpü ve ocağı getirdim. Kardeşim Ali İhsan da eski pleksiglaslardan 4 tane tava yapıverdi. Bunların içine yapılan kalemleri dikey olarak yan yana koyabilecektik.
Orhan Bey bir zamanlar imparator’muş. İmparatorluklar çökmüş, ekonomik krizlerle sarsılmışız, ikimiz de sıfır noktasında, hatta sıfırın altındayız. Onun için her şeyi sıfır maliyetle veya en az maliyetle kurmaya çalışıyoruz. Aşağı yukarı sistem hazırdı. Bunca yorgunluktan sonra bir yorgunluk çayı içmenin vakti gelmişti. Aşağıdan üst kattaki çay ocağına bağırdım: Kalem fabrikasına 4 çaay !.. Beni duyan matbaacı da heveslendi, o da kendilerine çay söyledi: Matbaa fabrikasına da 2 çayy. Biz gülüştük...
Şimdi Orhan Bey’in tabiriyle işi “regüleye” koyacaktık. Orhan Bey hiç duyulmamış bu sözcüğü, işi otomasyona bağlamak anlamında kullanıyordu. Yazanı yazmayanı ayırmak zaman kaybı. Hepsini yeniden elden geçireceğiz, hepsini sökün, süngerleri ve uçları mürekkep küvetlerinde bekletip yeniden dolduracağız, dedi.
Önce siyah kalemlerden başladık. Bayan arkadaşlar kalemlerin bantlarını kapaklarını, sünger ve uçlarını sökmeye başladılar. Pense, ömründe hiç pense kullanmayan bu bayan arkadaşların ellerine çok yakışmıyor uçların bazıları eziliyor, bazıları kırılıyordu. Ben hepsine birden yardım etmeye çalışıyorum. Elim işte, kulağım Orhan Beyde, gözlerim bayanların yaptığı işlerdeydi.
Bir tek sandalyemiz vardı. Onu da salonda ardiyeler arasında bulmuştum. Orhan Bey , Oturan Boğa gibi bu sandalyeye oturuyor, savaşı oturduğu yerden yönetiyordu.
Bir teneke bul, içine 3 lire kadar su koy, suyu ateşe koy. İçine biraz toz boya koy, karıştır...Biraz kaynadıktan sonra içine bir parça kağıdı daldırıp çıkartarak mürekkebin rengini kontrol ediyordu. Az daha, az daha koyup kaynattık,fakat toz boyanın rengi gri den öte gitmiyordu. Bilge Bey boyaları verirken “ Boyaların hepsini kullanmayın, ileriki denemeler için biraz bana kalsın’’ demesine rağmen Orhan Bey , hepsini boşalt tenekeye, dedi. Hepsini boşalttık, kaynattık, karıştırdık, bekledik, ama nafile. Boya bir türlü siyah olmadı.
Tam bu sırada Ispartalı Halit Bey bulunup geldi. Tayfun’un babası olduğunu ve bize yardım edebileceğini söyledi. Orhan Bey hemen onu İpo içinde eriyen siyah toz boya almaya gönderdi. İponun İzopropil alkol olduğunu daha sonraları öğrendik. Siyah kalemlerin sökülen uç ve süngerlerini iki büyük küvete doldurduk. Üzerine alkollerle karıştırdığımız yeni alınan boya eriyiğini döktük. Bir gün beklemeye aldık. Ertesi sabah geldiğimizde küvetteki uçlar ve süngerlerden birkaç tane çıkarıp monte ettik. Sonra bir kağıt alarak denedik. Aaaa yazıyordu. Orhan Bey zafer kazanmış kumandan edasıyla “Tamam, oldu bu iş ‘’dedi. Bu kalemleri yazdırabilmek Edison’un ampulu icat etmesinden, Archimet’in suyun kaldırma kuvvetini bulmasından daha önemliydi bizim için. Her birimiz çocuklar gibi seviniyoruz. Ertesi gün hurraaa canla başla işe koyulduk. Kısa bir zaman içinde beş bin kalemi yapıp kenara koyduk.
Hani güzel bir filmi izlemeye başlarsınız. En heyecanlı bir yerinde “Şimdi kısa bir ara veriyoruz, bizden ayrılmayınız, şimdi rek-lam-laarr “ der ya. İşte tam bu sırada araya Ramazan Bayramı girdi. Biz de bir hafta gibi kısa bir ara vermek zorunda kaldık. Tatil dönüşü küvetlerdeki uç ve süngerler sanki boya içinde değil, çamur içindelerdi. Toz boya pıhtılaşmış, çamurlaşmıştı. Acaba yaptığımız kalemler ne haldeydi. Kontrol ettik. Kalemlerin hemen hemen hiç biri yazmıyordu. Toz boyalar sünger ve uçları tıkamış, boyanın akışkanlığını önlemişti. Böylece beş bin kadar kalemi kızağa çektik ve diğerleriyle uğraşmaya başladık.
Orhan Bey bir gün bana; Mustafa Bey bu iş bayanlarla olmaz. Bu iş çocuk işi, çocuklar önce on-on beş tane bozarlar,fakat sonra öğrenirler ve senin ve benim kadar iyi yaparlar, dedi. Ben bir kağıda 14- 17 yaşlarında bay bayan eleman aranıyor, diye bir ilan yazıp pasajın dışına yapıştırdım. Eşe dosta da söyledim. Hemen 2 tane eleman buldum: Buket ve İbrahim. Eleman değişiminden sonra yeni kadroyla çalışmaya başladım.
Buket küçük yaşında çok çekmiş, boyuna Hakkı Bulut ve Müslüm’ün üzüntülü , kederli arabesk şarkılarını dinliyor, bütün erkeklerden nefret ediyorum, diyordu. Ne yazık ki iş arkadaşı İbo da bizler de erkektik. Bu çaresiz kız eve ekmek götürebilmek için bizlerle çalışmak zorundaydı. İbo ise orta sona giden delişmen biriydi. Yarım gün çalışacaktı. Bu yarım günde de şeytani zekasıyla , çalışmadan nasıl para kazanırım, işten nasıl kaytarabilirim diye planlar kuruyor ve bunu da başarıyordu.
Bir sabah Proje müdürü olarak Orhan Bey, Üretim müdürü olarak bendeniz ofiste toplandık. Bir yandan çayımızı içiyor, bir yandan kalemlerin nasıl yapılabileceği üzerine derin derin düşüncelere dalıyoruz. Bulduğumuz fikirleri birbirimize söylüyoruz. Üzerinde konuşup tartışıyoruz. Orhan Bey konuşurken gözlerinin ta içine bakmamı istiyor. Toplantı hararetle sürüyor. İşte tam bu sırada , geçen haftalarda yoldaki çorap-çamaşır satışlarını tasfiye etmiş, kendini özgür bırakmış olan arkadaşım Ali Bey içeriye giriyor. Toplantının tam ortasındayız, hiç misafir kabul edecek vaziyette değiliz aslında. Ali Bey toplantının öneminin farkında değildi. Sıradan bir gün, sıradan bir oturumdaymışız gibi geldi ona ve bir koltuğa oturdu. Bir çay da ona söyledik. Toplantıya devam ediyoruz. Ara sıra Ali Bey de karışıyor, hariçten gazel okuyor. Ben ara sıra ona da cevap yetiştirmeye, geçiştirmeye , susturmaya çalışıyorum. Orhan Bey’in de gizliden gizliye, yavaş yavaş kızmaya başladığının farkındayım. Ali Beyin sokakta çorap çamaşır sata sata sokak kültürü baya gelişmiş, bayanlarla haşır neşir ola ola çenesi bir hayli düşmüş...Yönetimi ele aldı, sanki müfettiş. Sorular sormaya başladı. Ne sorular, ne sorular...Bu kalemleri nereden aldınız ? Kaça aldınız, Hepsi yazmıyor mu ? Peki yazdırabilecek misiniz ? Kaça satacaksınız? Müşteri buldunuz mu ?... Soruların ardı arkası kesilmiyor. Soruları ben cevaplıyorum. İçimden belki son sorusudur susar da toplantıya devam edebiliriz diye düşünüyorum. Ona cevap vermekten Orhan Beyi dinleyemiyorum. Orhan Bey de sabrının sonuna gelmişti. Toplantıyı kesti, bakışlarını benden aldı, delici gözleriyle Ali Beye baktı , bir iki saniye hiç bir şey söylemeden öylece durdu. Sonra “ Kalemci mi olacaksınız beyefendi,, dedi. Bu çok güzel ve son bir cevaptı. Ali Bey toplantıyı hemen sessizce terketti.
Toz boyalarla kalemleri yazdıramayınca projeyi değiştirdik. Kalemlerin içindeki mevcut kuruyan mürekkepleri sulandırabilirsek o zaman bu kalemler yazacaktı. Yazmakla da iş bitmiyordu. Mürekkebin akışkan olması, hemen uçup gitmemesi ve kalemin kesiksiz sürekli yazması gerekiyordu. Her gün, her gün, her gün yeni yeni projeler üretiyoruz. Orhan Bey her gün gidip yeni alkoller bulup getiriyordu. Bunlar hepsi birbiriyle akraba, şu şunun teyzesisin kızı, öteki bunun kız kardeşi, bu ötekini halasısın oğlu...diyordu. Okuldayken alkolleri okumuştuk ama , şimdi yeniden öğrenci olduk, alkolleri öğreniyor araştırıyoruz. Meğer alkollerin ne çok çeşidi varmış.
Bir sabah Orhan Bey elinde bir poşetle geldi. Poşetin içinde üç tane birer kiloluk cam kavanoz, kavanozların içlerinde ayrı ayrı incelticiler, geciktiriciler, alkoller... MEG – EG vs. vs. “ Mustafa Bey bunların her biri ile her renkten onar tane kalem yap, sonra şununla şunu, bununla ötekini, ötekiyle berikini de azar azar karıştırarak da onar tane kalem yap. Üzerlerine ne ile yapıldığını gösteren etiketler yapıştır, ben yarın öğleye doğru geleceğim ,, deyip gitti. Ben atölyeye indim,akşama kadar uğraşarak toplam 60 Kadar kalem yaptım. Üzerlerine de EG + İPO- EG – MEG – MEG + İPO – EG + MEG gibi etiketler yapıştırdım.
Ertesi sabah Orhan Bey benden de erken geldi. Merak ve heyecan doruktaydı. Getir bakalım dün yaptığın kalemleri, dedi. Ben bir solukta kalemleri getirdim. Önümüze bir tomar kağıt koyduk. Kalemleri iki koldan gurup gurup, tek tek deniyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, karalıyoruz, sürekli sistematik çizgiler yapıyoruz...Yazanları ayrı koyuyoruz. Kavanozdaki ürünlerden biri ile yapılan kalemlerin hiç biri yazmıyordu. Onu hemen üretimden kaldırdık. Orhan beyin yazıyor diye ayırdıklarına ben bir kez daha bakıyor, çifte kontrol yapıyorum. Çünkü Orhan Beyin gözleri uzun yıllar çok şey görüp geçirmiş, yorulmuş,dinginleşmiş ve kanlanmıştı. Kendisi de itiraf ediyordu zaten : Parasızlıktan bir göz doktoruna gidemedik...
Kalemlerle uğraşırken öğle vakti olmuş, yemek vakti gelmişti. Orhan Bey poğaça, ben pilav yemek istiyordum. Ben bir solukta iki ayrı yere gidip yiyecekleri alıp geldim. Orhan Bey; ne kadar çabuk gidip geldin, ben bu kadar zamanda daha aşağıya bile inemezdim, dedi. Yemekleri afiyetle yedik.
Her sabah ofise geliyor, kapının üzerine aşağıda 10 numarada olduğumuzu belirten bir yazı asıyor ve hemen atölyeye iniyorduk. Atölye bir kimya laboratuvarı gibiydi. İki ay boyunca hiç sandalyede oturmaksızın ayakta çalıştım. Kalemleri yapıp yapıp bir kenara istif ediyorduk. Günler günleri,haftalar ayları kovalıyor, zaman çok çabuk geçiyordu. Arayan telefonda bulamıyor, ofise gelenler yerimizde bulamıyordu. Cep telefonum da atölyede çekmiyordu. Telefona bakmak yok, tabela- afiş yazmak yoktu. Gelir kaynaklarımız hepten kurumuştu. Bir pastane keşfetmiştim. Bize hem çok yakın, hem de en ucuz poğaçalar oradaydı. Öğle yemeklerinde çoğunlukla poğaça yiyorduk. İşte yine öğle vakti olmuş, yemek vakti gelmişti. Ben, ne yiyelim arkadaşlar, diye sordum. Buket, ben poğaça yemekten bıktım hocam, dedi. Öyleyse pilav yiyelim, dedim. Pilav yemekten de bıktım, dedi. O günden sonra Buket için bir tabldot firması bulduk.
Boyayla çalışıyorduk. Ne kadar dikkatli çalışırsak çalışalım, illaki iş kazaları oluyordu, el yüz, üst baş kirleniyordu. Önce damatlık elbiselerim, sonra bayramlık elbiselerim boyalanmış, kirlenmişti. Sıra kahverengi takım elbiseme gelmişti. Kravatı da çıkartıp atmıştım. Karizmam hepten çizilmişti. Ellerimde her renk boya mevcuttu. Tamirci çırağı gibi olmuştum. Bu görüntüm epey uzun bir zaman sürüüüp gitti. Şubat ayındaydık. Yeğenlerim Edremit’ten sömestr tatiline gelmişlerdi. Emine, enişte ne bu elin yüzün, üst başın, seni hiçbir zaman böyle görmemiştik, dedi. İşlerin mart ayında bitebileceğini düşünüyordum. Emine’ye, Mart ayında elimizi, yüzümüzü yıkayacağız, dezenfekte edeceğiz, kırklanacağız, sonra hacca gideceğiz, dedim.
Türkiye AB’ye girecek. Günlerce aylarca insanların zihnini, medyayı meşgul eden olay bu. Kalemlerimiz de AB kriterlerine uygun olmalıydı. Yepyeni etiketler bastırdık. Yepyeni koliler yaptırdık. Bir yandan imalat sürerken bir yandan da son kontrolleri yapılan kalemleri ambalajlamaya başlamıştım. Bu arada sanat yönetmeni arkadaşım Halil Bey beni ziyarete geldi. Zaten uzun zamandan beri de bizi izliyordu, kalemlerin hangi aşamalardan geçerek kutulara girdiğinin farkındaydı. Kalemleri yepyeni pırıl pırıl kutularda görünce bizim adımıza çok sevindi. Başaracağınızı biliyordum, sen başarırsın, dedi ve beni yüreklendirdi. AB kriterlerine uygun renk renk kalemler kolilerdeydi. Müşterilere sunmak üzere numuneler de hazırdı. Kalemler; al beni, yaz benimle, diyordu.
Kalemlerle uğraşırken arada bir beş dakika okuyabildiğim gazetelerde bir gün çok enteresan bir dipnot buldum: “Kolay bir işe zor, Zor bir işe kolay diye başla”, diyordu B. Gracian. Bu söz çok güzel bir sözdü. Bu sözü kesip ajandama yapıştırdım. Kolay diye başladığımız iş karşımıza zor olarak çıkmıştı. Bir hafta-on gün diye başladığımız iş bir yılını doldurmuştu. Biz hala kalemlerle uğraşıyorduk.
Şimdi sıra kalemleri satmaya geldi. Arkadaşım Orhan Bey bu kalemleri Laleli’deki büyük ihracatçılar vasıtasıyla dış pazarlara Suriye, Mısır ve Arap ülkelerine hepsini bir seferde toptan satmak için Pazar araştırmaları yapıyor. Kalemleri pazarlamak Orhan Beyin göreviydi ama, ben de işi hızlandırmak için iç piyasalarda pazar arıyorum. Bugünlerde Ofis 1 Stor, MNG Kargo ve Milyoncularla (Ne alırsan 1 YTL) temaslar halindeyim. Bunlardan kesin sonuçlar alamazsak bir B planım hazır. Hatta bir C planı da geliştiriyorum. Kuru kalemler yeşerdiler, hayat buldular. Efendilerine müteşekkirler. Kalemler kesinlikle son kullanıcılarına ulaşacak. Kullanıcılar bu kalemlerle güzel şeyler yazacaklar... Çizecekler...Kalpler, çiçekler, sevgiler...
MUSTAFA UZELLİ
0543 523 48 83
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.