- 1167 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
‘’ATATÜRKÇÜLÜK YA DA SİSTEMSİZLİK İŞTE BÜTÜN MESELE BU! (beşinci bölüm)
Böylece her şey planlandığı gibi Siyonist yapıların, istediği şekilde neticelenmişti ama yine de Siyonistler ve onların ülke içindeki işbirlikçileri için önemli bir sorun vardı. ( Ülkücüler )
Öyle ya, ülkücüler görevlerini yapmış küresel emperyalizme ve ülkedeki Siyonist sisteme karşı olan solcuların saf dışı bırakılıp, ülkeden temizlenmiş olmasında önemli katkıları olmuştu, haklı ve doğal olarak onlarda mükâfatını isteyeceklerdi. Ama öyle olmadı. Örneğin; kamuda memur olma hakları ellerinden alındığı gibi memur olanlarda sakıncalı olarak fişlenip memurluktan atılmıştı. Çünkü ortada ciddi bir sıkıntı vardı. Ülkücüler genelde Anadolu’nun İslami değerlere bağlı muhafazakâr Ailelerinin düşük gelir düzeyine sahip yurt sever evlatlarıydı.
Siyonist yapılarca oluşturulmuş çakma seçkin ulusalcı kesimlerle aynı düzeyde olamazlardı.(!)
kenan evren,‘’Milliyet gazetesindeki röportajının devamında ülkücüler için şu açıklamayı yapmıştı (’’seviyesiz sapık ideolojinin mensuplarını muhatap kabul etmiyorum.’’) her ne kadar böyle desede yinede her ihtimale karşı ilerde herhangi bir sorunla karşılaşmamak adına ülkücüleri de muhatap kabul etmişlerdi. Eh hazır elleri değmişken de solcularla birlikte ülkücüler de toplatılmış,yani ülkücüler de kalın duvarların, demir parmaklıkların arkasına atılmış ve üzerlerine demirden kapılar kapatılmıştı.
Hapishaneler de solcularla birlikte sağcıları da aynı koğuşlara doldurmuşlardı
Bu uygulamayı kamuoyuna ‘’karıştır barıştır’’şeklinde lanse etseler de gerçekte amaçları ‘’karıştır ‘’ KAPIŞTIR’’idi.Asıl niyetleri sağcı ve solcuların bir arada kaldıkları o koğuşlarda çatıştırmaktı. Hatta bunun için el altından koğuşlara, her iki görüşün siyasi içerikli geçmiş sayılı gazete dergi kitap vs gibi yasaklı yayınların, gizlice içeriye sokulmasını organize etmişlerdi. Amaç siyasi bilinç düzeylerini taze tutmak ve çatıştırma ortamına hazır duruma getirmekti.Öyle ya önceden tezgahlanmış böyle bir çatışma ortamının sonrasında o koğuşlardan ne kadar ölü çıkarsa o kadar iyiydi.Böylece kamuoyuna, ‘’bakın!! Biz barışsınlar istedik ama görüyorsunuz bunlar her şart ve koşulda çatışıyorlar onun için bizlerde istemeden de olsa(!) şiddet uygulamak zorunda kalıyoruz’’. Diyerek kamuoyunda bu tür bir algı oluşturmak ve yaptıkları insanlık dışı işkencelerine haklılık kazandırmak istiyorlardı. Ama olmadı hesapları tutmadı.
Gerçi toplumda bazı kişiliği oturmamış ahlaki ve insani değerleri gelişmemiş cunta yalakası korkak insanlar. Bakın!! Karıştırıp barıştırmak istiyorlar bunlar aslında iyi insanlar şeklin de cuntacıların lehinde propaganda yapsalar da toplumun geneli ve içerideki ülkücü ve solcular bu düzenbazlığı yememiş ve bu oyuna gelmemişlerdi.
Bu uygulamada bir düzenbazlık olduğu belliydi. Öyle ya, o insanların çoğunluğu zaten o yasaklanmış yayın organları yüzünden içeri alınmışlardı.
Sağcılarda, Solcularda o dergi ve gazeteleri okudular,ama cuntacıların istediği çatışma ortamına girmediler. Hatta bu organizeyi yapan kuş beyinlilerle alay edercesine o gazete ve dergileri kendi aralarında okuma amaçlı takas bile yaptılar.
Bu durumla ilgili Büyük Birlik Partisi (BBP)nin lideri merhum ‘’Muhsin Yazıcıoğlu bir televizyon kanalının hazırladığı 12 Eylül’ü işleyen belgeselin, kendisiyle yapılan röportaj bölümünde şunları söylemişti; ’’ karıştır barıştır’’ mantığıyla biz ülkücüleri solcularla aynı koğuşlara doldurdular altlı üstlü ranzalarda yatıyorduk. ilk zamanlar aramızda her hangi bir konuşma geçmiyordu. Yaptığımız tek şey konuşmadan koğuşa, gizlice el altından sokulan siyasi görüşlerimize ait gazete ve dergileri birbirimize uzatmak oluyordu. Kurduğumuz tek diyalog buydu. Zamanla küçük çaplı konuşmalar oldu o konuşmalardan sonra (solcuları kastederek) onlarda bizlerde bir şeyi anlamıştık ki hepimiz büyük bir oyunun parçalarıydık.
Evet, merhum’’ Muhsin Yazıcıoğlu’nun röportajda anlattığı o diyaloglar hapsineler de siyasi mahkûmlar arasında o dönem yaşanan diyaloglardı. ‘’Yazıcıoğlunun röportajda anlatmadığı farklı diyaloglarda yaşanıyordu. Örneğin; sorgudan bitkin ve şuurunu kaybetmiş şekilde getirilip koğuşun ortasına atılan insanları siyasi görüşüne bakmazsızın hep birlikte yerden kaldırıp ranzasındaki yatağına götürmeleri gibi.
Fikirler ayrıydı ama şartlar ve insani duygular aynıydı.
O dönem ülkücüler de şiddet görmüş ve zor şartlarda uzun yıllar hapis yatmışlardı. Hapisten çıkan o dönemin ülkücülerinin önemli bir kısmı hapse girmeden önce ülkeyi komünistler den kurtardıklarını Cumhuriyeti koruduklarını sandıklarını, fakat bilmeden Siyonist ‘’sisteme’’ hizmet edip koruduklarını hapiste geçirdikleri mahkûmiyet yıllarda anlamışlardı. O ülkücülerin bir kısmı hapisten çıktıktan sonra aktif siyasetten ellerini çekmişlerdi.
Ülkücülerin İçlerinde de imkânı olanların bir kısmı, Siyonistlerin kontrolündeki çakma ulusalcılar tarafından kullanılmış ve kandırılmış olmanın küskün ruh haliyle yurt dışına yerleşmişlerdi. Yurt dışına çıkma imkânı olmayan Ülkücülerin diğer kısmı da solcularla aynı kaderi yaşamış onlarda iyi kötü bulabildikleri geçici işlerde karınlarını doyurmaya çalışıp ziyan olmuşlardı.
Sonuçta o dönemin solcusu da, sağcısı da mahkûmiyetleri bitip tahliye olsalar da Siyonist yapıların belirlediği şartlara ‘’mahkûm olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdi.
Yani, cuntacıların kendi deyimleriyle gerçekten adaletli davranmışlardı.(!)
Siyonistlerin emrindeki ‘’cuntacılar, insanlara işkence yaparak çeşitli suçları zorla kabul ettirtip hukuku ve insan haklarını ihlal edip suç işlemişlerdir.
Gerçek manada suçlu olup olmadığı bile belli olmayan insanları uyduruk mahkemelerde yargılayıp bir sağdan bir soldan toplamda adli suclularda dahil 49 kişiyi asarak idam etmişlerdi.
Daha da korkunç olanı, insan hakları kuruluşlarının verilerine göre 12 eylül darbesi sonrasında üç milyon insan göz altına alınmış manevi anlamda işkence görmüştü,birmilyon altıyüz bin insan da gerçek anlamda ağır işkence görmüş ve binyüz elli iki kişi de işkence esnasında ölmüştü.(bu istatislik rakamlarına faili meculler dahil değil.)
Ara not; yazı dizisinin bu bölümünün de, darbelerin öncesi ve sonrası dönen entrikaları yazarken o ‘an çok enteresan, bir tesadüf olmuştu. Televizyon da aktüel haber programına katılan balyoz davasının sanığı bir emekli paşa da kendilerine kumpas kurulduğunu söylüyordu. İlahi adalet emrinde oldukları Siyonist yapılar bir biçimiyle onları da içeri atmışlardı. Öyle ya onların emri olmadan darbe yapacaklardı.!? insanın, siz emir almadan yolda bile yürüyemezsiniz diyesi geliyordu ya neyse. Gerçi paşa; efendim, biz kahramanca yattık çıktık falan türünden bir şeyler söylüyordu ama belli ki, seksen darbe sonrası hapishane koşullarıyla Silivrideki hapishane koşullarını birbirine karıştırmıştı. Eğer, o gençlerin yattığı koşullarda yatsalardı hele birde o işkencelerin fazla değil yüzde yirmisine maruz kalsalardı herhalde ne kahramanlıkları kalırdı nede paşalıkları.
Neyse devam edelim,
‘’Ancak hapishanelerde bunlar yaşanırken dışarı da tuhaf bir şekilde solcularında –sağcılarında çakmaları türetilmişti.
Emperyalizme ve Siyonizm karşı olan ezilen halkların işçi köylü sınıfının haklarını savunan gerçek ‘’Solcuların yerine cuntacıları destekleyen Siyonizm’in askerleri olan halktan kopuk, şehirlerin seçkin kafe’lerine barlarına takılan toplumdan uzak entel dantel tuhaf solcular türetilmişti. Bu tür garip solcuların türetildiği gibi,
Türk İslam ülküsüyle yetişen ‘’Ülkücülerin tersine kendilerine ülkücü diyen ve yine cuntacıları destekleyen pavyon fedaileri mafya bozuntuları türemişti. Ülkücülüğü kullanarak çek-senet tahsilâtı yapan ırza gecen tecavüzcüler kendilerini ülkücü diye tanıtıyorlardı.
Ülkücü harekettin önemli isimlerine yani gerçek ülkücülere bile tuhaf gelen, ülkücü felsefeyle uzaktan-yakından bağı olmayan sonradan türetilmiş bu tuhaf ülkücüler toplumda hızla yayılmıştı.
Bu yazı dizisinin ülkücülerle ilgili bölümüne şimdilik ara verip bu satırların altında merhum ‘’Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir televizyon programından alınınmış, birleştirici yapıcı konuşmalarını yazılı metin olarak aktarıp, diğer konularla devam edelim.
‘’Muhsin Yazıcıoğlunun konuşma metni: (=Şimdi, hepimize düşen sorumluluk. bütün bunlardan ders çıkararak, farklılıkları kavgaya dönüştürmeden,, farklı düşünceleri çatışma noktasına taşımadan,Ülkemizi gerçekten demokratik,gerçekten hukuk devleti ilkelerine uygun bir ortama kavuşturarak,birlik beraberlik içinde mutluluğu paylaşmak,sevgileri paylaşmak Türkiye sevdasını paylaşmak,Sagcı, Solcu, İslamcı, Milliyetçi hangi kavramla kendimizi ifade edersek edelim, sonuçta sevdamız Türkiye olsun.Herbir bireyin birbirine kardeşce yapıştığı Bayrağın gönderine birlikte yapışarak,Al Bayrağın gölgesinde mutluluğu paylaşmak lazım,Buna giden yolu açmak lazım.=)
www.youtube.com/watch?v=dh5zECz4G5I
,,,,,,,,,
Ara not; Denilebilinir ki, kuş kadar beyne sahip olduğu idda edilen cuntacılar, bu kadar organize işleri nasıl becerebiliyorlardı? işte orada ülkemizdeki siyonistlerle siyasal ve ekonomik anlamda organik bağı olan Amerikalı strateji uzmanları yani siyasi anlamda ’cıa ’nın yetişmiş elamanları devreye giriyorlardı. Aynı ithal edilen bir sanayi ürünün’ün satış öncesi nasıl kullanılacağının bilgisini vermek için o ülkeden gelen teknisyenler gibi!?
İşkence metotları dahil neyi nasıl yapacaklarını ülkemize gelip emirleri altındaki cuntacılara öğretiyorlardı.Teorik bilgileri bazen işkencelere bizzat girip insanımız üzerinde tatbik ederek pratik eğitimi şeklinde de veriyorlardı.
(Bu düşündürücü durum bir dönem yayın hayatını sürdüren NOKTA dergisinde yayınlanan işkenceci bir polisin itiraflarında da geçiyordu.)
Kaldı ki bu konularla ilgili solun ve sağın o dönemin bürokratı gazetecisi aydını, yazarı çizeri birçok önemli isimleri tv proğramlarında ki reportajlarında bu konulardan yüreklice bahsetmşlerdi. o itiraflarının yer aldığı video görüntülerine de internet üzerinden ulaşmak mümkündür.
,,,,,,,,,
Böylece ‘’Siyonist yapılar ve onların iş birlikçileri için’’ her şey planladıkları gibi gelişmişti.
Gerçi darbe sonrasında ülkenin demokratik gelişimi büyük yara almış ve kıt kanaat ekonomisi talan edilmişti ama olsun ne önemi var öyle ya sonuçta; Ne solcular kalmıştı artık nede ülkücüler her iki tarafta pasifiz’e edilmiş sindirilmişti. yani siyonistlerin ve onların işbirlikçileri için ortalık istedikleri gibi süt liman olmuştu.
Ülkede ekonomik ve demokratik gelişime müsait bir ortam oluşmuştu.(!) Dolayısıyla ülke gelişip küresel manadaki ‘’faiz lobilerine borcunu ödeye bilirdi. Paralelinde ağır hasar alan demokrasi yeniden ayağa kalka bilirdi. Ancak böyle olmadı. Başka bir ifadeyle Siyonist yapılar böyle bir şeye asla müsaade edemezlerdi çünkü ’’faiz den nemalanan Siyonist yapılar için böyle bir durum sürdürüle bilir bir durum değildi. Üstelikte toplumu çatıştırarak istediklerini elde eden Siyonist yapılar için bu huzur ortamının bir başka sakıncalı tarafı da vardı. Kendilerinin kurduğu ‘’Kemalist yapı sorgulana bilir ve geleceği tehdit altına girebilirdi. Çünkü yıllarca ulusalcı söylemlerin arkasına saklanarak toplumu kurmaca olaylarla çatıştırıp kendi varlıklarını korumuşlardı.
Bu nedenle acil bir şeyler yapmak gerekiyordu.
Hiç vakit kaybetmeden yeni bir oluşumun arayışına girdiler plan belliydi kendilerinin kurduğu kukla ve şarlatan tarikatları bahane ederek gericilik ve şeriat tehlikesini kendi basın yayın organlarıyla ve kurmaca filaş görüntülerle pompalayıp toplumu ‘’laik anti laik’’çatışma ortamına hazırlayacaklardı. İltica söylemleriyle birlikte aynı yayın organlarıyla çok tehlikeli bir biçimde de etnik köken kışkırtıcılığı yapıp buna dayalı çatışma ortamının zemini planlıyorlardı.
Sinsice bu işleri organize ederken bir taraftan da,siyasal hayatın içinde olan bazı ‘’Kürtlerle gizliden temasa geçilmişti fakat istediklerini tam manasıyla elde edememişlerdi. Ama olsun yine de arayışlarını bütün hızıyla sürdürüyorlardı.
,,,,,,,,,
Dip not; Milliyetçi hareket partisi MHP’nin bu günkü lideri sn;Devlet Bahçeli’nin ülkücü camiadaki yeri ülkücü dostların takdirindedir. Ancak siyasal anlamda hakkını teslim etmek gerekir ki ülkücülere kol, kanat germiş onları geçmişten gelen engin tecrübesiyle Siyonist çevrelerin kışkırtmalarından uzak tutmayı başarmıştır.(En azından bu güne kadar.) Bu nedenle ülke barışı adına kendisini saygıyla selamlıyorum.
(Devam edecek)
Serhat BİNGÖL 08.04.2015
YORUMLAR
Değerli Serhat Bingöl bey gerek "siyonizm", gerek İsrael-yahudi bağlantısı ve gerekse de pek bilindik protokoller olarak, konuya epey bir zaman ayırmışlığımız vardır.
Bu kadar (geniş) bilgi için yine de teşekkür ederim. Boşuna zahmet etmişsiniz...
Ama anlamadığım, sizin birbirine hiç uymayan teorik kurgularınız !...
Benim anlatma özürlülüğüm olduğu hep söylenir.
Buna aşinayım :)
Ama inanın siz de benden kalmaz durumdasınız, şeklinde şakasını da yapmış oluyorum.
Türklüğü coğrafik, bölge ve "halklar" miliciliğine(!) değin indirgiyorsunuz.
Bunun ırki ve dil temelli milliciliğe alternatif olarak doğru bir şey olduğunu da söylüyorsunuz.
Kemalizm'in buna ajite ve angaje olduğu, edildiğine kadar da işi vardırıyorsunuz.
İyi de, Kemalizm'i ve eseri Türkiye Cumhuriyeti'ni gerek yönetimi tarzı, gerek ulus devlet biçimi ile ve gerekse her türlü diğer antiemperyal anlayışlı uygulamasıyla, yıkmaya ve dönüştürmeye çalışan odaklardan birini de yine "Siyonizm" olarak siz kurguluyorsunuz.
Bu nasıl oluyor?
Ülkemizde bir tane siyonist, yahudi veya İbrani ekol (sağ-sol vs. her türlü olabilir) gösterin ki, Kemalizmi referans alıyor olsun.
Söylemek istediklerinizi net söylemiyorsunuz.
Bizzatihi Kemalizm ve çıkış aklı öyledir anlaşılacak şeyler bile söylüyorsunuz.
Sorduklarıma da, nedense cevap alamıyorum.
Lütfen yazılarınıza yaptığım katkıları tekrar bir gözden geçirin.
Anlamaya yönelik olarak anladımaklarımı da, lütfen netleştirin.
Mesela Atatürk'ün Kemalizm tanımındaki yeri, onun belirleyenliğine göre durum-konum koordinasyonu şekliyle sizce net olarak nedir ?
Ardıllları, yani Atatürk'ten sonra gelenler ne kadar bırakılan öz ve özgüne sadık kalmışlardır ?
Sizdeki (Kemalizm olgusu da) öz ve özgün olarak belirsiz !
Bakalım bir de bu türlü gitmeyi deneyelim.
Belki sonuç alabiliriz.
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 4/9/2015 7:19:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
Serhat BİNGÖL
Katkılarınız için gönül dolusu teşekkürler
Ahmet hocam sabahın bu erken saatlerinde yüzüme hoş bir tebessüm kondurdunuz sağ olun
Madem güne tebessümle başladık sizin ve benim diyalogumuza örnek teşkil edecek aklıma gelen gülümseten bir fıkrayla devam edip sonrada konumuza dönerlim
‘’Aynı evde yaşayan iki arkadaştan biri doktora gitmiş. Doktor bey benim ev arkadaşım sağır kendisini incitmemek için sağır olduğunu söyleyemiyorum. Siz bir ilaç versen izde çaktırmadan onun yemeğine katsam ve iyileşse olmaz mı? Demiş, doktorda hayır öyle olmaz önce sağırlık seviyesini bilmem lazım onu içinde şöyle bir test uygulayacağız. Siz kendisine önce on metre mesafeden seslenin, sonra sekiz metreden, sonra beş metreden iki ve sonrada bir metreden seslenin hangi mesafeden sizi duyuyorsa ona göre tedavi uygularız.
Adamda eve gittiğinde doktorun dediğini yapıp on metre mesafeden arkadaşına seslenmiş ‘’Ali, ne yapıyorsun? Sonra sekiz metreden seslenmiş ‘’Ali, ne yapıyorsun? Beş, iki, bir derken Ali’nin yanına gelmiş yahu Ali, sana deminden beri sesleniyorum ne yapıyorsun diye beni duymuyor musun? Ali’de ev arkadaşının yüzene şaşkın bir ifadeyle bakıp beş sefer sordun ne yapıyorsun diye bende beş sefer kitap okuyorum diye sana cevap verdim demiş,
Sizinle diyalogumuzda bu fıkrada ki gibi oldu.)))))
Sanırım yavaş ve zor olsa da fikir birliğinde olmasak ta galiba orta yolu bulacağız diyelim ve sizin yorumunuz üzerinden yürüyelim.
(=Türklüğü coğrafik, bölge ve "halklar" miliciliğine(!) değin indirgiyorsunuz.
Bunun ırki ve dil temelli milliciliğe alternatif olarak doğru bir şey olduğunu da söylüyorsunuz.
-Evet, aynen öyle
(=Kemalizm'in buna ajite ve angaje olduğu, edildiğine kadar da işi vardırıyorsunuz.=)
''eğer sorunuzu doğru anladıysam!?''
-Hayır tam tersine böyle bir angaje (tahütü) olmadığı gibi ret politikaları uygulayan dışlayan bir yapı olmuştur zaten cumhuriyet tarihi boyunca da angaje etmek gibi bir eylemi de olmamıştır. sadece dikte etmiştir.
(=İyi de, Kemalizm'i ve eseri Türkiye Cumhuriyeti'ni gerek yönetimi tarzı, gerek ulus devlet biçimi ile ve gerekse her türlü diğer antiemperyal anlayışlı uygulamasıyla, yıkmaya ve dönüştürmeye çalışan odaklardan birini de yine "Siyonizm" olarak siz kurguluyorsunuz. Bu nasıl oluyor?=)
- Eh galiba orta yolu bulacağımız kritik öneme sahip sorunuz bu oldu işte benimde bu yazı dizisi boyunca anlatmak istediğim şey buydu Cumhuriyeti kuran ‘’ATATÜRK olsa da vefatından sonra ülkenin anti demokratik yasakçı ve dayatmacı siyasi şeklini belirleyen Siyonist yapılar oldu. Bunu da ATATÜRK’ÜN arkasına saklanarak ve yine kendilerinin oluşturduğu hiçbir siyasi alt yapısı olmayan ‘’Kemalizm’in dayatmacılığıyla yaptılar.
( ‘’Hakkınızı teslim etmek adına burada sizi tenzih ediyorum çünkü sizin böyle bir iddianız ve söyleminiz olmadı)
Toplumun Kemalist kesimlerinde şöyle bir alığı var efendim ülkemizde mevcut demokrasi ‘’Kemalsizim sayesinde olmuştur. Hani insanın siz bununu benim külahıma anlatın diyeceği gerçek dışı bir söylemdir.
Evet, bu ülkede az bucuk bir demokrasi varsa bu ‘’Kemalizm’in bir lütfü değil cumhuriyet tarihi boyunca Atatürk’ün tartışmaya açık yanlış uygulamalarını da içine alan ve milyonlarca insanın canı pahasına ödediği bedellerin bir kazanımıdır. Yani az buçuk dediğimiz oda ne kadarsa artık tartışılır. Sahip olunan demokrasi ne gökten zembille inmiştir nede ‘’Kemalizm’in bir jestidir. dediğim gibi milyonlarca ülke insanın hayatının karamasının sonucunda elde adilmiş kazanımlardır.
(=Ülkemizde bir tane siyonist, yahudi veya İbrani ekol (sağ-sol vs. her türlü olabilir) gösterin ki, Kemalizmi referans alıyor olsun.=)
-Sıkıysa almıyor olsun, gerçek manada bir sosyalist siyasi oluşum var mı? siz bana onu söyleyin ama lütfen ‘’Kemalizm’in gölgesindeki ‘’ İp’ten yeni adıyla vatan partisinden bahsetmeyin yada geçek manada demokrasiyi savunan bir parti veya bir oluşum vesaire bu liste böyle uzar gider. Ha denile bilir ki efendim Cumhuriyeti korumayalım mı? koruyalım tabi ama o zamanda Cumhuriyet’in gereklerine uyarak ülke insanının kendini özgürce ifade edebildiği katılımcı Demokrasiyi geliştirip kimseyi dışlamadan küçümsemeden hor görmeden yapmalım.
Yani hem cumhuriyetten bahsedip hem de yasaklarla dolu baskıcı bir yönetim anlayışını destekleyerek değil. Böyle bir uygulama bizim içimizde ne kadar tutarlı olur ciddiye alınır o tartışılır kaldı ki biz kendimizi kandırsak bile kesin olan bir şey var ki demokrasi kültürünü geliştirmiş medeni ülkeler bu duruma ancak bıyık altından gülerler. Ya da başka yerleriyle
Bu konuları kısmet olursa bir araya geldiğimiz bir ortamda daha geniş bir perspektifte konuşuruz şimdilik benden bu kadar.
Saygı selamlarımla.
Göktürkmen
Durumuzu daha iyi aifade etmiş olmaya matuf olsun.
İnsanların gözlerini bağlayıp, filin karşısına getirerek elleriyle yoklamak suretiyle, dokundukları şeyin ne olduğunu tarif etmelerini istemişler.
Bilirsiniz, filiin bacaklarını tutan mermer sütün, kulaklarını tutan tek kişilik uçak kanadı, hortumunu tutan büyük bir sulama borusuna benziyor filan diye tasvir edilen şeyler söylemişler.
Aslında tanımlayanlar açısından, tuttukları yerden tasvir edince fark oluyor.
Yani tüm benzetmeler doğru.
Göz kapalı olunca, hem bölümsel ve hem de niteliksel kayıp yaşanıyor.
Nicel anlatıma ve "somut" zenginliğin tahayyülüne kalıyor.
Size göre ben, bana göre siz denkleminde de durumumuz biraz, hatta biraz değil epeyce bir bu duruma benziyor.
Bir bütün arıyoruz.
Siz, her derde deva bir kolaylıkla "siyonizmi" bütün kabul ediyorsunuz.
Ben de bunun varlığı konusunda sizinle hemfikirim.
Kemalizm'e indirgeyip bölümü budur diyorsunuz.
Bütün- bölüm eşitlemenizdeki tanımsızlığa katılmıyorum.
Şöyle diyebiliyorum; hayır Serhat bey, bütünmüzde kim- başka çok ama çok büyük parçalar daha var.
Onları da görmeli diyorum.
Konu dizge ve yasa ile açıklanabiliyor.
Böyledir, her yazı altındaki karşılıklı yorum-soruları ve anlaşılamayanları anlaşılır kılmaya yönelik cevaplarla ortak noktaları bulmaya devam edelim.
Şu kemalizm konusuna da tek bir ek yapacağım.
1919-1938 arası olan dışındakiler taksimdir, açılıştır, Kemalizm diye diye anti Kemalizm'dir.
Esenlikle...
Yazıyı ilgi ile okudum. Yorumcuyu da...
Biz,
öyle çeşitli ideolojilerin gölgesinde serinlenen, çetrefilli, gösterişli kelimelerle süslenmiş cümleler üretemiyoruz.
Üretme çabasında da asla olmuyoruz zaten.
Kullandığımız dili,
yurdun her bir köşesindeki insan anlasın çabasındayız.
Bu nedenledir ki,
yine sade Türkçemiz ile aktaracağız düşüncelerimizi.
Önce şunu belirtelim:
Evet, bu yazı dizisinde anlatılan insanlardan biridir bu yorumun yazarı.
Her ne kadar hapishanelere düşmemiş, işkenceler görmemiş ise de,
yaşanan olaylara kendisi bizzat şahit olmuştur.
Güzel bir yazı dizisi.
Biz eskiler,
okuyup acı anıları tazeliyoruz. Günümüzdeki yaşama biçimimizi şekillendirmek için,
o günlerin yanlışlıklarından dersler alıyoruz.
Yeni nesillerin aynı hatalara düşmemesi için elden geldiğince çaba sarf ediyoruz.
(Bahçeli'nin siyasi kimliğini beğenmiyorum. Ancak, yukarıdaki son cümlenin hayata geçirilmesi konusundaki gayretlerini inkar etmek haksızlık, insafsızlık olur.)
Yukarıdaki yazının geneli hakkında bir yorum yapmaya gerek yok.
Tarihimizin acı gerçeklerinin, anlaşılır, açık-seçik vaziyette dile getirilmesidir olay.
Ben,
sadece iki cümleye değinmek istiyorum.
Birincisi;
'Ülkücüler, genelde Anadolu’nun İslami değerlere bağlı muhafazakâr Ailelerinin düşük gelir düzeyine sahip yurt sever evlatlarıydı.''
Bir kaç kez okudum bu cümleyi ve o günlere aktı gitti düşüncelerim.
Gerçekten de çok güzel bir tespit. Hiç zengin, varlıklı kimse yoktu etrafımızda. Gerçekten de Anadolu'nun, muhafazakar fakir insanlarının, memleketini çok seven çocukları idik hepimiz.
Duygulanmadım desem yalan olacak.
İkincisi;
Muhsin Yazıcı olayı.
Öyle bir yüce gönüllü insan ile tanışabilme fırsatı yakalayabildiğim için, gerçekten kendimi mutlu sayıyorum.
Ve,
yokluğunu çok hissediyorum.
Tüm ülke hissediyor.
Bu bölüm, nedendir bilinmez,
çok etkiledi beni.
1980 yılında, siyasi aktivitesini noktalayan bir ülkücü olarak, kendimi buldum içinde galiba.
Güzeldi.
Serhat BİNGÖL
O yıllarda ne yazık ki insanlar tarifsiz acılar çektiler ve maalesef yakın çevremizden dostlarımız okuldan öğretmenlerimiz ve semtimizden ağabey dediğimiz arkadaşlarımızla birlikte bizlerde ailece payımıza düşeni aldık. Özetle herkes kendi çapında bedel ödedi.
Aslında o yıllarda daha gencecik hatta çocuk sayılacak yaşta uğradığım şiddeti yazı olarak hiç kurgu katmadan olduğu gibi hatta tersine şiddet içeren belli bölümlerine oto sansür uygulayarak kaleme almayı düşünüyorum. En fazla farklı isim kullanarak çünkü yazıda anlatacağım olaylar gerçekten inanılması zor şeyler, dolaysıyla okuyucunun ajitasyon olarak algılanmaması yada manasız yorumlara çekilmemesi için, Olur ya belki bir nebzede olsa yeni nesillere örnek teşkil ederde aynı ülkenin evlatları olarak kışkırtmalara gelmez ve birbirlerini siyasi düşüncesine bakmaksızın insanlıklarıyla sevmelerine katkısı olur.
Her zaman yorumunuzla sayfamı onurlandırdığınız için çok teşekkür ederim Gökhan hocam sağ olun
Saygı sevgilerimle.
Adam Smith'in "Görünmez El" ilkesi gibi bir şey sanırım sizin bu "Siyonizm"...
Yani Hobson'un emperyalizm teorisini "Johannesburg Telefon Rehberi'ndeki kişilere bakarak kurguladığı biliyoruz.
1901-1903 filandır. Hatta Lenin ve Rosa ve bizde de Dr. Kıvılcımlı teoriyi müthiş ilerletmişlerdir.
Sürekli devrim varsa, sürekli karşı devrim vardır.. sürekli emperyal ve kapital sömürü varlığı gibi ya da...
Bir başka boyutta, bağlantılı siz söylemle sürekli "siyonizm" gibi...
Niye siz de emperyalizm ve kapitalizme, sömürgeciliğe versiyonist bakma olarak değil de "siyonizm" olarak çözümlüyorsunuz, anlamıyorum?
Oligarşiyle de ilgisi var.. rol ve model olarak; Türk toplumuna sağ veya sol skalada rol ve model olanların ortak ticari ve kapalı grup sınıf bileşenliği gibi bir "siyonizm"in; onu da hiç değerlendirmiyorsunuz.
Okuyoruz. Bunların Kemalizm'le ilintisi belirsiz, Kemalizm'in ilkesizliği iddiası ve çoklu etkilenmişlik boyutunda eklektik bir ideoloji oluşu kurgusuyla süren bir yazı dizisi oluyor
Kolay gelsin, esenlikler.
Göktürkmen tarafından 4/8/2015 10:06:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
Göktürkmen
:) Komplo teorisi gibi...
Serhat BİNGÖL
(=Adam Smith'in "Görünmez El" ilkesi gibi bir şey sanırım sizin bu "Siyonizm"...)
Bu sözleri söylerken şaka yapıyorsunuz değil mi?!!
Ancak şaka yapamadığınız ihtimaline karşı naçizane bana ait olmaya üç bin yılık ‘’Siyonizm’’gerçeğini başara bildiğim ölçüde kısa bir tarihçesini anlatıp, tanımını yapayım. Fakat bu tanımı yapmadan önce parçaları birleştirip bütünü oluşturmanız adına naçizane kaleme aldığım ‘’Analiz’’adlı yazımı okumanızı tavsiye ederim.
‘’Siyonizm’’
(siyon) İbranice bir kelime olup kelime kökünü Yahudiler için efsanevi bir kutsallığı olan ve Kudüs’te var olduğu iddia edilen siyon dağı ve kalesi’nin adından alır. Aynı zamanda İsrail oğullarınca o dağın eteklerinde kurulmuş o kalenin içinde yaşayan ve Yahudi olan, İsrail oğullarının Kudüs’e gelmesini bekleyen bir nevi öncü kuvvet olan kutsal halkın adını da sembolize eder ‘’siyon halkı’’ Yahudiler, efsane olarak üretilmiş o halktan bahsederken ‘’ siyon oğulları’’ ve ‘’siyon kızları’’ olarak bahsederler. Her ne kadar efsanede olsa Yahudiler bunu içselleştirmiş ve kutsallaştırmıştır.
Hemen her halkın bu tür efsaneleri vardır buraya kadar bir sorun yok sorun nerde başlıyor?
1893 yılında emperyal siyasal bir yapıya dönüştürülmesiyle.
Nathan Birnbaum’un yayınladığı “Die Nationale Wiedergeburt der Juedischen Volkes in seinem Lande als Mittel zur Loesung der Judenfrage” (“Yahudi Sorunu’nun Çözümüne Yönelik Olarak, Yahudi Halkının, Anavatanında Yeniden Doğuşu”) isimli risalesi ile siyasal bilimler jargonuna girmiştir. Nathan Birnbaum daha sonra “Siyonizm”i siyasi bir hareket haline getirerek filistinde bir yahudi devleti kurmanın hedefiyle Yahudi siyasi hareketine dönüşmüştür.
Bu hareketin bilinen en temel öğretisi dünya siyasetini elle geçirmektir. Bu doğrultuda dünyaya yayılmış Yahudileri örgütleyip başta ekonomik güç oluşturmak ve bunun parelerinde savaşları başlatıp o ülkelerde iç karışıklık çıkarmak suretiyle istikrarı bozmak ve önceden içine nüfuz ettikleri ülkelerin içerisinde ki işbirlikçileriyle siyasi yapısına kendi çıkarları doğrultusunda yön vermektir.Bu paronaya falan değildir adamların siyasal anlamda açık net hareket biçimleridir.
İşte ‘’Kemalizm de bu yapıların oluşturduğu hiçbir ideolojik kökeni olmayan sadece beyin yıkama yöntemleriyle toplumda siyasi baskı unsuru olara kullanmaktır. Yani ne-i düğü belirsiz siyasallaştırılmış Siyonizm’in çıkarlarına hizmet için kullandıkları bir argümandır. Daha nasıl açık ifade edilir doğrusu onu da bilmiyorum.
( Bu Atatürk’e karşı olmak olmadığı gibi herhangi bir çekincede içermez)
Bu yazı dizisinin 1.ve 2.bölümünde Atatürk’ün ilkeleri diye bilinen ilkelerin farklı ideolojilerin alt prensipleri olduğundan bahsetmiştim. Ama yinede kısaca değineyim, örneğin; Cumhuriyet’in ilkelerinde (Irk) esasına dayanan milliyetçilik olmaz. Sadece vatan milliyetçiliği olur. Başka bir örnekte; Halkçılık ilkeleriyle laiklik bir arada olmaz. eğer halkçılıktan bahsediyorsanız o halkın dini öğretilerini de siyasal anlamda önde tutmak gerekir. Mesela mecliste kutsal kitaba el basarak yemin edilmesi kültürel ve yöresel kıyafetler giyile bilmesi vs gibi neticede; bunlar benim şahsi düşüncelerim değil o ilkelerin bağlı olduğu rejimlerin üst prensiplerinin filolojisinin ve Paradigması’nın bir sonucudur. Ha derseniz ki böylede olur etimoloji,anlamlarını bir önemi yoktur buna diyecek bir şeyim olmaz ama siyaset bilimine ve onun kronolojik dizilimine terstir ama olur mu olur.
Son olarak ta yazının ilk bölümünde verdiğim örnekte olduğu gibi (Cumhuriyetçi sosyalistler olarak Atatürk’ün ilkelerine bağlıyız sözü apsürt durumdur.
Sokak jargonuyla ifade etmem gerekirse cacıkla, kompostoyu karıştırmak gibi bir şey olur.
Dediğim gibi bu konuların kısa bir açıklamasını önceki bölümlerde yapmıştım. Daha derin açılımını bu yorum köşesinden yapmak gerçekten zordur.
Çeşitli kaynaklardan faydalansam da düşüncelerim lise çağlarımdan bu yana naçizane şahsıma ait değerlendirmelerdir elbette düşüncelerim tartışmaya da açıktır.Bu nokta da Size de âcizane tavsiyem resim öğretilerin dışına çıkmanızdır.
İlginize yorumunuza çok teşekkürler
Saygı selamlarımla.