- 1659 Okunma
- 9 Yorum
- 9 Beğeni
KIZIN BAHÇESİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kuş uçmaz kervan geçmez bir köyden geliyordu. Yüreğinin dışında hiç bir varlığı yoktu. Kendine yetecek kadar mütedeyyin ama son derece gururlu ve mağrurdu. Sol yanından deniz, sağ yanından dağlar akıyordu adeta. Yol bitene kadar otobüsün camından denizi izledi dönüp bir kez olsun sağ yanına bakmadı, zira çocukluğu dağda bayırda geçmişti denizi ilk kez görüyordu. Güneşin doğduğu yöne doğru gidiyordu.
Denizi görmeyen ama deniz kokusunun rahatlıkla hissedilebildiği küçük, mütevazi bir kasaba idi geldiği yer, kasabada bir kaç günlük işi vardı. Her şeyi ile farklı bir coğrafyaya gelmişti.
Her gencin hayalidir güzel bir bahçe ve her genç işlenecek bir bahçenin bahçıvan adayıdır.
Kasabada gezerken tıpkı hayalindeki gibi güzel bir bahçe görür ve bir anda bahçeye hayran kalır, bahçenin sahibi genç, çok güzel, çok kibar, alımlı bir hanım efendidir her fırsatta yolunu bahçenin kenarına düşürüyor dakikalarca bahçeye bakıp kendi kendine bahçeyi şekilden şekle sokuyordu; şuraya gül, buraya papatya, şuraya selvi... uzayıp gidiyordu hayalleri.
Kasabada zamanı azalıyordu, ama bahçeyi ve orada inşa ettiği hayalleri ortada bırakıp gitmekte istemiyordu. Kararını vermişti sahibine açılacak bahçesine talip olduğunu mutlaka söyleyecekti en azından bunu kendi yüreği ile ileride kavga etmemek adına yapacaktı. Yapmasına yapacaktı ama bahçe çok kıymetli idi bunu biliyordu, çokta pahalı olmalıydı. Ama bahçıvanlık becerisine ve kurduğu hayallere güveniyordu, belki bahçenin sahibi güzeller güzeli genç kızı bahçesine dair hayalleri ile ikna edebilirdi. Evet deneyecekti. Ama nerede ve ne zaman? bu işten kimselerin haberinin olmaması gerekiyordu.
Ertesi gün kızın şehre ineceğini haber aldı. Bahçıvan için kaçırılmaz bir fırsattı, kendine bir sebep uydurdu ve sabah erkenden kalktı. İçi içine sığmıyordu kısa bir takipten sonra kızla aynı otobüse binmeyi başardı, utangaç tavırlarla yanına oturdu. İçinde heyecan fırtınaları kopuyordu, daha önce hiç tatmadığı duygularla hemhaldi. Çoğu yarım ve devrik cümlelerle havadan sudan konuşarak şehire indiler. Kızın işleri vardı, genç bahçıvanda işi varmış gibi davrandı ve belirledikleri bir saatte buluşmak üzere ayrıldılar. Aslında bahçıvanın tek işi, tek amacı genç kızın o güzel bahçesi, bahçenin gizemi ve esrarı idi. Sırf bu yüzden inmişti şehre. Bahçıvan için zaman bir türlü geçmiyordu, sanki aylarca, yıllarca bekleyecekti. Nihayetinde öğleni biraz geçe denizin kenarında bir sahil lokantasında buluştular. Genç kız gelip, bütün ihtişamı ve asaleti ile masaya oturdu. Bahçıvan boncuk boncuk terlemeye başladı, kızı beklerken defalarca provasını yaptığı cümlelerin hepsini unutuverdi bir anda. Hem mümkün müydü kızın güzelliği karşısında öyle uçsuz bucaksız bir öz güvenle konuşabilmek. Masada bütün şanslar kızdan yana dönmüştü zira bahçıvan heyecandan düşündüğü hiç bir şeyi kıza söyleyemedi. Zorla ve ölürcesine
“Bahçen” dedi;
Zaten kız güzel olduğu kadar zekidir de; durumu çok önceden anlamış olmalı ki bahçıvanın sözü bitmeden
“imkansız” dedi
“Ben” dedi bahçıvan
“Ben”
...
Kız yine lafını kesti gencin.
“hayır” dedi
“Benim başka planlarım var, şimdilik bahçemde bir bahçıvan düşünmüyorum ve bahçemi bir müddet nadasa bırakacağım”
Genç bahçıvan (İstediğin kadar bekleyebilirim manasında)
“Sonra”
“Sonra olsa?”
“Olmaz” dedi kız.
Nuh diyordu peygamber demiyordu. Gencin boz kırlardaki cevvalliği hiç bir işe yaramamıştı
Kısacası kızın tartısına bahçıvan çok hafif gelmişti ama kız çok kibar ve asildi, asaletli bir aileden geliyordu bahçıvanı kırmak istemiyordu lafı dolaştıra dolaştıra kendisini reddetti. Yüreğinde kilerin kıymeti harbiyesi olmadığını anlayan bahçıvan sustu, halbuki neler anlatacaktı ona ikna için, ne diller dökecekti, hepsinin planını ince ince yapmıştı ama kendini dahi anlatamadan umutları kırılmıştı. Her şey bir anda içine gömülüverdi. Bütün türküleri boşa gitti bir yüzü yanık. Deniz kabarıp üzerine taşmıştı sanki. Kızın nezaketi ise bir başka yaraladı bahçıvanı; keşke bağırıp çağırsa idi, kovsa, küfretse idi diye geçirdi içinden.
Bahçıvanın çabaları beyhude kaldı. Kasabada geçirdiği bir kaç günde yılları kucaklayacak öyle güzel hayaller kurmuştu ki. Lakin hayalini kurduğu o bahçenin aslını masada bırakıp bir nüshasını cebine koydu ve kızın ayaklarına serdiği gururunu toplayarak masadan kalkmak zorunda kaldı. Kızın bütün çabasına ve iyi niyetine rağmen incinmişti. Bir daha geri dönmemecesine ve arkasına bakmamacasına yürüyüp gitti sahil boyu. Ne denizin maviliği, ne araba kornaları, ne gök yüzü; hiç biri umurunda değildi. Yüreği avuçlarında titriyordu, hiç ummadığı bir şehirde ve umulmadık bir şekilde tutulmuştu, tutuklanmıştı artık yıllarca sürecek bir tutsaklığın eşiğinde tökezleyip düşmüştü. Bir yanı eksik, Martı çığlıkları arasından kaçıp gitti. Bu kez güneşin battığı yöne gidiyordu ve hep soluna bakıyordu yem yeşil dağlara, aslının tezahürü renklere bakıyordu ama ne yapsa denizin kokusu geliyordu yüreğine yosun kokuları ile karışık.
Yıllar bir birini kovalıyordu genç bahçıvan o gün çimen kokusuna, çiçek kokusuna, gül kokusuna ve yar kokusuna karışıp içine sinen denizin kokusunu hiç unutamamıştı. Orada yüreğine çizdiği resmi bir türlü yırtamıyordu. Onun için o kadar güzel bir tablo idi ki, yüreğinin en güzel yerine astı ve hiç bir zaman indirmedi. Kız için belki anlık bir olaydı, belki bir daha hiç hatırlamadı bile ama bahçıvan bir türlü yüreğine söz geçiremiyordu her şeye rağmen uzaktan uzağa hep içindeki o tabloya bakıyordu. Kızın bundan hiç bir zaman haberi olmadı. Hiç bir zaman bilmedi çok kıymetli bir yerde gün geçtikçe büyüdüğünü. Bahçıvan İstese kızı görebilirdi hatta her şeye rağmen şansını yine deneyebilirdi ama çok gururlu ve prensip sahibi idi. Gitti ve dönmedi.
Aradan yıllar geçti her şey küllenmiş gibi görünse de küllerin altında kimsenin göremediği yalnız bahçıvanın hissettiği ve yalnız onun yüreğini kavuran ateş hala yanıyordu. Bir gün, beklenmedik bir şekilde bir tesadüf eseri bahçıvanla kızın yolları teğet geçer, bahçıvan çok heyecanlanır, yıllardır içinde hayalini taşıdığı o bahçeye uzaktan da olsa bakmak ister, hep içinde taşıdığı ama yüzünü yıllardır görmediği o yüze çok yakındı artık. Gönlü bahçeye, gururu uzağa çekiyordu bahçıvanı. Bu kez gönlü kazanmıştı. Ürkek adımlarla bahçenin kenarına yaklaştı ve kaçamak bakışlarla bahçeyi süzmeye başladı. Yıllar önceki anı yaşıyordu sanki. Yıllardır içinde taşıdığı resmin aslı duruyordu karşısında, o genç ve alımlı kız her ne kadar yetişkin bir kadın olmuş ve yılların yorgunluğunu yüzünde taşıyor gibi görünse de hala çok güzeldi. Kadını hemen tanıdı, ona baktıkça yüzünde bahçenin o eski güzel kızını görüyordu. Bahçenin artık öyle hemen atlayıp girilecek bir yanı kalmamıştı. İçeri girmek imkansızdı hem kendi tarafından hemde kadının tarafından kele gibi iki duvar yükseliyordu bahçenin kenarlarında. Tek şansı kadını gördüğü o küçük pencere idi, cama yanaşıp kıt kanaat şöyle bahçeyi bir süzdü. O yoz bahçede belli belirsiz ayak izleri, güzellik adına bahçenin ortasında yalnız iki güzel çiçek ve yorgun bir kadın görünüyordu. Baktı, baktı, baktı... Denize doğru dönerek derin bir nefes çekti ciğerlerine ve ağzından gayri ihtiyari şu sözler döküldü;
“Yosun kokularına karışıyor
Çimen kokusu
Çiçek kokusu
Gül kokusu”
Kadın bahçede pür dikkat kesildi, sonra gülümsedi, sese yanaştı sağa sola bakındı, sesin sahibini göremedi. Zaten kim olduğunuda pek irdelememişti çünkü bahçıvanı bir daha hatırlamamak üzere unutmuştu. Hayatında pek bir ehemmiyeti de yoktu, hatta hiç olmamıştı. Ama bahçıvanın dudaklarından dökülen sözler çok hoşuna gitmişti. Yürekten geliyordu. Yüreğine dokundu adeta gönlü okşanmıştı, kısık bir sesle “bende, bende toprak kokusunu ve çimen kokusunu çok severim” dedi bahçıvanın duyacağı şekilde. Bahçıvan yılların içinde biriktirdiği hasretle derin bir ah çekerek keşke hiç gelmeseydim dedi sonra kendi hayallerine göre bakımsız kalmış bahçeye, iki çiçeğe ve kadına bakıp “kalk” dedi “ kendi kendine “Kalk gönül vakit gitme vaktidir” sonra kadına takıldı gözleri tekrar. Bahçenin ortasına oturmuş yüzünde tatlı bir tebessümle parmağı ve başı ile bir ritim tutturmuş gözlerini ayırmadan aynı noktaya bakıyor, hafif hafif sallanıyor ve işaret parmağı ile toprağa belli belirsiz şekiller çiziyordu. Bahçıvanın gittiğini sanıp aynı sözleri fısıldadı.
“Yosun kokularına karışıyor
Çimen kokusu
Çiçek kokusu
Gül kokusu”
Bahçıvanın niyeti hiç bir şeyi açık etmeden gitmekti, onu asla üzmek istemiyordu, üzemezdi, yüreği buna müsaade etmezdi. Çünkü yüreği hep kızdan yana kendi ile savaşmıştı yıllarca. Fakat birden durdu ve “Hayır” dedi
“Hayır; ben bu yükü buradan öte taşıyamam, içimdekileri artık asıl sahibine verip hafiflemeliyim” evet; kadının bu işte hiç bir suçu yoktu ama olsun biraz da o taşısındı niyeti. Taşımasa da icabına baksın...
Bahçıvan yüreğinin en derininden gelen bir sesle uzunca bir ağıt döktü kadına
Senden kalan bir sahil lokantası
İki sandalye
Bir masa...
Onlarda olmasa!!!
Uzak bir pencereden bakıyorum sana
Ellerin, saçların,
Yüzün aynı
İncecik parmakların
Kibar gövden
Yaprakların
...
Benim gözümle görsen
Yaprakların ne çok sen.
Ben bir dağ çiçeğiydim
Sen üstümden geçip giden kırlangıç
İsyanları kendime büyüttüm hep
İntiharları öfkeme
Sevgiyi sana...
Sanma seni unuttum.
Şu kaderin cilvesine bak
En sevdiğim sayfaları çeviriyorsun sen
O nazik, ince parmaklarınla
Bense senin sevmediğin yerdeyim
Bir köy tuvalinden gülümseyen kabalığımla.
Şiire iltica sebebimsin
Senden kalma bir ihtilalin sancısı bu
Sen gidince bir şehir yıkıldı içimden.
Bir deniz kabarıp taştı sokaklarıma
Sahilinden yürekli bir çocuk geçti
Martılarla çığlık çığlığa.
O buz tutan gecelerde
Bir serçenin yakarışıydım hep
Bir çocuk ağlamasıydım cami avlularında
Kır çiçekleri kadar beyaz.
Alıp gittin ellerini
Ellerim göğsümde öldü heyhat.
Bu kaçıncı şiirim sana
Kaçıncı yazıp yırttığım sen
Bütün türkülerim boşa gitti bir yüzü yanık.
Sırtıma yirmi üç mevsim
Yirmi üç zemheri giydim ben
Üşüdüğüm bütün kentleri yıkmak geçiyor içimden.
Şimdi ellerin ellerimde olmalıydı
Adını alenen yaza bilmeliydim şiirlere
Duvar diplerine sinmiş bir militan gibi
Göğsümde yasaklı kalmamalıydı yüzün
Her yeri maviye boyamalıydık
Ve bir kuş kadar özgür olmalıydı aşk.
Şimdi toprak kokularını seviyorsun umarsız
Yüreğin çimen kokularına vurgun
Bense denizin kokusunu sevdim hep
Deniz kokulu saçlarına vurgun.
Bu hazan ikliminden, yüreğine sıkıyorum bu şiiri
Belki saçlarını okşayacak bir gece vakti
Belki gözlerine dokunacak benden
Belki yüreğini yağmalayacak uzak şehirlerden
Bu gün bütün nüshalarını yaktım sensizliğin
Artık ne kadar vursan ölmem ben
Haydi çek silahını
Vur mısralarımı
Vur şiirimi YÜREKLİYSEN.
kadının elleri ayakları titriyordu bir anda buz kesildi önce bir anlam veremedi olup bitene sonra bahçıvanın sözleri ışığında hafızasını yokladı ve kendi kendine,
Sahil? Sandalye? Masa? diye mırıldandı.
Olamaz! Dedi, olamaz!
Kadın bir yandan sesin sahibini tanımaya çalışıyor, bir yandan da kafasında beliren ihtimali var gücü ile ezmeye çalışıyordu. Nasıl olur? olamaz topu topu yaşanmış, hatta hiç yaşanmamış bir kaç gün.
Ama yıllarca sönmeyen bir ateş?
Olamaz! olsa bile nasıl olur diye kendi kendine bir müddet mülahaza etti. Yaşadığı şoku biraz olsun atlattıktan sonra sesin sahibinden emin olmuşcasına karışık duygularla bir şarkının şu sözleri ile pencerenin ötesine seslendi;
...
“Eskiye dalıyor gözüm
Dalmasın da ne yapsın
Bu gün günlerden o gün sanki
Döndün, ayaktasın”
...
Bir müddet sustu kadın. Sonra pencerenin altından o ince nazik parmakları ile bir not itekledi dışarıya doğru,
“Kalp bir bahçe gibidir
Orada mutlaka güzel şeyler bitecektir
O halde güzel şeyler ekin
Güzel şeyler bitsin”
Bahçıvan kağıtta yazan bu kısa ama öldürücü yürek sesini büyük bir kederle okudu.
Bahçıvanın kadına sıktığı kurşun yine dönüp kendini vurmuştu.
Kadın titrek bir sesle sordu.
“Neden geldin?”
Cevap gelmedi
Kadın bu sefer yalvaran bir tonla tekrar sordu
“Neden”
Bekledi...
Duvarın arkasından ses gelmiyordu. Kadın sonunda yüreğinden dışrı çıktı, bahçıvanın gözleri maviliklere bakıyordu. kadın ise o an yüreğine dolan bütün keşkeleri ile bahçıvana bakıyordu gözleri avucundaki kağıda ilişti, uzandı, ellerini avuçladı ve kağıdı aldı baktı ve hıçkırmaya başladı. Okudukça hıçkırdı.
...
Bu hazin bir aşk hikayesi
Yitik bir sevdanın öznesiyim
Sırtımda yıllanmış bir veda
Ne olur sebebini sorma
Ölürüm
Ölürüm yoksa
Senden sonra sürgün yedi gözlerim
Uzak diyarlara gitti ıssız bakışlarım
Düşlerim alıp götürdü beni bilmediğim yerlere
Yol boyu seni taşıdım içimde
Şimdi hurda bir yürekle geldim sana
Ne olur sebebini sorma
Ölürüm
Ölürüm yoksa.
...
Kadın sebep sormuştu...
Bahçıvan artık özgürdü...
Kadın tutsak...
Kadının bahçesi yanıyordu,
Kadın ağlıyordu...
Aydın YÜKSEL- ANKARA
06.04.2015- Pazartesi
YORUMLAR
Çok güzel bir hikaye olmuş...
Şiir gibi akıcı... Ben yeni okudum ve o yüzden geç geldi yorumum.
TEBRİKLER!
Aydın YÜKSEL
Yazı güzelse
Bilinki payınız var.
Yorumlar ki
İçimizden aynalar
Her baktığım aynada
Yüreğinizden bir güzellik var.
Teşekkür ediyorum Billur hanım. Yüreği güzel insanla kavgada kıymetli olur. Saygılar.
Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız varmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza gönlünü kaptırmış, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka biriyle evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.
Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar aşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş. Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam sormuş:
- Sen ki hiç birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle biriyle evlendin demiş?
Kız da ona:
- Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin, yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.
Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel kocaman pembe bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda yaprakları solmuş cılız bir gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.
Kız gülü almış ve adama demiş ki:
- Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.
Yazınızı okuyunca aklıma bu öykü geldi.. Kutlarım gönülden.
Hayat akarken birçok fırsatla karşılaşırız. Kimimiz fırsatların değerini bilir, kimimiz ise birçok fırsatı kaçırıp görmeden yanı başından geçip gider. Ömür dediğin yoldan geçerken aynı şartlar altında bir daha geçemeyiz. Bir hedefe öylesine kilitleniriz ki karşımıza çıkan diğer fırsatları kaçırırız. Bir gün bir bakmışız hedeflediğimiz noktadan da uzaklaşıp çok farklı bir noktaya gelmişiz. Hayatımıza dönüp baktığımızda geriye kalan sadece kaçmış birçok fırsat ve bize kalan içimizi kemiren “KEŞKE” diye yankılanan düşüncülerimiz.
Tebrikler Aydın Yüksel. Hazin, duygusal, lirizm markajlı bir aşk öyküsü bu... Şiirleriniz de öyle... Cümleleri biraz daha kısa tutar, nokta ve virgüllerin yanı sıra zamanları birbiriyle daha uyumlu hâle getirebilirseniz sihirli, çok etkileyici öykülere imza atacaksınız. Haddim olmayarak, hoş göreceğiniz umuduyla selamlar, saygılar...
Aydın YÜKSEL
Güzel bir müzik eşliğinde bu duygu dolu yazıyı okudum. Değişik, hoş bir anlatımdı. Kutluyorum.
Aydın YÜKSEL
aşk böyle birşey işte yıllar geçse de unutulmayan söküp atılması mümkün olmayan birşey
çok etkilendim güzel insan harikaydı sanki gerçek bir yaşam öyküsü gibi işlenmiş her bir dizesi
bizi alıp ta nerelere götürüyor ...
içinde fırtınalar koparken yıllar yılı sessiz kalmak en acısı da bu
yürekli ise gelsin bu yazıyı da vursun derim!!!
bizler değer verenleri gerçekten sevenleri hep geri çeviririz nedense
gönül bahçemizi aslında yeşertecek olan asıl o yürekli kişilerdir
iki kere okudum çokça emek verilmiş ve duyğuların şaha kalktığı harika bir yazı
fon müziği de çok uyumlu
kutluyorum güzel insan o güzel yüreğine sağlık ..gurbetten selamlarımla...