- 1040 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAT DAĞI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Köyümüz sarp, birdenbire yükseliveren koca bir dağın eteğinde yer alıyordu. Çocukluğumda hep bu görkemli dağa tırmanmak isterdim. Büyük olan herkes bu dağa tırmanır; oranın ne kadar yüksek ve rüzgârlı olduğundan, dip tarafında bulunan köyümüzün ve etraftaki arazinin o yüksek konumdan ne kadar açık ve net göründüğünden söz ederdi.
Bu dik, kendine özgü coğrafi yüksekliğin adı Hayat Dağı olarak bilinirdi. Bir gün er ya da geç çocuk olan hemen herkesin oraya tırmanacağı kesin gibiydi sanki. Ancak Hayat Dağına tırmanmanın bazı çekici güzellikleri kadar birtakım büyük riskleri ve sorumlulukları da vardı. Her şeyden önce oraya çıkan kişinin dikkatli olması; üzerinde gezinirken, etrafa bakarken uyanık durması, paldır küldür aşağıya düşüp hayatını karartmaması gerekirdi.
Ben de çocukluğumda babamı, amcalarımı ve köyümüzün büyük adamlarını dikkatle izler, onların Hayat Dağına nasıl tırmandıkları üzerinde uzun uzun düşünür, ince hesaplar yapardım. Bazı günler “Ben de bir gün bu yüksek dağa tırmanacağım. Buradan köyümüzün ne kadar açık seçik, etrafın ne kadar geniş, ufukların ne kadar engin ve derin olduğunu yakından görmüş olacağım” derdim, kendi kendime.
Bizim Hayat Dağına kimler tırmanmamıştı ki… Köye gelen dağcılar, bizi okutan öğretmenler, köprü inşaatı için kontrole gelen mühendisler, yolları genişleten dozer operatörleri ve daha kimler… Bir ara bu insanlara bakıp aniden coştuğum ve dağa doğru koştuğum zamanlar olurdu. Sanki dağa çıkmanın yolu büyük insan olmaktan değil de sadece öğretmen veya mühendis olmaktan geçermiş gibi; büyüyünce ne olacaksın dediklerinde, bazen ‘öğretmen’ bazen de ‘mühendis’ olacağım şeklinde cevaplar verirdim. Şayet o sırada bana birisi, "peki, öğretmen veya mühendis olunca ne yapacaksın" şeklinde bir soru daha sorsaydı, büyük ihtimalle ‘dağa tırmanacağım’ cevabını verirdim.
…
Çocukluk çağını gerilerde bırakıp biraz koşmayı öğrenince, Hayat Dağına hemen tırmanmanın hemen kolay olacağını sanıyordum. Hele ilk delikanlılık günlerimde bu sanılarım ve heyecanım daha da artmıştı. Arada bir geriniyor, pazılarımı şişiriyor, dağa bir çırpıda çıkıverecekmişim gibi pozisyonlara giriyordum. Hatta bazen hızımı alamıyor, aynen o dağa tırmanan büyükler gibi hemen sakal ve bıyığım çıksın diye gün aşırı tıraş oluyor, bir an önce büyük adam olmanın çarelerini arıyordum kendimce. Ne var ki vakitsiz kuş uçmuyordu. Bütün bu çabalarımın, bir kalenin duvarını aşmak için ikide bir zıplayıp duran ama her seferinde beş on santimlik bir sıçrayışın ardından sırtüstü yere düşen bir kurbağanın durumundan pek farklı değildi aslında.
Beni Hayat Dağının doruğunu merak ettiren esas neden, oradan çocuk günlerimde köyün nasıl göründüğü idi. Çünkü o yıllarda Hayat Dağının doruğunda olan babam, benimle hiçbir konuda anlaşamıyordu. Ben ne yapsam karşı çıkıyor, ne desem tersini söylüyordu.
Daha dün gibi hatırlarım. Ortaokul ikinci sınıfta okuyordum. Bir akşamüstü sınıf arkadaşım Mahir, çantasından bir tomar kâğıt çıkarmıştı. Okul çıkışı harman yerinin yeşil düzlüğüne beraberce oturmuş, bu kâğıtlarla oynamaya başlamıştık. Fakat tam oyunu öğrenmek üzereyken babam bizi her nasılsa dağdan görmüş. Birdenbire onun, üzerimize âdeta kayalar gibi yuvarlanan sesiyle irkildik:
— Oğluum! Bırak o kâğıtlarla oynamayı bırak!..
Babam bırak o kâğıtları dedikçe ben daha çok oynamak istiyor, o beni oyundan uzaklaştırmak istedikçe ben “Ne olur müsaade et baba, oynayalım o kâğıtlarla” diye yalvarıyordum.
Sadece bu kadar değil ki! Bir seferinde de evimizin yan tarafındaki asmalardan bir salkım üzüm koparmak istemiştim. Ama yine babam beni o dağdan görmüştü. “Oğlum, bırak o üzümleri! Haram onları yemek haram” diye bağırmış, salkımları koparmama engel olmuştu.
Gerçekten babamı anlamakta zorlanıyordum. Köyden bir arkadaşımla da oynasam, tek başıma bir şey de yapsam, bütün hâl ve hareketlerime karşı çıkıyordu sanki. Gerçi bazı günler yaptıklarımı güler yüzle takdir ediyor, “aferin oğlum” şeklinde şevk ve heyecanımı artıracak şeyler de söylüyordu. Ama bazen hiç ummadığım anda yapmak istediğim bir şeyin karşısına birden dikiliveriyor, kesinlikle müsaade etmiyordu.
Hiç unutmam; bir defasında bizim köy meydanının biraz ilerisinde bulunan çayırlıkta tek başıma top oynuyordum. Bir ara topa öyle bir tekme vurmuştum ki, karşımdaki tümseğin üzerinden aşmış, arka taraftaki böğürtlenlerin bulunduğu ıssız çalılığa düşmüştü. Ben de hemen o tarafa doğru koşmuş, tekrar topu düştüğü yerden almak istemiştim. Tam bin bir zorlukla diken ve çalıların arasından topu kurtarmaya çabalıyordum ki babam beni yine dağın doruğundan görmüş; “Sakın bir adım daha atma! Kaç oradan oğlum kaç” diye bağırmıştı.
Kısacası, yine yapmak istediğim bir işe karşı çıkmış, o topu oradan almama engel olmuştu.
Böyle durumlarda ona bazen kızsam da ısrar etmezdim. Bilirdim, ben ne desem babam tersini söyleyecek; ben neyi istesem o olmaması için diretecek... Sonuçta da hep o üstün gelecek… Bu nedenle sadece bir, iki, üç derdim içimden. Üç oldu mu bütün gururumu ayaklar altına alır, belki babamın bir bildiği vardır diyerek kündeye gelmiş pehlivan edasıyla yenilgiyi sineye çeker, daha fazla ısrar etmezdim. Sadece “hayret bir şey!” derdim içimden. Bir türlü çözemezdim babamı…
…
Aradan yıllar geçmişti. Nihayet dağa dair kurduğum hayaller gerçek olmuştu. Yaşım büyüdükçe Hayat Dağına biraz daha tırmanmış; çocukken sokak aralarında oynadığım köyümüzün, o yemyeşil düzlüklerin, çukurların, derelerin ve tepelerin yukarıdan daha güzel göründüğünü fark etmeye başlamıştım. Tam zirveye ulaşınca anladım ki, yükseklerde bulunanlar her şeyin daha doğrusunu görürlermiş.
Mahir’le beraber oynadığımız kartonlar kumar kâğıdı, üzümünü yemeye çalıştığım bağ bizim değil, kaçan topumu kurtarmaya çalıştığım böğürtlenlerin hemen arkası derin bir uçurummuş…
MESUT ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
yazı güne geliyor okuyan yok. ben hep güne düşen yazıları okurum. çocukluğum gözümün önüne geldi kalem o kadar yumuşak ve samimiki mıknatıs gibi beni çekti......favori listeme aldım takibindeyim güzel kalem saygılarımla
Mesut Özünlü
Bu yorumunuz beni çok onurlandırdı.
Tam bu yazıyı kimse okuyup bir yorumda bulunmayacak galiba demiştim yaklaşık bir saat önce.
Ancak bu arada sizin bu güzel mültefit cümleleriniz imdadıma yetişti.
Kırılacak gibi olan ümidime şifa, kalemime derman, gönlüme iksir oldu.
Tekrar teşekkür ediyor, en candan duygu ve dualarımla selamlıyorum sizi.
Hoşça kalınız.