BABAMIN CENNETİ
Babamdan bir parça bahsetmeden önce derinlerde bir yerde kalan babamın sabahları beni ve kardeşlerimi uykudan kaldırma şeklinden bahsetmek istiyorum. Babam serin, hatta soğuk yaz sabahlarında şöyle kaldırırdı kuzuları filan otlatmaya götürmemiz için: ’Hüli! Hüli hot! Rovin!’ (’Kartal! Kartal geldi! Kalkın!’) ’Hüli’ kalkmamız için bir parolaydı. Eğer umursamayıp kalkmaz beş dakika sonra elinde bir tas su gelir, elini tasa daldırarak su serpiştirirdi yüzümüze. işte o zaman kalkardık. Şimdi öyle tatlı bir uykuya dalmak için neler vermem ki?..
Babamı üç kelimede tanımlarsam hata yapmış olmam herhalde. Üç kelime: yoğurt, bal ve kadın. Babam şu fani dünyada 92 yaşına kadar yaşayıp vefat etti. Geride çok şey bıraktı, aslında pek bir şey bırakmadı. En azından benim gözümde geride bir şey kalmadı. Tüm o güzellikleri ve neşeli dünyayı alıp götürdü kendisi ile beraber.
O eşsiz hayatının ilk kelimesi ’yoğurt’.
Yoğurdu sevmeyen erkek kadını da sevemez derdi bir anlamda. Doğal yaşamın en başında doğal koyun yoğurdunun olması tesadüf değildir. Yoğurt varsa (artık doğal diye eklemek istemiyorum), cennetin kokusunu almışsınızdır.
’Bal’ ile devam edeyim. Babam seksen yaşına kadar bal tüketti. Seksen yaşından sonra bal ile arası bozuldu. Adı bal ile anılması gereken tereyağı tüketmeye devam etti ama. Tuzsuz tereyağı ile balı karıştırıp yemesini özlemiştim seksen yaşından sonra.
’Kadın’. Babam üç kez evlenmişti. Ama çok eşliliği tercih eden biri değildi. Annem üçüncü eşidir. İlk evliliğ çok kısa sürmüştür, çocuk sahibi olmamıştır. İki eşten toplam 15 çocuğu olmuştur.
Babamdan bahsetmişken ilk ve tek aşkından bahsetmemek de olmaz.
Babam yan köyde oturan zengin ve belalı bir adamın kızını sever henüz 16 yaşındayken. Sanırım bir yıl kadar derelerde, tepelerde görüşürler. Babam çok zeki ve kurnaz olduğu için kimsenin ruhu duymaz. Ama ne zamana kadar?...
Bir gün ağanın adamları olayın farkına varır ve gider ağaya durumu anlatırlar. Ağa ’Tamam siz gözetleyin, gelince yakalayın!’ der. Kızını da odaya kilitler. Babam her şeyden habersiz türkü söyleyerek, kaval çalarak (babam kaval çalarmış!) Köyün yakınına gelir. Yolda dedemin tuttuğu çoban babamın nereye gittiğini sorar.
Babam ’Yan köyde işim var, bir iki saatte gelirim!’ diye cevap verir.
Köyün dibindeki dereye gelince ağanın adamları babamı yakalar,orada bi güzel döverler. Bırakmaya niyetleri yoktur. Götürür, ahıra kilitlerler. Ağa gelir bakar babama ama bir şey demez. Çıkar gider.
Ağa, ’Şu delikanlıyı ilerdeki dereye götürüp temizleyin!’ diye emir verir.
Adamlarından biri tedirgindir ve ağayı uyarır: ’Yolda gelirken çoban gördü bunu. Eğer öldürürsek Hacı Ağa bunu bizim yaptığımızı öğrenir ve bu iyi olmaz. Böyle bir şey yaptığımız duyarlarsa hepimizi temizlerler!’
(Bizim sülalenin geçmişi pek iyi değilmiş: Sanırım dedemin babası zamanında sorun çıkaran adamları öldürüp cesetlerini çalıların üstüne fırlatırlarmış. ’Kit’ denilen iri dikenlerden ceset delik deşik olurmuş. O sebepten sülalenin ismi ’Kitton’dur. Hala da o adla anılır. Biz henüz çocukken bahçelere girer bir şeyler aşırırdık. Köylüler de kinle ’Zoryi Kitton va kır ye!’ -’Kittonların çocukları yapmış!’- derlerdi. Gelip babama ve komşumuza söylerlerdi. Babam da bize bağırır çağırırdı. -Bizim sülalenin tarihteki Celayirler ile alakası yok. Köken olarak Türk olan büyüklerimiz Sivas yöresinden Elazığ’a göç etmişlerdir. Asimile olarak Kürtleşmişiz.)
Ağa adamlarına dönerek öfkeyle ’O zaman öldürmeyin, biraz daha dövün bırakın gitsin!’ diye bağırır. Babamı tekrar döverler. Babam ölümün yakın olduğunu düşünerek, ’Durun bir sigara içeyim. Sonra beni öldürün!’ der. Aslında durumun çok iyi farkındadır. Yolda kendisini çobanın gördüğüne sevinir. Dövmeye devam ederler, sigara içmesine izin vermezler. O kadar çok dövmüşlerdir ki babam bayılır. Onlar da korkuyla babamı götürüp dereye fırlatırlar.
Babam uzun yıllar yoğurt, bal ve tereyağı yemeye devam eder. O kızı da unutmaz. Son yıllarına kadar uykusunda çoktan yaşlanıp ölmüş olan o genç kızdan bahsettiğine, rüyada onu andığına şahit oldum. Uyanınca (belki tam uyanık değildi) duygusallığın verdiği yoğunlukla kısık sesle türkü benzeri şeyler mırıldanırdı. Hiçbir zaman türküleri tam uyanıkken mi yoksa uykusunda mı söylediğini anlayamadım. Seslendiğinde türküyü keser, ’Ne oldu?’ diye cevap verirdi. O mırıldanmaları dijital ortama kaydetmişimdir. Zaman zaman açıp dinliyorum da.
Babam için bu dünya cennetti, kısıtlı imkanları olsa da istediği gibi yaşadı. Son yıllarına kadar hastaneye hiç gitmedi. Umarım mekanı da cennettir öbür tarafta. Kimseye haksızlık etmeyen, doğruyu hep söyleyen ama aynı zamanda kendisinden korkulan bir insandı. Kardeşi düşmanla bir olup kendisine saldırmış olsa da kardeşinin yaptığını unuttu. Her akşam, artık yalnız başına kalmış olan amcamın yanına canı sıkılmasın diye oturmaya gitti. ’A tarim mole oppe va!’ (’Ben gidiyorum amcanızın yanına!’) lafı hala kulaklarımda...