- 602 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALLAH YARDIM ETSİN
ALLAH YARDIM ETSİN
Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.Yunus (10/100)
Şöyle bir bakalım yaşantımızdaki bazı kesitlere: Sanki sanal bir âlemde yaşıyoruz. Sa-dece kendimizi düşünüyoruz. Hep masanın bir tarafından olaylara bakıyoruz. Nadiren de olsa masanın karşı tarafına oturup, olayı o boyutuyla hiç görmek istemiyoruz. Tek yanlı bir yaşantı. Bu yaşantı bize yüzeysel olarak yetiyor. Ama; hakikaten yetiyor mu? İçimiz, hep bir boşluk, yetmezlik duygusu ile dolu değil mi?
Dilimizden hiç düşürmediğimiz şu cümleler beni çok rahatsız ediyor; “ Allah yardım etsin” ; ”Allah korusun.” Topu Allah’a havale ederek sorumluluklarımızdan kurtulduğumuzu sanıyoruz. Tam bir kandırmaca! Zihnimiz bizi kısa süreli de olsa oyalamayı başarıyor bu şekilde. Ama nereye kadar! Şöyle bir bakalım gündelik hayatımıza!
Kar yağar, hava soğuktur, kendimiz sıcacık evimizde otururuz, camdan dışarı seyrederiz. Belki bir şarkı mırıldanırız; belki şiir yazarız, sıcak bir çay, kahve eşliğinde. Çok keyifliyizdir. Birden içimizden, derinlerden bir yerden, bir dürtü gelir. İçimizi hüzün kaplar. O anda, sokak çocukları, evinde yakacak odunu, kömürü olmayan, hasta yatağında yatan, üşümüş insanlar gelir aklımıza. Hay Allah! Nereden geldi şimdi bunlar aklıma; ne güzel manzaranın keyfini çıkarıyordum der zihnimiz kendi kendine. Tabii, o anda çıkıp yardıma ihtiyacı olan-ları arayacak değilizdir ya. Hele şu anı bir atlatalım. Kendimizi rahatlatacak bir fikir arayışı içerisine gireriz hemen. Her zaman yaptığımız, uyguladığımız yöntem aklımıza gelir hemen: Topu başkasına atmak. Öyle bir yere topu atalım ki; vicdanımız rahatlasın. İlâhi güç en makul olanıdır. Nede olsa madem ilâhi güç; işi ne, ihtiyacı olana yardım etmeyecek de ne yapacak? “Allah yardım etsin” cümlesi, tam da bu işi için biçilmiş kaftandır. Bu cümleyi, hem de yüksek sesle etrafa duyurarak söyleriz. Oh! Artık rahatladık. Sorun artık ilâhi gücün. Bana ne! Zihnimiz gene bizi tatmin edecek bir çözüm bulmuştur. Artık çayımızı yudumlayarak tekrar kar yağışının tadını çıkarabiliriz. Sorun çözülmüştür.
Aynı şekilde gerekli önlemleri almayız, ondan sonra “Allah korusun” diyerek, topu gene Allah’a havale ederiz. Dini inanış desem değil; çünkü dinimizde aklı kullanmak esas alınmış-tır. Hatta “Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır “ şeklindeki ayet, bu husustaki Kurân yaklaşımının çok güzel bir göstergesidir. Kişi arabasının bakımını yaptırmaz, yola çıkar ve ağzından da “Allah korusun” sözünü eksik etmez. Temizliğe dikkat etmeyiz “Allah korur ” nasıl olsa deriz. Bu tarz yaklaşımlar tembelliğin zihin tarafından çok güzel kamuflesi değil midir?
Bu tür örneklerin binlercesini yazmak mümkün. Neden bu şekilde davranıyoruz? Mademki kendimizi diğer canlılardan üstün olduğumuzu iddia ediyoruz: Düşünen tek canlı olduğumuzu savunuyoruz; neden gereğini yerine getir miyoruz ?
Zihnimiz, bu soruyu cevaplamaya çalışırken dahi, gene dolambaçlı bir yol kullanmaya bayılır. En doğru yaklaşım, sanırım ehlileştirilmiş zihnin henüz devrede olmadığı küçük çocukları gözlemlemek. Çünkü: aile, okul, çevre faktörleri ile âdeta ehlileştirilen; doğru olduğu varsayılan kuralların zihnimize kazındığı düşünce sisteminden uzaklaşmak; olaya daha açık ve belki de daha gerçekçi bir yaklaşım sergileyebilir. Çocukların mutluluğu ve iç huzuru yakalamış olması, çevre faktörünü gözardı etmiş olmasından kaynaklanıyor olamaz mı? Kişinin iç huzuru ve mutluluğu yakalaması bu yaşamdaki ana hedefimiz ise, bizim de çocukların kullandığı yöntemi kullanmamız gerekmez mi? Hemen düşünce bu yaklaşıma karşı çıkacaktır yapısı gereği. Eminim ki; siz de, şimdi hemen tepki veriyorsunuzdur. Zihnin baş vurduğu en büyük tuzaklardan biri de budur sanırım.
Kurallar silsilesi ile yüklenen zihnimiz, hep aynı düşünce yollarını kullanır. Örneğin, “Allah yardım etsin” ; “Allah korusun “ cümlesini ilk defa anne babamızdan duymuşuzdur. Sonra akrabalarımız, eşimiz, dostumuz, komşularımızın olaylar karşısında hep aynı şekilde davrandığını; yani işi Allah’a havale ettiğini görmüş, duymuşuzdur. O halde en doğru davranış şeklinin, bu olması gerektiği gibi bir yargı zihnimize kazınmıştır. Artık bu kural bizim can simidimizdir: Her pozisyonda, bizi hem kendimize, hem de başkalarına karşı baş kurtarıcımız haline gelir.
Çevre ne der? Tabiri caiz ise, ne pahasına olursa olsun kuyruğu dik tutmak gerektiği, âdeta olmazsa olmazlarımızdandır. Şöyle bir bakın gündelik yaşam sahnemize. Etrafa farklı görünmek uğruna nelere katlanıyoruz. Âdeta çift kişilik taşıyoruz. İçimiz, kalbimiz başka; davranışlarımız ve sözlerimiz tam tersi yönde. İçimizdeki şarkının melodisi ile dışarıya yansıttığımız melodi çok farklı. Bunun sonucunda çatışma, iç huzura erişememe, melodi karmaşıklığı: Yani gürültü. Kitaplara geçen en çarpıcı örnekler idam mahkûmları ile ilgilidir. İdam mahkûmunun başlıca düşüncesi, idama giderken dahi, çevreye vereceği imaj/görüntü dür. Halbuki, içinde fırtınalar kopmakta, korkmakta, üzülmekte; acabalar içinde bocalamaktadır. Ama olsun ne beis var, önemli olan çevre ve imaj. Zihnin yarattığı bu trajikomik olay, sanırım zihnimizin düşünce tarzını çok çarpıcı bir biçimde yansıtmaktadır.
Sonuç olarak, çevrenin, toplum kurallarının, göründüğü kadar masum olmadığı; insan zihninin kendi kendini haklı çıkarmak uğruna yarattığı, kurallar silsilesinden başka bir özellik taşımadığıdır. Bu nedenle, çevre faktörünün, örf ve âdetlerin, yaşamımıza yüzeysel, geçici bir mutluluk sağladığını söyleyebiliriz. Eğer gerçek, sürekli, doyurucu bir iç huzuru, mutluluğu arıyorsak, toplum kurallarını mümkün mertebe ikinci plana atıp, içimizden geldiği gibi davranmalıyız. Tabii bu demek değildir ki; çevremizdeki insanları rahatsız edelim, zarar ve-relim. Kimseyi incitmeden, içimizden, kalbimizden geçeni uygulamayı kastediyorum. Yani yapmacık, sahte davranışlardan kaçınalım. Kısaca maske takmayalım. Çevre ne der baskısından kurtulalım.
İnsanı en çok rahatlatan olgu şudur: “ Elinden gelenin en iyisini yaptığına inanması.” Herhangi bir olay karşısında, sonu ölümle bitse dahi, eğer elimizden gelenin en iyisini yaptığımıza inanıyorsak, içimiz rahattır. Bizi en çok rahatsız eden, kendi kendimizi yargılamamız ve dâhi suçlamamızdır. İçimizden nasıl geliyorsa o şekilde davranmak, çevre ne der korkusundan kurtulmak, elinden gelenin en iyisini yaptığına inanmak bize daha fazla iç huzuru verebilir sanırım.
Tercih sizin, ya çevreye uyarak sanal, yüzeysel, geçici bir rahatlık duygusu; ya da içiniz-den geldiği gibi davranarak, elinizden gelenin en iyisini yaptığınıza inanarak daha doyurucu, daha uzun süreli bir iç huzuru.
HAYAT OKULU kitabımdan...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.