- 1306 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HALİM BABA
Serin bir ilkbahar gününün öğle saatleri… Mahalle komşumuz Salim Hoca yanık sesiyle cuma ezanını okuyor. Ellerimi paltomun cebine sokmuş seri adımlarla camiye yürüyorum. Hafif soğuk algınlığım sebebiyle öksüre öksüre giriyorum merkezî caminin kapısından…
Kendimi içeriye atar atmaz sıcacık kucağına düşüyorum bu ulu mabedin. Namazlar kılınıyor, tespihler çekiliyor, dualar ediliyor.
Namaz sonrası dışarıda nurani bir sessizlik hâkim. Ancak bu uzun sürmüyor. Avluya doğru gittikçe bozuluyor, tatlı bir uğultuya dönüşüyor. Avludan çarşıya inen kırık dökük merdivenlerin önü ise ana baba günü… Satıcı çığlıkları, araba gürültüleri, dilenci mırıldanışları… Az önceki manevi iklimde dinlenen dimağları taşa tutuyor sanki…
Biraz ötedeki kaldırımda yaşlıca bir adam... Önünde ince, uzun, naylondan sade bir sergi... Üzerinde de sekiz-on çift el örme yün çorapla birkaç çift eldiven duruyor... Sessizce bekleyişi, ister istemez dikkatini çekiyor insanın. Bir sürü dilenci sanki sizden alacağı varmış gibi ikide bir para diye önünüze geçip dururken, o ise ‘buyrun’ bile diyemeyecek kadar sessiz ve çekimser… Alıcı bir tavırla soruyorum:
— Amca ne kadar bunların fiyatı?
— Çoraplar on beş, eldivenler on lira.
Gözlerim bir anda, duruşu güven uyandıran ve bir İstanbul beyefendisini andıran bu temiz simalı adamın önündeki sergiye dalıp gidiyor... Çoraplar birazcık uzun. Ama sağlam bükmeli ve sık örmeli. El emeği, göz nuru oldukları besbelli… Hiç pazarlık etmek gelmiyor içimden. Çoraplardan iki çift ayırıp paketlemesi için kendisine uzatıyorum. Birdenbire o mahcup benzini engin bir memnuniyet kaplıyor. Özenerek sardığı paketi bana uzatıyor. Parasını alıp cebine koyduktan sonra beyaz sakallarının arasından dökülen mülayim bir ses tonuyla ekliyor:
— Güle güle giy evladım...
Onun bu güzel dileğine teşekkür edip ayrılıyorum. Hava yavaştan çiselemeye başlıyor. Adımlarımı biraz sıklaştırıyorum. Yirmi otuz metre ileride Salim Hoca’ya rastlıyorum. Hemen beraberinde getirdiği şemsiyeyi açıp birlikte mahalleye doğru yürüyoruz. Bir ara gözüne takılmış olacak ki, elimdeki pakete bakarak “bir şeyler satın aldın herhalde” diyor. Ben de cami avlusunun çıkışında sergisi bulunan sakin duruşlu, aksakallı yaşlı satıcıdan iki çift yün çorap aldığımı söylüyorum. Hoca Efendi derince bir iç çektikten sonra konuşmasını sürdürüyor:
— Tanıdım… Biz ona Halim Baba deriz. Çok saygıdeğer bir insandır…
— Onu yakinen tanıyor musunuz?
— Evet evet, tanırım… O, rahmetli babamın yakın dostuydu. Hatta Almanya’da çalışan oğullarından biri benim ilkokul arkadaşımdı. Onun esnaf sitesinde bir tuhafiye dükkânı vardı. Geçen yıl elektrik kontağından çıkan bir yangınla yandı, kül oldu. Halim Baba, dükkânın alt katındaki depoda bulunan birkaç parça malın dışında hemen her şeyini kaybetti. Kendisine maddi yardımda bulunmak için çok uğraştık ama o bunların hiçbirini kabul etmedi. Hatta onu bu konuda çocukları bile ikna edememişti. Şimdilik hacı teyzenin örmüş olduğu bu çorapları çarşı pazarda satarak geçinmeye çalışıyor. Maddi zenginliğini kaybetti ama gönül zenginliğini asla. Sözün özü; dürüst, tok gönüllü, iyi bir adamdır o.
Eve geldiğimde, hâlâ Salim Hocanın anlattıklarının etkisinden kurtulamamıştım. Halim Baba’nın başına gelenler beni çok üzmüştü. İçimden, “Şu koskoca şehirde ne onurlu insanlar var!” dedim kendi kendime. Onca sapasağlam adam cami önlerinde dilenip dururken, varını yoğunu bir anda kaybetmenin eşiğine gelmiş yaşlı bir insanın tekrar hayata tutunma çabasına tanıklık etmek, gerçekten hayret ve ibret vericiydi.
Önümüzdeki cuma gününü sabırsızlıkla bekliyordum. Cuma namazını yine şehrin merkezinde bulunan büyük camide kılacaktım. Sırf Halim Baba’yı görebilmek için cumadan sonra tekrar sergisine uğrayacak, kendisinden birkaç çift daha yün çorap satın alacaktım.
O gün geldi, ben de camiye doğru hızla akmakta olan kalabalığın arasına daldım.
Bu sefer camiden biraz erken çıkmıştım. Belli ki Halim Baba namazdan henüz dönmemişti. Şeker çuvalıyla örttüğü basit tezgâhının üzerinde birkaç tane küçük taş duruyordu. O dönünceye kadar etrafta biraz dolaşmak istedim. Biraz sonra cemaat camiden çıkmaya başladı. Fakat bu defa namaz çıkışında dikkatimi çeken değişik bir durum vardı. Geçen hafta gördüğüm dilencilerin hiçbiri görünmüyordu ortalıkta... Hoş bir sessizliğe bürünmüştü merdivenler ve kaldırımlar...
Halim Baba namazdan yeni gelmişti. İbadetini eda etmenin verdiği huzurla yavaş yavaş sergisini açıyordu. Fakat nasıl olduysa, Halim Baba’nın birdenbire yere yığıldığını ve beş altı kişilik bir grubun hızla ona doğru üşüşmeye başladığını gördüm. Büyük bir telaş başlamıştı. İnsanlar oraya buraya koşuşturuyor, kimi “yetişin yetişin!” diye ünleniyor, kimi “cankurtaran çağırın!” diye bağırıyordu. Ben de koştum hemen telaşla. Ancak gördüklerime inanamadım. Halim Baba o dağ duruşlu cüssesiyle buz gibi betona uzanmış, sadece boğazından inlemeyle karışık hafif hırıltılar geliyordu. Kâh burnuna kolonya tutuyorlar, kâh göğsüne kalp masajı yapıyorlardı…
Nihayet sağlık memuru olduğunu söyleyen ve yere çömelerek Halim Baba’nın nabzını kontrol eden otuz kırk yaşlarında biri bir süre parmaklarını onun bileklerinde gezdirdikten sonra üzücü haberi verdi. Önce sarı bir yüz ifadesiyle alt dudağını hafifçe ısırdı, ardından “maalesef amcayı kaybettik” dedi... Korktuğumuz başımıza gelmişti. Her şey bir anda olup bitmişti. Halim Baba bir kalp krizi sonucu oracıkta vefat etmişti.
Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Herkes olduğu yerde donup kalmıştı. Kalabalıktan bir genç hemen fırlayıp karşıdaki kuyumcu dükkânından birkaç tane gazete parçası getirdi. İçimizi kavuran bir hüzünle üzerini örttük ve doktor kontrolü için beklemeye başladık.
Gözyaşları içerisinde bekleyişimiz sürüp giderken, Halim Baba’nın naaşını örten mahallî gazetenin sayfalarından birinin üzerinde şöyle bir haber yer alıyordu:
"Dilencilere Zabıta Baskını… Belediye zabıtası, birkaç gün önce merkez camii çevresini mesken tutan dilencilere karşı bir operasyon düzenledi. Operasyon sonrası yapılan incelemede bu kişilerin, on binlerce liraya ulaşan banka hesaplarının olduğu ortaya çıktı. Bu yüzden dilencilerin kent içinde dilenmelerinin zabıta görevlileri tarafından yasaklandığı ve bir süre daha denetim altında tutulacakları bildirildi.”
MESUT ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Hüzünlü bir hikaye.
Ama yine de,
hayatımızdan Halim Babalar hiç eksik olmasın diyorum.
Onların varlığı ile hayat daha renkli, daha yaşanılır.
Ve,
onları ölümsüz kılan kalemlerle daha bir güzel...
Elinize, emeğinize, gönlünüze sağlık diyorum efendim...
Mesut Özünlü
Bu yorumunuz öykümün en büyük ziynetlerinden biridir. Çok teşekkür eder, selam ve saygılarımı sunarım efendim.