- 1243 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
ÂSIM’IN NESLİNDEN SES GELDİ…
“Âsım’ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.”
Bu sade ve alelade şiirden alınmış bir beyit değil; vatanın her karış toprağını düşman çizmeleri kirletirken âtideki gelecek neslin Milletin namusunu çiğnetmeyeceğinin “Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...” türünden yedi düvele manifesto seklinde haykırıştır.
Öyle zaman dilimleri vardır ki; hatırlanması bile insana üzüntü ve keder verir. Üç kıtada egemen olmuş büyük bir medeniyetin kurucusu Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemi de bu zaman dilimlerinden biridir. Pek tabi olarak Millet’e ümitsizlik hâkim olmaktadır.
Ancak Millet’in ümitsizliğine rağmen Mehmet Akif hiç ümidini yitirmemiştir. Gelecekteki beklediği neslin Asım’ın nesli olacağını herkese müjdelemiş, Milleti harekete geçirmek için de cepheden cepheye koşmuştur. O, insanlara, ümitsizliğe düşmemelerini, güçlü ve ümitvar olmalarını ısrarla telkin etmiştir.
Mehmet Âkif, Âsım’ın Nesli olarak nitelediği idealindeki gençliği ayrıntılı olarak açıklar. Bu gençlik; Vatanını, milletini, değerlerini ve tarihini seven, haksızlığa tahammülü olmayan ve haksızlık karşısında susmayan bir gençliktir. Bu gençlik gücünü şahsî çıkarları için değil, ülkesi, milleti, toplumun yararları ve geleceği için kullanır. Kavgacıdır, ama onun kavgası Milletin yararınadır.
Ülkenin geleceğinin iyi yetişmiş nesillerle mümkün olacağını düşünen Âkif, gelecek olan nesle Âsım diyerek bakmakta, Âsım’la teselli bulmakta, Âsım’ın iradesi ile ülkenin kurtulacağına inanmaktadır. Âsım, inancı tam, ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı aklıyla, gücüyle mücadele eden Müslüman Türk gençliğini temsil eden ideal bir semboldür.
İstiklal Marşının kabulü gününde “Akif ne yaptı!.. Öyle mi?” başlıklı yazımda Akif’in ne yaptıklarını bir bir sıralamış ve sözümü; “Ruhun şad, mekânın Cennet olsun derken; özlemini çektiği Asım’ın neslinin bir çığ gibi çoğalıp gelişlerinin ayak seslerini duyduğumu müjdelemek istiyor, saygılar sunuyorum.” Diye bitirmiştim.
Şükürler olsun ki ayak seslerini duyduğum nesil artık çok uzakta değiller. Seslerini bile duyabiliyorum artık. İşte o ses verenlerden Çorumlu Asena Beyza Biçer, Malkara Anadolu Lisesinde Türkiye Birincisi olduğu “Son Kale Çanakkale” isimli şiirini okumadan önce “, İstiklâl Marşı’nı hiç bir karşılık beklemeden çok zor şartlarda yazan Mehmet Akif Ersoy’u anımsatarak, “Ecdadımıza samimiyetimi gösterebilmek için bu ödülü almamaya karar verdim. Mehmet Akif Ersoy soğuk kış günlerinde sırtına giyecek bir paltosu bile olmadığı hâlde ve kimi zaman yazacak kalem bulamadığı için Tacettin Dergâhı’nın duvarlarına tırnaklarıyla kazıdığı İstiklâl Marşımız için konulan ödülü kabul etmemişse, benim bugün, yumuşak yatakta ayaklarımı uzatıp, sıcacık çayımı yudumlayarak peş peşe sıraladığım kafiyeli kelimelerin karşılığında bir ödül kabul etmem mümkün olamaz.” dedi ve kazandığı 1915 TL.’yi ihtiyaç sahibi kişilere verilmek üzere iade etti.
Asena Beyza Biçer geçen yıl da Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından düzenlenen “Gençlerden Ecdada Mektup” Yarışması’nda Türkiye ikinciliği elde etmişti.
Sevgili Dostlar;
Bu nesil görülür de Akif’in dualarının kabul edildiği düşünülmez mi? Böylesi gençliğin çoğalması için hep birlikte dua edelim derken isterseniz derece alan şiiri bir görelim ne dersiniz? İşte o şiir:
SON KALE ÇANAKKALE
Çanakkale! Her nerede okusam ve duysam ,
Uhud’u , Bedr’i, andıran, o şerefli adını …
İçim sızlar, soluğum kesilir, elim titrer.
Gözümün önüne gelir, on beşlik yiğitler.
Dün, kitaptan okuduğun, bin yıllık tarihi.
Bugün cephede, yeniden yazmaya gelmişsin.
Asım’ın nesli olmandan mı cesaretin?
Yoksa senin de, Asım olmak mı niyetin?
Mektepte, küf kokulu sıralar, şimdi bomboş durmakta.
Dilinde tekbir, yiğidim, cennet hayâli kurmakta.
Burası kutlu hedefe giden meşakkatli yol.
İster çelikten kalkan ol, istersen Hakk’a râm ol
Hasan Çorum’un gülü… Durmuş Tekirdağ’dan…
Kimi Hayrabolu’dan, kimi Malkara’dan.
Mirza yârdan kopmuş gelmiş, Ali anadan.
Hepsi de kınalı kuzu, esirgesin Yaradan.
Bin yıllık vatanında… Hayret, elmiş gibi,
Savaşa değil de Mehmet, düğüne gelmiş gibi.
Yürekte imanı, saçında kınası, seviyor süsünü.
Hem yazıyor, hem söylüyor, Çanakkale Türküsünü.
İngiliz yoksun dengeden, Fransız ayardan.
Koşup gelmiş Anzak, kıtalar ötesi diyardan…
Türk’ü silmeye and içmiş, kuşanmış silâhını
Nerede, çekerler bilmem, bu zulmün günahını.
Dayanmış kapıma nâmert, arsızca, edepsizce
Ey beşeriyet bu mu çağdaşlık, bu mu edep sizce?
“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ.”
An geçmeden bir şehide, selâ üstüne selâ…
Cehenneme dönmüş cennet beldem Seddülbahir.
Boğazı geçerse zâlim…Bilirim karanlık bana âhir.
Gelibolu, Arıburnu, Conkbayırı ... Kan oluk oluk,
Çanakkale’m , mavin kızıla dönmüş, yeşilin soluk!
Mübârek topraklar , yurdun giriş kapısı
Çanakkale mahremim , Türk’e kesilmiş tapusu…
Harcında şehit kanı, duvarı imandan,nurdan çatısı
Şu dirence bir bak ,kul değil ,belli ki Allah yapısı
Sinirler laçkalamış, düşman çokça gerilmiş.
“Bir hilal uğruna Yâ Rab ” binler toprağa serilmiş.
Tüfek atmaz, top patlamaz,elde üç beş cılız silah,
Bir mermiyle iki düşmanın, nişan emri verilmiş
İçmeye su yok, toprağa, taşa teyemmüm.
Namaz, zikir, dua… Yüzlerde garip tebessüm.
Kuru ekmek, şekersiz hoşaf , kalan son erzak.
Geldiği günden beri, kaçmanın derdinde Anzak
“Ey onbeşli onbeşli”,neden gözlerin yaşlı?
Baksana düşman, senden daha telaşlı.
Resul-ü Ekrem arkanda, önünde siper şühedâ
Cennetle müjdelemiş, seni Hazreti Hüdâ
Elizabet ve Agememnon, ürkek ürkek yüzüyor.
Haberi yok ki Nusret, gece mayın diziyor.
Dayan kurban olduğum dayan, sana zafer yakın.
Cenab-ı Hakk düğümü, teker teker çözüyor.
Bouvet ile Ocean, boğazda deniz anası.
Ciğerimi yaktı benim, soyu sopu yanası.
Anla artık gâfil ,ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!
Kimsenin haddi değil, Türk’e kefen biçilmez.
Taarruz değil Mehmet’e , ölüm emri verildi.
Seyit’in bünyesinde, cümle vatan irkildi.
Destan,mucize ,efsane…Ne dersek adına
Dayanamaz sanılan , hasta adam dirildi.
1915’te , boy boyladık,soy soyladık.
Çanakkale’de esaret ile ,istiklâli oyladık.
O muhteşem tarihe ,yeni bir destan eklendi
Bir an bile yılmadan, hep şehâdet beklendi.
18 Mart…Maddeyle mananın,amansız vuruşması…
1453 ’ün ,beş asırlık duruşması…
Gereken cevap verildi,beşerin belâ devlerine.
İki yüz bini misafir,kalan uğurlandı evlerine.
Asena Beyza BİÇER
YORUMLAR
Günün birinde,
(12 Eylül'ün hemen ardından)
bir kumandan çıkmıştı televizyona,
Mehmet Akif'e sövüp saymıştı.
Çok şaşırmış, çok da öfkelenmiştim o kumandana.
Takip eden günlerde, genelde tepki aldı zaten tüm halktan.
Akif,
milletini ve dinini seven bir insandı.
Hem milletinin bekasını, hem de dininin muhafazasını temin için,
iyi bir muhafazakar olarak, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştır.
Devrin tüm gençleri gibi, o da Avrupa'dan ithal hürriyetçilik akımlarının tesirinde kalmış,
devrin padişahına cephe almıştır, hatta ve hatta, nerede ise ana-avrat küfür bile etmiştir.
O da, tüm memleket gençleri gibi,
İttihat ve Terakki içinde yer almış,
maalesef, ülkenin iki yıl gibi kısa bir sürede paramparça edilmesinde o da rol oynamıştır.
Gerçi,
pişmen olmuştur ama, iş işten çoktan geçmiştir.
Sonra,
kurtuluş olarak Cumhuriyetçilerle birlikte olmuş,
millet vekilliği yapmış,
İstiklal Marşımızı yazmıştır.
Sonra...
Akif yine hüsrana uğramış,
din konusunda uygulanan kısıtlamalar, yasaklar nedeni ile ülkesinden kaçmış,
ömrünün kalan kısmını Mısır'da tamamlamıştır.
Öleceğini hissettiği bir dönem yine ülkesine dönmüş,
maalesef sefil bir şekilde hayta gözlerini kapamıştır.
Akif'in önemli bir yeri vardır gönlümüzde.
Sonuçta vatan şairimizdir.
Onun değeri asla eksilmeyecek, nesilden nesle aktarılacaktır.
Ancak,
ona olan bu derin sevgimiz,
gerçekleri ört bas etmemizi gerektirmez.
Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra,
Osmanlı devletinin başına geçen en önemli padişah 2.Abdülhamit'tir.
Hükümdar olduğu 33 yıl boyunca, her türlü hıyanetin, üçkağıdın, dalevaranın döndüğü bir devirde,
bin bir türlü oyunla sokulduğu 93 harbi ve bunun nihayetinde de Batum-Ardahan-Kars bölgesinin kaybı ve Kıbrıs'ın İngilizlerin faydalanmasına açılmasından başka bir toprak kaybı olmamıştır Abdülhamit'in.
Onu deviren İttihat ve Terakki, bir kaç yıl gibi kısa bir süre zarfında ülkeyi, bu günkü sınırlarımıza yakın bir konuma getiri. Onların beceremediğini, Lozan'da başkaları becerdi.
Sözü uzatmayalım;
Akif Safaat'ta;
'' Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer
Çoktan beridir vardı benim bir derdim
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim
Kafes ardında hanımlar gibi Saikliydi Hamid
Âl-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid
Kız kadın hepsi haremlerde bütün gün mahpus
Şu telakkiye bakın en kötü vahşet namus
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i iblis’e
Gölgesinden korkan bir ödlek,
Korkuttu bizi otuzüç yıl şeriat diyerek.
Allah’a isyanı
Ey bunca zamandır bize te’dip eden Allah''
diyor.
Allah'ın adaleti mi diyelim, bilemiyorum,
akıbeti, sövdüğü 2.Abdülhamit gibi oluyor.
Pişmanlık da duymuyor sonra dan ha!...
''"Nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş;
Semer değilmiş o rahmetlininki; devletmiş!"
diyor ama, bu pişmanlığının bir ifadesi değil aslında.
Sadece, gelenin gideni arattığı hesabıdır.
Bir tutam hayat tarafından 3/28/2015 10:51:42 AM zamanında düzenlenmiştir.
Berrak duyguların, tarihle harmanlandığı harika bir şiir yazmış kardeşimiz. Ödülü kabul etmemesi çok çok takdire şayan, maddenin manayı boğduğu şu son demlerde Asım'ın nesline yakışır muhteşem bir karakter örneği.
Böyle bir değeri bizlerle paylaşan siz duyarlı yüreği ve kardeşimizi can-ı gönülden tebrik eder, adetlerinin artmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ederiz.
Selam, dua ve saygılarımla...