- 736 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
452- sofi dayıgilin evi önü- ard. öyk. yeniyazım
Şimdi olmayan bir evin sokağında, bin dokuzyüz altmış altı’da haziran ayının dolunay’ı çinko tabak gibi hem çemberi hem şualı... iken.
Gece yine mavi. Ne de olsa akşamın degirmanından öğütüle gelen bir karanlıktı gece.
Kaptanpaşa mahallesi "Dere Sokak" Kürt Ali Dayı’nın bakkalından başlar ta Gardiyan Ganime Nene’ nin bostan’ın çeper dirseğine kadar sürerdi.
İsrafil, Mikail kardeşlerin ambar’ı Ali Dayı’nın bakkalı ve evin tam karşısındadır. Bu sıra Sofi Dayıgilin eviyle beraber aynı hiza da Yenimahalle’ye bakar. Özer Kadir Ağagilin bütün evleriyle karşı karşıya kalır bizim sokakta ki evler.
Akşam yemeğinden sonra erkekler kahvelere gitti. Kadın, kız, kızan ve çocuklar kapı önlerine çıkıp oturdu.
Bir hafta önce ay ilk dördünde idi. Hava da bulut vardı. Bulutların züllesi karaltı yaptığından. Ahali böyle oturmağa can atmadı.
Ay ışığı elektirik gibi, sinekler uçunuyordu.
Sofi Dayıgilin evin, ahırın ve çöplüğün ortasında ki taşların üstünde yerlerini alan kadınlar sohbete başlamış bile. Safiye Abla çaynikte yaptığı çayı gazocağından aldı, siniye, koddoş kırtlama şekerlen bardakları koydu. Getiriyor.
" Bu gün ayın onudur da gülüm nanay da ninay
Yüküm buğday unudur ay yüküm buğday unudur."
İki karaltı, iki adam, Vali Hurşit Bey Caddesinden kunduranın sesiyle yukarıdan aşağı indiler. Şefiklerin evine giden köprülü yola devam etmeyip " Ambar "dan sapıp bize doğru geliyor: Ayak sesleri arkalarında ökçe şıkırtısı, önlerinde filede ki karbuzun gölgesini getiriyorlar!..
İki kardeş: Ali Hanoğlu, Rasim Hanoğlu...
Önceden eve gönderdikleri onca nevaleden sonra karpuzlar adeta " Çiçek" gibi götürülüyor. Hanoğlu kardeşler atadan, dededen; yemeyi içmeği bol görmüştü.
Emirhan Dede :
" - Biz Revan’ da da böyle yerdik atam !" derdi.
Kardeşler daima takım elbise giyerdi. Kunduraları boyalı ve sanatkâr Kazım Usta’ya yaptırırdılar. Kazım Usta, Halil Usta meşhur sanatkârdılar. Doğu’nun Halaskârı Kazım Paşa okutmuştu iki genci... Kazım Paşa "Bilinmez" amma Türkiyenin çok az olan eğitim filozoflarından biridir.
Kardeşler: İbrahim Abi’de olmak üzre çok rebiteli yürürdü. Hele Ali Hanoğlu dayım Baloş Azeri’nin arkadaşı, bizim evin önü köprü’den sertleme adımla nice vakit gitti geldi.
Köprü, köprümüz: altından akıp gürceleyerek gür gür akan Alabalık Çay’ının yakamoz müzesi.
Brugel’in " Düğün yeri", "Pazar yeri" kompozisyonu gibi açık sarih ve sıpsıcak resimdi.
Nuri İyem’in ’leçekli kadınları’ çay içiyor. Yaşmakları ağzın da, bardak ağza gidince leçek saçdan yere doğru deniz dalgası gibi aşağı: örükler belden aşağı iki örük, iki modül, bir sağ bir sol bir üstten bir alttan... hay karaya kalmayasın!
İt enügünün çenkürüğü Zeko Dayıgilin kalağın arkadan geliyor. Ses saçağını tertemiz, işitiyoruz. Her sesi seçebiliyoruz. Sinekleri bile görüyoruz, seçiyoruz. Ay ışığı bilhassa onu çok rahat seyrediyoruz. Dolunay olduğundan olsa.
Laz İhsan’ın evinin çinko çatılı bacasının üç- beş baca misli üstünde asık duran porselen tabağı okşayan dolunay, irişip kikirdeyer. O ışık gülüyor. Işık gülmekten katılıyordu.
Işığın suya düşen beyazı havaya saçıldı.
ZÜLALİ DER Kİ IRMAGIN NE TAŞKIN AKAR
YAZ GELİR MANZARAN ALEMİ YAKAR
ÇİÇEKLER AÇILIR MENEKŞE KOKAR.
NE GÜZELDİR DAĞIN TAŞIN ARDAHAN.
Anlatmayı çok mu istiyorsunuz? Anlatın öyleyse! Duygu coş eylemişse. Bilmek, bilmemek ne yazar! Hoçum; anlatı ve anlatım esasen his, sezi ve hassasiyettir.
Bakın böyledir:
SEFİL CEYHUNİ’ Yİ DERDİ YOK SANMA
TAKDİR-İ EZELDİR BEYHUDE YANMA
SILAYI TERKETMEK GAM DEĞİL AMMA
TOPRAK DA ATALAR ANALAR KALDI.
Haziran da haziran, Ardahan da Ardahan
Akşam geceye devrilirken,
Gece sehere,
Bu üçünde de hakkı kalır ay ışığının.
Akşam
Gece
Sehr-i gece de....
Bizim evin arkasında Ölçekli Memet Efendinin dört takım evi vardı. Ruslardan terk evler, Klasik Baltık mimari yapıtlar değildi. Ardahan’a özgü yerel özgün tasarımdı. Memet Efendi ev’i kiraya vererek geçinirdi. Köyde otururdu: Sanayii Bakanı oğlunu, profesör oğlunu, burdan aldığı kirayla okuttu. Ardahan’dan büyük çok adam çıkmıştır.
Memet Efendi: Başında kasketi öyle çıkar gelirdi Ölçekten. Keftar bir at’ı vardı, ona binerdi. Yarım saatte Ardahan’a inerdi.
ELVADA GÖRÜNDÜ ,ÇİMENLİ DAĞLAR
GÖLLER DE ÖTÜŞEN SONALAR KALDI
AK SUVAKLI SEDR-İ MERMER OTAĞLAR
HER TAŞI GEVHERDEN BİNALAR KALDI.
Memet Efendiyi kira almağına geldikçe görürdüm. Dört takım evi "L" şeklinde konmuştu Allahın Dünyasına " MAL DA YALAN, MÜLK DE YALAN, HANİ BUNUN İLK SAHİBİ AL DA BİRAZ SEN OYALAN!"
Evin önü "HAYAT’TI" üç takımı Yaylacığa cephe idi. Geri kalan tek takımsa Yenimahalle’ye doğruydu. Evlerin çatısı yoktu. Toprakla kapatılmış ev: yağmur geçirtmezdi de soluk alıp veren ev diye tabir edilirdi .
Bu evlere "Geleneksel Ardahan Evi" denmek doğrudur. Çünkü Ardahan’a özgü evin istisna ve Ardahan bergüzarlığı olduğuna inanmak realist bir yargı olup hakikiyet’e daha uygun bir hükm-ü belirtimdir.
Kalın taşlı evler, penceresi, darvazı, en az yarım metro olan ışığı kıskanan pencereler, dört bin yıl önceye de giden dam - pencereler. Ben insanım benim mazim mağaraya kadar "gider" pencereler.
Memet Efendinin evinin "Hayat’ı"
Dünyanın " Hayat’ı"
" Hayatım nasılsın?"
" Hayat memat"
Dört evin kapısı çat kapı ’Hayat’a’ açılırdı.
- Bu hayatta neler oldu?
- Ne insanlıklar oldu?
Meskunda ki sakinlikler.
Kiracı olmaklan yahut olmamaklan neyder!
Kiracılar: Gürcübegli Ferik Dayı, eşi "Çıldırlı " Saran Teyze nurani sufatlı, nuran kadın; Saran Teyze. Kızı Figen Abla ilk yazımı ilk sayfama yazdığımda ilk bakan ve tebrik eden ablam; Figen! Nerelerde, neredesin? A, ablacığım!
"BİR IŞIK VARDI
BEN ONA BAKIYORDUM
O IŞIK SALLANIYOR SANIYORDUM.
OYSA HEMEN ANLADIM Kİ BEN KIMILDANIYORDUM."
_ÖZDEMİR ASAF’DAN...
O gece, o ay dolunayın da, o Ardahan’da, o kadınlar çaynikten çay içtiler. Konuştular. Teypden Nuri Sesigüzel’i dinlediler. Ağladılar, ağlaştılar.
Pamuk Nene, Güller Hanım, Saran Teyze, Hoçevanlı Dilber Teyze ay’ın ışığında tas koyup tas’a baktılar sanki.
Onlar kadındı, zayıf ama nahivdiler magripten, maşrıktan, şarktan, şimalden, şimali şarkdan ve garbi garpten. Her yerden, Suhara’dan Şenliklik’ten, Zülali’nin Suskap’ından Haşim Avşar’ın Hoçuvan’ından, Derindere’nin derininden gelen bir daha da gitsegelmez KADINLARDI:
Baktıkları tas karanlıktı. Hepsini gördüler. Korkmadılar .
- Allah gençleri korusun! dediler
- Allah bizden alsın gençlere versin. dediler.
Tasta gördüler ki: Tas karanlık. Korkupmadılar!
İmanlı ve akıllı kadınlar. Çayı içtiler. Hatta Saran Teyze semaver’e bir çay koydu. Onu da içtiler. Ve Hayat’a, inan’a ve Allah’a inanla gözlerini kapadılar. O haziranın dolunay gecesine bir daha nerede ne zaman gözlerini açarlar? Kimse bilmez?
Ay ışığı ...
Bütün sokak ve gelip geçenleri...
Alabalık Çayı...
Kamer Teyze’nin " Ördeklerinin sesi"...
Şemşinur Teyzenin "Hu! Kız Pampuğ Abla !" ...
Şükrü Öğretmenin hanımı Ayna Abla oğlu Zarif ’i yolladı:
" - OLA! HELE BAK UYUYANLAR KALKTI MI?"
EL CEVAP :
- VAZİYET VAHİM AMA ÜMİTSİZ DEĞİL!
Nisan 2009 gebze ,Yalçıner Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.