- 1453 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
Tophane Rıhtımında Bir Tutam Sevinç
8.Bölüm
Oldukça serin ve sakin bir İstanbul gecesinin ilerleyen saatleri... Soluk almaksızın çalışan Silahtarağa Termik Santrali’nden akıp gelen elektriğin nihayetlendiği soluk sokak lambalarının yarı aydınlattığı Tophane rıhtımına rampa etmiş, olanca heybetleri ile mağrur bir duruş sergileyen ecnebi bandıralı dev buharlı gemilerin kocaman bacalarından, sevimsiz bir kömür kokusu eşliğinde oldukça kesif bir kara duman yayılmakta Beyoğlu sırtlarına.
Gündüz saatlerinin alışılagelen curcunası, yerini yorgun bir dinamizmin aheste akışına terk etmiş vaziyette. Yük taşıyan gemilerin daracık merdivenlerinden, sırtlarındaki ağır yüklere rağmen maharetle inip çıkan hamallar, gerek havanın getirdiği rahatlık, gerekse etraftaki tenhalının verdiği serbestlik nedeni ile, hallerinden oldukça memnun gözükmekteler.
Rıhtım boyunca sallana sallana gezinen iki bekçi, emniyeti sağlama görevini yerine getirirken, zamanın bir an önce sabaha ulaşmasının dilemekte ve dolayısı ile de görev nihayetinde uzanacakları sıcacık yataklarının hayalini kurmaktalar. Bir kenara istiflenmiş malzeme sandıkları ile ahşap idare binasının duvarı arasına kıvrılmış, biraz soğuğu, biraz da açlığı bertaraf etme çabasında bir sokak köpeği... Boşaltma ve yükleme faaliyetlerine refakat eden bir kaç ecnebi gemici, orta yerde öylece dikilmiş, klasik denizci pipolarından derin nefesler çekerken, şu anda havasını kokladıkları bu egzotik Osmanlı şehri hakkında derin bir muhabbete dalmış vaziyetteler.
İstanbul Boğazı’nın, Karadeniz’den kopup gelen yüzey akıntısı, Marmara’ya vasıl olmanın verdiği rahatlıkla iyice yumuşamış, sakinleşmiş... Rıhtım kenarına çarpan küçük dalgacıkların çıkardığı ahenkli su sesi dışında, en kaba tabiri ile havada çıt yok nerede ise. İnsanlar, bitmek bilmeyen savaş tehdidinin getirdiği huzursuzluğun gölgesinde, bir kez daha diken üzerinde bir uykuya teslim olmuş vaziyetteler. Koyu gökyüzünde özgürce gezinip duran dolunayın solgun ışıkları, Sarayburnu ve Üsküdar sularında hoş bir yakamoz esintisine dönüşmekte, oradan yansıyan akis de, uykusuz gemicilerin yorgun bakışlarında nihayetlenmekte.
Yüzbaşı Tophaneli İsmail Hakkı Bey komutasındaki Nusret Mayın Gemisi, oldukça düşük bir hızla Tophane Rıhtımına doğru yaklaştı. İskeleye bağlı tüm gemileri dikkatle süzen güverte personeli, kocaman nakliye gemilerinden uzak bir köşede, gecenin ürküten karanlığına gömülmüş, bu soğuk tabloyu tamamlayan mahzun bir detay olarak öylece beklemekte olan küçük tekneyi fark etmekte gecikmediler. Projektörü yakıp, motora yönettiklerinde, baş üstüne sıralanmış onları bekleyen beş cesur ve vatan sever Karadeniz gemicisini gördüler.
Usta bir manevra ile, Polathane Motoru’na rampa edildi Nusret. Halatlar bağlandı,mayın transferini gerçekleştirecek vinç çalıştırıldı. Yüzbaşı Gohel’in kontrol etmeye başladığı mayınlar, becerikli personel vasıtası ile, hızlı bir şekilde Nusret ambarlarına aktarılmaya başlandı. İsmail Hakkı Bey, çalışmayı kaptan köşkü penceresinden izliyor, Hafız Nazmi Bey ise, bizzat aktarma işine nezaret ediyordu. Onbaşı Mehmet’i de, yardımcı olması için Polathane Motoru’na, Yüzbaşı Gohel’in yanına göndermişti. Türkçeye karşı büyük ilgi duyan Yüzbaşı Gohel, çok kısa zaman zarfında derdini anlatacak ölçüde Türkçe öğrenmiş, bu sayede hem üst, hem de astlarının sevgisini kazanmıştı.
- Mehmet Onbaşı, şu mayının tetik kısmı kızağa çok yakın. Bunu biraz daha dikkatli bağlayın ve mümkünse güvertede kalsın, ambara indirilmesin.
-Emredersun gomutanum. Ula uşaklar, habuna biraz daha dikkat edecesunuz. Ambara gomayın bi da. Güvertede galacak, tamam midur?
Mehmet Onbaşının gür sesinden yansıyan yumuşak Karadeniz şivesini duyan İsmail Kaptan, dudaklarına yerleştirdiği hoş bir tebessüm esintisi eşliğinde yanına yaklaştı, dikkatini çekmek için elini omzuna koyarak hafifçe sarstı. Kendini işine kaptıran Mehmet onbaşı, kendisini uyaranın kim olduğunu anlamak için arkasına döndüğünde, hiç yabancısı olmadığı bir insan profili ile karşı karşıya geldi. Uzun bir boy, kemikli bir yüz, beyaz bir ten, kırmızı yanaklar, çakır bir Karadeniz erkeği...
-Ula onbaşum, sen nerelisun? De bakayum baa!
-Nereli olacağum? Trabzonliyum da.
-Trabzon’un nersunden?
-Pulathane diyiler bir kasabasi vardur. Oradanim işte.
Aldığı cevap karşısında iyice neşelenen İsmail Kaptan, hiç beklemediği bir zaman diliminde ve coğrafyada, kendi memleketlisi bir asker ile karşılaşmanın yarattığı sevinç atmosferinin getirdiği heyecan ile sözlerine devam etti. Sevdiklerinden uzun zamandır ayrı yaşayan, yüreği özlem duygusunun öfkeli dalgaları ile boğuşmaktan yorgun düşen,savaştan savaşa koşmaktan gülmeyi unutan bu yiğit askere, bir kaç dakikalık da olsa mutlu bir zaman dilimi yaşatmaya karar verir.
-Ula, habu motorun adi nedur biliy misin?
-Bilmiyrim. Nedur?
-Polathane’dur da.
-Uyy!.. Ne diysun? Esetten mi?
-Esetten tabi! Baa inanmaysan, git hauriya, baş altina bak, görecesun.
Onbaşı Mehmet, hızla motorun baş kısmına koştu, çevik bir haraketle güverteye uzanarak yarı beline kadar denize doğru sarktı. Ters yazıldığını düşünse de, ’Pu-lat-ha-ne’ yazısını seslice heceleyerek okudu orada. Elini uzattı, memleket toprağını okşuyormuş gibi, büyük bir hazla yazıyı okşadı. Motorun kirli güvertesini, anasının pamuk ellerini öpüyormuşçasına sevgiyle, hasretle öptü. Neden sonra doğruldu, koşup İsmail Kaptan’ın boynuna sarıldı.
-Uyy!... Toprağum benum. Demek habu torpiller benum memleketumden geldi he?
-Oyledur. Hepsi Pulathane malidur.Çoluk çocuk denizden toplamiştur millet, gavur gemilerini baturun diye size göndermişturler.
Kaptan ve onbaşının bu sevgi gösterisi herkesin ilgisini çekmişti. Olayı, önce motorun öteki dört tayfası kavradı; koştu geldiler, bu sevgi yumağına onlar da ortak oldular. İki yıldır, Hafız Nazmi Bey ile savaştan savaşa koşan, bir çok tehlikeli muharebelere giren, hiç bir görevden yılmayan bu cesur, gözü pek asker, herkesin gözleri önünde hüngür hüngür ağlamakta idi şimdi. Vatan vazifesi uğruna memleketini terk ettiği günden beri, sevdiklerinden hiç bir şekilde haber alamayan bu yiğit asker, baba ocağından ayrılışından iki yıl sonra, ilk kez toprağı kokan insanlarla karşılaşmanın heyecanına kapılmış, hasretin dayanılması zor realitesinin kaçınılmaz finalini yaşamaktaydı. Tüm insanlar ellerindeki işleri bırakmış, bu hüzünlü manzaranın yürek burkan akışına kendilerini kaptırmışlar, öylece yerlerine çakılı vaziyette olan biteni seyre dalmışlardı. Sessizliği İsmail Kaptan bozdu;
-Benum adum İsmail’dur. Habu motorun kaptaniyum. Ahanda deresindenum ben da.
-Habu tayfalar da hep bizum orali mi?
-Habu Kokoç Mustafa, habu da Karabeki Huseyun. İkisi da Dürbinar’lidur. Ha bunlar da, Osman ilan Ahmet gardaşlar. Trazon Arafilboyi’ndandur onlar da.
-Ben da Mehmet. Yaylacuk’liyum.
Yaylacık kelimesi, sohbetin neşeli havasını birden bire değiştirdi. İsmail Kaptan ve tayfalarının yüzlerindeki tebessüm esintileri, birden bire yerini hüzün fırtınalarına bıraktı. Yaylacık sahilinde patlayan torpil ve parçalanarak şehit olan çocuklar, kadınlar geldi akıllarına. Bir meçhul ses,’Söyleme, anlatma orada yaşananları.’ diye fısıldadı İsmail Kaptan’ın kulağına. ’Belki yakınları, sevdikleri vardır şehitler arasında. Bilmesin şimdilik, üzülmesin.’ Sese kulak verdi İsmail Kaptan. Bu cesur ve gözü pek askeri, böyle acı bir haberle, karamsarlığın ve merakın sonu gelmez uçurumlarına yuvarlamak istemedi. Bir kaş göz hareketi ile, arkadaşlarını susmaları konusunda uyardı. Böylece Onbaşı Hüseyin, annesine ve babasına emanet ettiği sevgili hayat yoldaşının, kara sevdası Asiye’sinin, vatan uğrunda şehit olduğunu o gün öğrenemedi. Her mayını, sevinçle, heyecanla, belki sevdasının eli değmiştir diye, öpe koklaya bağladı vince.
İstanbul’un muhteşem camilerinin yüksek şerefeli minarelerinden, saba makamının hoş ezgisi eşliğinde, güzel sesli müezzinlerin sabah ezanını okumaya başlamalarının hemen evvelinde, Pulathane Motoru’ndan, Nusret Mayın Gemisi’ne yapılan mayın nakli bitmişti. Onbaşı Mehmet ve motor personeli arasında yaşanan hazin bir veda töreninden sonra, vakit geçirmeden Çanakkale yönüne çevirdi yönünü Nusret. Görevi çok acil ve önemliydi zira. Tam yol verilen gemi, maksimum hızı olan on beş mil süratle, Batı-Güney Batı istikametinde akıp gitti. Polathane Motoru’nun beş tayfası, tek bir kelime sarf etmeden, uzun süre arkasından baktılar geminin. Marmara’nın sakin sularında, önce gövdesi, sonra dumanı kaybolunca, İsmail kaptan’ın sesi duyuldu.
-Hayde uşaklar, sallanmayun da! Taşiyacak çok daha mayinumuz vardur bizum. Çözun halatlari, yakun gazani. İstikamet Trabzon. Karadeniz bizi bekleyi da...(Devam edecek.)
Bir tutam hayat-25.03.2015-Trabzon
YORUMLAR
Romanını okumak ayrı bir zevk verecek bana. Tebrik ediyorum yürekten. Saygılarımla. Kusura bakmayın pek sık giremiyorum. Emekliye ayrılmak üzereydim ki :) tıpkı karadeniz fıkrası gibiş işe geri dönmek zorunda kaldım. Çalıuştığım için yazıları takip edemiyorum ama ara ara sizleri takip ediyorum.
Kaleminize sağlık keyifle okuttu yazı kendini. Düşününce ne enteresan bir süreçten geçmişiz o yıllarda. Ülkenin her yöresinde insanlar istiklali için hummalı bir çalışma içerisine girmişler.
Tek vücut tek nefes olmuşlar ve tek dertleri ‘’vatan şimdide aynı duygularla ve aynı birliktelikte olmayı başara bilirsek bu ülkenin ve ülke İnsanı’nın önünde hiçbir güç duramaz.
Dünyanın en müreffeh ülkesi biz oluruz.
Heyecanla ve ilgiyle takip ediyoruz.
Emeğinize sağlık dostum.
Saygı sevgilerimle