NOSTALJİ
Bahçeli küçük bir evde oturuyorduk biz. Çocukluğum, gençliğim en güzel zamanlarım orda geçti benim. Büyüklerimiz Girit’ten gelmişler. Akşam yemeklerinden sonra babaannemin ve büyük babamın dizleri dibine oturur, yaşam hikayelerini dinlemeyi severdim. Girit adasındaki yaşantıları, buraya gelirken yaşamış oldukları şeyler çok etkilerdi her zaman beni.Gözleri dolu dolu anlatmaya başlar, aralarda Rumca parçaları söylerken göz pınarlarından inci gibi yaşlar dökülürdü. İçi kan ağlayarak, ama belli etmemeye çalışıp gülümseyerek söylemeye çalışırdı. Ve bir yandan da biz tercüme ederek.
Eski bir radyomuz vardı. Sürekli açık. Sabah uyandığımızda açılır, gece yatana kadar bir kenarda mırıldanırdı hep. Akşam, tam yemek zamanında radyo tiyatrosu olurdu. ‘’Arkası yarın… ‘’ Her gün mutlaka o saatte masada yemek yerken dinlenir, bittiğinde ise ertesi gün neler olabileceğini aramızda konuşurduk. Öyle TV falan nerde? Yok ki tek tük…
Yine bir akşam babaannemin dizleri dibine çöreklendim. Tıpkı uysal bir kedi gibi. Ve o yine her günkü gibi anlatmaya başladı. Kah gülerek, kah ağlayarak. Pür dikkat onu dinliyor, aynı zamanda da hislerini anlamaya çalışıyordum. İzliyordum onu dikkatlice ama çaktırmadan. Bir ara birden sustu. Hiç birimiz o an anlamadık nedenini. Bekliyorduk sadece suskun, merakla… Göz pınarları iyice dolmuş akmaya başlamıştı bile. Bir parçayı mırıldanmaya başladığında anladık ne olduğunu. Hepimiz radyoya kulak kabarttık. Bir yandan da babaanneme.
Radyoda ilk kez bir Rumca parça çalıyordu.
Fedon…!
Onu donduran ses… Hıçkırıklara boğan bir parça. Geçmişine götüren, acısı ve tatlısı ile yaşadıklarını hissettiren sesti belki de. Hepimiz onunla beraber ağlıyorduk. Bir yandan da onun gülümsemeye çalışarak tercüme edişini dinliyor, izliyorduk. Öyle buruktu ki anlatamam. Ama bir o kadar da heyecanlı. Sanki kırk yıllık akrabası ile çok uzun bir süre görüşememiş, ilk kez bir araya gelmişler ve muhabbetteymiş gibi. Sanki o an hissettim yaşadıklarını bende. Ve bir sürpriz yapmak istedim ona. Kimseye söylemeden ertesi gün her yeri karış karış dolaşıp buldum o kaseti.
’’ Fedon…’’ ‘’Aşığınım ‘’ hiç unutmadım.
Akşam eve geldim. Her şey bitti ve biz yine oturmaya geçtik. Bu sefer radyoyu kapatıp teybe kaseti taktım. Çalmaya başladığında onun yüz ifadesini merakla bekliyordum. Dondu kaldı. Şaşkın küçük bir çocuk gibi. Biraz sevinç, biraz da hüzünle karışık… Günlerce, aylarca dinledik o kaseti ve içindeki parçaları.
Aslında şimdi çok iyi anlıyorum onu. Her ne kadar aynı ülkede olsak da ayrı şehirlerdeysen sevdiklerinle aynı hisleri paylaşıyorsun işte.
Geçmişe özlem; bu konuda bir şeyler karalayabilirim diye düşündüm ve kelime bahçemi sulamak için aldım kalemi elime. Hortumum delik ve eski. Ama olsun. Hayat zaten hem yaşanılması dolu dolu ve aynı zamanda geliştirmek gereken bir tiyatro sahnesi değil midir ki zaten? Acısıyla tatlısıyla olgunlaşır güneşte meyvelerin kızarması, kendini bulması... Buna benzetiyorum ben de hayatı. Geçmişe özlem duyduğumu hissediyorum bazı zamanlar. Mesela lise yıllarımı özlüyorum. Şimdi tekrar yaşasaydım o günleri ne kadar farklı olurdu diye düşünmekten de kendimi alamıyorum bazen. Yani değişmişim. Aslında bir bakıma olgunlaşma bunun adı. Fakat yaşanan tecrübeler de insanı pişiriyor hayatı boyunca. Nelerin boş ve anlamsız olduğunu, yanlış seçimlerimizi, kendimizi kısıtlamalarımızı ya da belki önceki önyargılarımızı, farklı davranış biçimlerimizi görüyoruz. Bir de içimizde bir öz bulunur tanrıdan gelen. Bu öz her şeyle bağlantılı bir bütündür. Aslında ilk amaçlarımızdan birisi de özümüzü bulmak olmalıdır. Ama denildiği gibi kolay bir şey olmasa gerek bu da. Söylemesi çok kolay. Yüzlerce kitap bundan bahsediyor ama bulan yok sanırım hala.
Çok uzun zamandır hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim kendimi. Etrafımın o kadar kalabalık olmasına rağmen hem de. Çünkü artık duymuyorum, görmüyorum kimseleri. Artık kimselere güvenim kalmamış sanırım.
Şimdi kendime yeni bir dünya kurmuşum. Bunu fark ettim bu gece. İşimden ve çocuklarımdan arta kalan zamanlarda sadece müzikler ve şiirlerim bana arkadaş oluyorlar artık. Benim yoldaşım onlar.
Bu düşüncelerle otururken radyoda çalan bir sesle, bir parça ile irkildim birden.
Sezen Aksu…!
‘’ Dönüşü yok beraberce karar verdik ayrılmaya
Alışmalı arkadaşça yolları ayırmaya
Şimdi artık gözyaşları gereksiz akmamalı
Alışmalı kendi yaramızı kendimiz sarmaya
Şimdi artık kelimeler yetersiz anlamı yok
Yitirmişiz anılarla beraber faydası yok
Gel bunları bırakalım artık bir tarafa
Gerçeği görmeliyiz dostum başka çaresi yok
Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkım yok… ‘’
Darmadağın olmuştum bir anda. Sanki bir şeyler dürttü beni. Yüreğim burkuldu acılar içinde. Ve işte o an uzun zamandır yapmadığımı hatırladığım bir şeyi yaptım. Ve kendimi kitapların bulunduğu dolabın önünde buldum. Gözyaşlarım akıyordu usulca yanaklarımdan farkında bile olmadan. Açtım dolabı ve olduğum yere bütün fotoğraf albümlerini ve fotoğrafları döktüm.
Eski, acı, tatlı...
Ama tozlu anılar…
Radyodaki DJ de sanki o anki ruh halimi biliyormuşçasına ardarda sıralıyordu bütün parçaları. Elimde resimler, gözlerimde yaşlarla çaresiz, darmadağın bir ben vardım gecenin o vaktinde...
Bir ben…!
Gecenin en hüzünlü saatleri baş göstermeye başlamıştı bile işte.
Özlemiştim o günleri. Bazen bir yaz mevsimidir özlediğimiz, bazense bir insanın eski hali. Çocukluğumu, gençliğimi ve kendimi çok mutlu hissettiğim o günleri…
Aylin Kılıç ( Adım Aylin )
YORUMLAR
Erkek adam renkli takım tutmaz demişlerdi,
siyah beyazdı en çok etki eden resimler.
Renkli tv girmeden evlere,
Kulak kabartırdık arkası yarınlara.
Bazen dalardık rengi solan resimlere,
Giderdik artık gidebildiğimiz yerlere.
içimizi burar bazen şu şu rahmetlik demelerine.
Tebrik ederim saygılarımla.