- 1009 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ASIRLIK ÇANAKKALE RUHU
Çanakkale ...
Bu kelimeyi duyunca tüyleri içten içe diken diken olmayan bizden değildir.
Bir tarafta çelik, diğer tarafta et kemik...
Bir tarafta güle oynaya bir yurdu istila etmeye gelenler ve geldikleri gibi gidenler,
Diğer tarafta ise baba ocağından cesurca çıkıp bir daha geri dönmeyi düşünmeyenler...
Cepheye gitmeden önce anaları tarafından ‘’Bayrak inecekse, ezanlar susacaksa, sakın geri dönme, öl yiğidim!’’ Feryatlarıyla yola çıkanlar...
Bugün üzerinden bir asır geçmesine rağmen daha dün gibi akıldalar.
Çünkü onlar sonunda şeb-i aruz olduğu için ölüme güle güle, koşa koşa gittiler.
O gün dikilen çınarlar bugün dikilen ecnebi apartmanlarından daha yiğitler.
Bütün Mehmetçikler cepheye korkusuzca ve ardına bakmadan gittiler.
Anadolu, onları yolları taşlı, kızlarının gözleri yaşlı uğurladı Çanakkale’ye...
Mehmetlerin onbeşinde evinin önünde çelik çomak oynamaları gerekirken, Çanakkale’de bulunmak zorunda kaldılar.
Kaşı kadar bıyığı terlememiş Kınalı Hasanlar askere alınmak için bıyıklarını tarakladılar.
Düşmanla karşılaşınca bir asır değil asırlarca unutulmayacak bir destan yazdılar.
Mehmetçik, Anadolu’nun Türk yurdu olduğunu, yabancı devletlerin himayesi altına giremeyeceğini, ezelden beridir hür yaşadığını ve hür yaşayacağını,
Pasinler, Malazgirt, Miryokefalon ve İstanbul’un Fethi’nden sonra Çanakkale’de bir kez daha gösterdi. Bu topraklarda en güvenilir yerin ay yıldızlı bayrağın altı olduğunu tekrar ispatladı.
Top yok, tüfek yok, asker yok, dert çok dense de, düşmana:
‘’Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var!’’ dedi.
Savaş öyle bir savaştı ki; mermiler havada çarpışıyor, yere düştükçe toprak mermi yığını oluyor ve savaş sonunda metre kareye altı bin mermi düşüyordu.
Çanakkale Destanı milli mücadelenin ön sözü oluyordu.
Bir millet iki asırdır toprak kaybederken Çanakkale’de küllerinden doğuyordu.
Çanakkale’de cenk eden Mehmetler silah arkadaşı değil; kan kardeşi, mezar arkadaşı, cennet yoldaşı oluyordu.
Çanakkale’de kan gövdeyi değil, Boğaz’ı geçiyordu.
İtilaf Devletleri’nin gemileri değil, kanları geçmişti Çanakkale’yi...
Jan Hamilton: ‘’Son derece etkili 1800 top mermisi gönderdik, Türkleri koruyan Allahlarından Çanakkale’yi geçmek için daha ne yapılabilir? Biz Türklerle değil onların Allahlarıyla mücadele ettik ve kaybettik!’’ diyor, geldiği gibi gidiyordu.
Cevat Paşa bir rüya görüyordu, uyandıktan sonra, o çalışmayan Nusret Mayın Gemisi çalışıyor ve bu sayede 26 adet mayını boğazın en kilit noktasına, Kilitbahir’e yerleştiriyordu.
Koca Seyit Onbaşı herkesin savaşı kaybedildiğini düşündüğü anda 276 kilogramlık mermiyi namluya sürüyor ve en azılı düşman gemisini batırıyordu.
Şehit sayısı arttıkça morali bozulan Mehmetçiği Mehter Marşı ayaklandırıyordu.
Mehmet öyle bir cenk ediyordu ki düşmanla; tüfeğinin çalışmadığını düşünüyordu, işaret parmağı yerinde yoktu ama bunu bilmeden savaşıyordu. Tek bilmesi gereken bu vatanın kurtulması gerektiğiydi.
Mehmetçik düşmanla olağanüstü şartlarda savaşıyordu.
Sabah üzüm hoşafı, öğle yok, akşam yok. Ertesi gün sabah yok, öğle yarım ekmek, akşam yağlı buğday çorbası konuluyordu siperlerde kurulan sofralara.
Mide tok değildi de sırt pek miydi sanki?
Bu şartlarda hangi millet dayanabilirdi bu adaletsiz savaşa?
Kim böyle bir durumda düşmanı geri püskürtebilirdi?
Birinci tabur komutanı Binbaşı Lütfi Bey: ‘’Yetiş Ya Muhammed, Yetiş Ya Muhammed! Kitabın, Kuran-ı Kerim’in elden gidiyor!!!’’ demeseydi kazanılabilir miydi bu adaletsiz savaş!
Mehmetler, Mustafalar düşmanın üstüne ‘’Allah Allah!’’ diye haykırarak koşmasalardı kurtulabilir miydi bu vatan, sömürülmekten?
Zaten yetersiz olan cephane bittikten sonra devam edilmeseydi süngüyle, yaşayabilir miydi Anadolu, bayraksız kalmaktan?
Ölü bedeni yerde yatan Anzak askerini kaldırıp mezarına götürmeseydi, kalabilir miydi ayakta mertlik?
Derelerden su yerine oluk oluk kan akmasaydı, içebilir miydi temiz suyu Anadolu insanı?
Seddülbahir’de futbol oynayan, silahsız İngiliz’e ateş etseydi taviz vermez miydi Mehmetçik, namuslu olmaktan?
Çanakkale ruhu canlanıyordu Gelibolu önlerinde...
Mehmetçik Çanakkale ruhunun Allah’a teslimiyet, tevekkül, Hakk’tan gelene rıza göstermek olduğunu gözler önüne seriyordu.
Bu ruhun gayret olduğunu, insan gibi insan olması gerektiğini anlatıyordu.
Öyle bir şeydi ki bu ruh, anlamaya çalışanın bile akılları duruyordu.
Cihana,yurduna alçakları asla uğratmayacağını, gövdesini siper edip bu hayasızca akını durdurarak gösteriyordu.
Kim ağlamamıştı ki bu savaşa? En zalimi bile ağlıyordu...
Son Haçlı Seferi başarısızlıkla sonuçlanıyordu!
Mehmetçiğin başı yükselerek arşa değiyordu.
İtilaf Devletleri: ‘’Çanakkale Geçilemedi!’’ diyordu.
Şanlı Hilal dalgalanıyordu şafaklar gibi
Helal oluyordu artık dökülen kanların hepsi
Bayrak, vatan, millet esaretten ebediyyen kurtuluyordu.
Bütün cihan, Türkiye’nin Türklerin olduğunu anlıyordu...
Ve bir destan yazılalı bir asır oluyordu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.