15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1655
Okunma
2. BÖLÜM: KAYMAKLI EKMEK KADAYIFI
Yunus ve Elif Nur ile doya doya hasret giderdik tabii ki. Bu arada baktım torun Elif Nur da çok özlemiş beni. Nitekim öpmece, mıncıklamaca faslını bitirir bitirmez istekler sıralanmaya başladı.
-Dedeee beni sırtına alsana.
Şöyle bir Yunus’a baktım. Allahtan o öyle bir istekte bulunmuyordu. Yoksa altmış kilo bir veleti nasıl sırtıma alırdım. Elif Nur dediğin ne ki. Kuş kadar canı var. Hemen omuzlarıma attım. Atmasına attım ama isteği bu değilmiş.
-Dedeee…Öyle değil.
‘’Nasıl peki?’’ dedim. Tarif etti. At gibi dört ayak üzerine olacakmış. ‘’ Kız sen nerden biliyorsun ata binmeyi?’’ dedim hanım cevap verdi?
-Eski oturduğumuz evde ev sahibinin bir eşeği vardı. Ev sahibi ara sıra bindirirdi bunu eşeğe. Oradan alıştı.
Uzun lafın kısası torun beni görünce aklına eski ev sahiplerinin eşeği gelmiş. Hanıma teessüflerimi arz ettikten sonra mecburen torun hatırına eşek de oldum. O değil de hanım, ‘’ Kızım eşeği, pardon dedeni fazla yorma. Zaten yorgun. ‘’ demez mi?
Efendim bizim İstanbul’da malum doğalgaz yakıyoruz. Fatura canımızı fazla yakmasın diye de ısınmak ile donmak arasında bir ayarda kullandığımız için kombileri, öyle kemiklerimize kadar ısınmak diye bir şey söz konusu değil. Fakat Korkuteli’de durum farklı. Hatun yakmış kuzine sobayı. Oda hamam gibi. Yemeği de yedikten sonra artık tam anlamıyla gevşedim. Oturduğum yerde önce hafiften hafiften çaydanlık kaynatmaya, derken resmen nihavent makamında horlama faslına başlamışım.
Ben horlamada nihaventten Sûz-i dilârâ faslına geçtiğim anda baktım baş ucumda mırıldanmalar var. Bir erkek ve bir kadın sesi bu. Kadın ‘’ Vah zavallı adam vuslata eremeden gitti’’, Erkek ise ‘’Yok yahu canlı. Baksanıza kış uykusuna yatmış ayı gibi horluyor’’diyor.
Zorlukla gözlerimi açtım. Tanımadığım bir çift oturmuş kahve içiyorlar.Bir taraftan da benim canlı mı yoksa ölü mü olduğum hususunda tahmin yürütüyorlar. Hanımın komşularıymış. Beni merak etmişler bu herif ne menem bir şey diye. Adam benden yaşlı ama bayağı dinç. Şöyle bir baktı bana.
-Hocam kusura bakma. Uyandırdık galiba.
Kısaca ‘’Estafürüfüş’’ demişim. Ya da ona benzer bir şey işte…Adam eski bir gurbetçiymiş. Alamanya anılarından başlayıp, askerlik anılarından çıktı vatandaş. Ben sadece ‘’ Hı’’ diyorum. Daha doğrusu diyormuşum. Öyle dedi hanım daha sonra.
Vatandaş muhabbeti koyulaştırmak istiyor ama bende herhangi bir canlılık emarasi yok. Benim hatun ‘’ Şimdi bu içi geçmiş bunak mı senin kocan olacak?’’ diye düşünmesinler hesabıyla beni canlandıracak çareler peşinde. Çünkü burnumun dibindeki mis gibi Türk kahvesinin kokusu bile uyandıramıyor beni. Lakin hanım zayıf noktamı çok iyi bilir.Beş dakika sonra bir tabak dolusu kaymaklı ekmek kadayıfını önüme koyunca ben birden bülbül gibi şakımaya başladım.
Döktürüyorum artık.
Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garâzım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı
Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı
Perde çek çehreme hicrân günü ey kanlı sirîşk
Ki gözüm görmeye ol mâh-likâdan gayrı
Yetti bî-kesliğim ol gâyete kim çevremde
Kimse yok çizgine girdâb-ı belâdan gayrı
Ne yanar kimse bana âteş-i dîlden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl
Koymadı hiç imâret bu binâdan gayrı
Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyem
Ne temettu’ bulunur neyde sadâdan gayrı
Yok arkadaş. Kim ne derse desin uyku sersemliği fena bir şey. Ben döktürdükçe millet ellerini açıp ‘’Amin ‘’ dedi durdu. Hatta komşu bey ‘’ Hocam hazır başlamışken şu benim hanıma da bir okusan. Çok fena baş ağrıları var’’ demez mi?
Sonra?........................ Şimdi biliyorum pek çok dost şu mihr-i müeccel, ‘’Aldım kabul ettim ‘’ ve sonrasındaki sırtı yumruklama olayını merak ediyor. Kusura bakmayın. O fasıl bu yazı dizisinde olmayacak. ‘’Yok yani ! ‘’ denen bir şey var değil mi?
Sabahleyin yeni bir güne başlıyorduk artık. Kangallar Antalya’ya inip önce iş, sonra da ev bakacaklardı kendilerine. Anneleriyle birlikte onları Antalya’ya sepetledim. Ben evde Yunus, Elif Nur ve Kızım Tuba ile birlikte kaldım. Cuma namazı vaktine kadar Yunus ve Elif Nur ile oyalandıktan sonra Cuma namazına gittim. Sonra Elif Nur tutturdu ‘’Dede beni parka götür’’ Çaresiz götüreceğim artık.
Allahtan park yakın. O soğukta bizden başka da kimse yok. Zaten park dediğim de iki salıncak, bir kaydırak ve bir tahtırevalliden ibaret.
Elif Nuru sallarken bir kadıncağız da biri kucakta, biri Elif Nur yaşlarında çocuğu ile geldi. O da kendi çocuğunu ( Bir kız çocuğu) sallamaya başladı. Kadının çocuğu salıncakta başladı ilahi okumaya ‘’ Allahu Allah, Allahu Allah, La ilahe İllallah.’’ Baktım Elif Nur hemen itirazı patlattı. ‘’O öyle değil. Allahu Ekber, Allahu Ekber. La ilahe illallah’’ Başladılar artık ‘’Hayır öyle değil böyle atışmasına. Resmen dini nitelikli bir savaş başlatacaklar neredeyse. Allahtan çocuğun annesinin yanında gofret varmış. Her ikisine de birer gofret uzatınca derhal sulh sağlandı.
Sulh sağlanmasına sağlandı ama parktan ayrıldıktan sonra Elif Nur ‘’Dede o kız ne kadar aptal. Bir şey bilmiyor.’’ Diye çocuğun arkasından dedikodu yaptı yine de. Yani kadın kısmı bebeklikten başlıyor dedikodu denen şeye anlayacağınız. ‘’ Ben ayıptır, dedikodu yapılmaz arkadaşın arkasından ‘’ desem de ‘’Evet çok ayıp. O öyle mi söylenir?’’ diye cevap verince anladım ki henüz dedikodu kavramını bilmiyor ama bayağı bayağı yapıyor yine de.
Akşam saat on gibi kangallar ve anneleri geldiler. Maalesef Antalya’da iş yoktu bizim gençlere. Daha doğrusu iş vardı ama burada 1700 Tl maaşla çalıştıkları aynı iş Antalya’da 1100 Tl idi. İki kişinin maaşında nereden bakarsan bak toplamda 1200 Tl gibi eksilme olacaktı Antalya’ya yerleşmemiz durumunda. Velhasılı kelam çocukların Antalya’ya yerleşme işi sakattı.
Tekrar yeni planlar yapmaya başladık. Buna göre çocuklar yine İstanbul’da yaşayacak ama ben Korkuteli’ye yerleşecektim. Yani artık kangallar kendi kanatlarıyla uçacaklardı. Her ne kadar kangal ve uçmak tabirleri pek uymasa da yapacak bir şey yoktu.
Pardon yapacak bir şey vardı: Büyük kangala kız isteyecektik. Buraya geliş amaçlarımızdan birisi de buydu çünkü.
Cumartesi günü büyük kangal Antalya’ya indi, yeniden iş bakmak, yeni alternatifler aramak için. Akşama kadar da gelmedi doğal olarak. Çünkü sevgilisi de Antalya’daydı. Akşam üzeri gelin adayımızla birlikte geldi. Kızla oturduk konuştuk.Sonra büyük kangal onu tekrar Antalya’ya bıraktı. Kısacası Cumartesi günü öyle olağanüstü bir şey olmadı. Sıra geldi Pazar gününe. Artık gelin adayımız için resmi olarak anne babasıyla tanışıp ‘’Allahın emri, peygamberin kavli’’ diyeceğiz.
Pazar günü Korkuteli’den yola çıktık ma aile. Evde sadece Yunus ve Tuba’yı bıraktık.
Biz Korkuteli’de donarken Antalya oldukça sıcaktı. Gelin adayımızın baba evi bahçe içinde oldukça şirin bir evdi. Dünür namzetleri, yani kangalımın kayın peder ve kayın valide adayı ile kayınço adayı biz gelmeden semaveri hazırlamışlardı bahçede. Baktım vatandaş oldukça kafa dengi. Hemen paça kasnak daldım herife. Ufaktan bir şapırdatma ve hoş geldin beş gittin faslından sonra bahçedeki kanepeye çöktüm beş keçili ağa gibi.
Ben bir an önce ‘’ Çocuklar birbirlerini internette görmüşler, facede dürtmüşler, eh biz de beğendik’’ filan diyerek konuya girmek istiyorum ama her nedense konu bir türlü oraya gelmiyor. Tam ağzımı açacağım bahçedeki horoz giriyor devreye ü ürüüüü üüüüü diyerek. Ya da tavuk gıdaklıyor. ‘’Vallahi de billahi de çift sarılı yumurtladım,’’ diye. Tam onlar susuyor köpek başlıyor ‘’ Kesin lan patırtıyı. Görmüyor musunuz evde misafir var.’’ diye havlamaya. Ya da tam mevzuya gireceğim benim hatunla müstakbel kaynana danteller üzerine muhabbete başlıyorlar. Kayın peder namzeti ise göz yaşlarını silmekten benimle konuşacak durumda değil.
Efendim, adamın göz yaşları kızının mürüvvetini görecek olmaktan dolayı akmıyor. Ya da kızından ayrılacağı için filan da ağlamıyor. Namussuz semaveri bir türlü yakamadı. Dumandan boğulup ölecek neredeyse. Gözüne giren duman sebebiyle ağlıyor.
Yine de sonunda o semaver yandı ve biz mis gibi semaver çaylarımızı yudumlarken çil horozların cinsi üzerine oldukça ilmi bir muhabbete daldık kayın peder adayı ile. Ayrıca Antalya ve yöresinde yeni yeni yetiştirilmeye başlanan avakadonun bu bahçede de yetirtilip yetiştirilemeyeceğini tartıştık. Benim hatun ise bu bahçenin toprağı kırmızı olduğu için en güzel şekilde biber yetiştirilebileceği üzerine bir brifing sundu bizlere.
Biz işte böyle ‘’Eeee İstanbul’da havalar nasıl? Oh oh maşallah Antalya’nın havası baya güzelmiş’’ muhabbetindeyken bizim kangalın baldızı da geldi ki işte o andan itibaren bizim kız isteme olayı tam bir curcunaya döndü.
Kız bahçeden içeri girer girmez hemen bana bir elense çekti. Tabii ki ben de anında bir tırpanla cevap verdim. Daha sonra kız benim hatuna daldı. Sanırsın kırk yıldır tanışıyorlar. Bu arada çay faslı bitti. Kahve faslı başladı.
Kahve dediğiniz zaman orada duracaksınız. Benim hatun kahve falı bakmaya da kendi falına baktırmaya da oldukça meraklıdır. Tabii ki tamamen sallamasyon… Minicik bir kahve fincanın içine bakarak kısmet, para, yol, su, elektrik, doğal gaz, doğal afet, doğal olmayan afet, bir sürü şeyi görmeyi nasıl becerirler anlamam. O değil de bir de inandırmak için ‘’ Bak bak…Burada bir kuş görünüyor. Kuş demek duş demektir. Yakında evinizdeki banyoya jakuzi alacaksınız’’ diye hiç alakasız yorumlar yapmazlar mı? Hani o ‘’ Bak bak ‘’ dedikleri şekil kuşa benzese neyse. Ben baktığımda orada resmen bir deve görürüm lakin fala bakan da falına bakılan da onu kuş olarak görürler ve falcı kuş demişse kuştur o şekil.
Benim hanım, kızın falına baktı. Baktım ki bu fal faslı uzayacak. ‘’ Haydi içeri girelim. Konuşacaklarım var’’ dedim.
Herkes merakla bana bakıyor…Ben içeri girdim. Kayınpeder geldi ardım sıra. Peşinden banim hanım, gelin adayı kısaca bahçede oturanların hepsi içeri girdi. Artık inisiyatif benim ellerimdeydi. Gayet ciddi bir tavırla başladım sözlerime:
-Yahu arkadaş kaç saattir oturuyoruz da sormadık hiç birbirimize. Senin adın neydi?
Bunu kayın peder adayına diyorum. En az beş saattir oradayız. ( Bu arada yemek de yedik ama efendice ve normal bir yemek olduğu için onu ayrıca yazmaya gerek yok tabii ki.)
Adam kısaca ‘’Adım Fahridir hocam’’ dedi. ‘’ Ben de Sami’’ diye mukabele ettikten sonra ana menüye geçtim. Yani ana mevzuya.
-Efendim buraya neden geldiğimizi biliyorsunuz.
Adam saf saf baktı yüzüme.
-Yooo. Bilmiyoruz. Hakket neye geldiniz siz?
Ulan ben manyağım ya bunlar benden de beter manyak. Daha önce hayatında hiç tanımadığın bir aile –evinde bekar kızın varsa - senin evine niye gelir be mübarek adam.
Hay Allah’ım ya…Daha önce böyle bir tecrübe yaşamamışım ki. En iyisi lafı uzatmadan direkt konuya dalmak.
-Fahri Bey ! Biz buraya Allahın emriyle, Peygamberin kavliyle ve can havliyle kızınıza talip olmak üzere müşerref olmakla bahtiyar ve mes’ut olaraktan…
Yahu resmen saçmalıyorum… Ben ki bu sitede bülbül gibi şakıyan bir yazarım ama gelin görün ki orada resmen Arap saçına döndürdüm olayı.
Hanımın gözlerinin içine bakıyorum olaya müdahil olsun da beni kurtarsın diye lakin o beni kurtaracağına baldız hanımla dışarı çıktı.
Ben içeride lafı toparlamaya çalışıyorum onlar da dışarıda kahve falı olayına devam ediyorlar. Baldız hanım bakıyor bu sefer benim hatunun falına.
Olay aynen şu şekilde:
İçeride ben,
-Fahri bey uzun lafın kısası…
Dışarıda baldız hanım,
-Ablacığım sana oldukça mutlu ve huzurlu bir yaşam görüyorum.
İçeride ben,
-Biz kızınıza talibiz.
Dışarıda Baldız,
-O içerideki amca var ya, işte o göbekli vatandaşla bundan sonra çok mutlu olacaksınız.
İçeride ben,
-Allahın emriyle, peygamberin kavliyle oğlum adına kızınızın dest-i izdivacına talibiz.
İçeride kızın babası:
-Hocam n’ööörüyon sen yahu. Gızı mi istiyon yani?
Bu vesileyle vatandaşın aslen Kayserili olduğunu da öğrendim.
-Hay ağzına sağlık yahu. He..Kızını bizim oğlana istiyorum.
Dışarıda baldız,
-Abla sana ayrıca bol para da görünüyor.
Yani efendim bizim manyak aile işte böylesine manyak bir şekilde kız isteme olayını da tamamladı.
Fahri Bey ile yaptığımız ikili protokol gereğince bazı özel sebepler dolayısıyla Temmuza kadar bekleyeceğiz, sonra nişan, ardından da kısa süre içinde nikah yapılacak ve tabii ki her şeye rağmen nasip meselesi yine de. Nasipse gelir Hint’ten Yemen’den, nasip değil ise ne gelir elden olayı.
Şimdilik işler kaymaklı ekmek kadayıfı gibi ama yine de dediğim gibi. Nasip.
Devamı yarına olsun artık.