- 638 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
karankı yolun sonu
Karankı Yolun Sonu
Zindana yeni atılmamıştı,ortalık yeni zifiriye kesmemişti,duvarlardaki göğermiş yosunların uçları ne zaman bu denli uzamıştı?Sular duvar diplerini ne zaman bunca tutmuştu?Parmaklıklar da bu denli paslı mıydı hep?
Demir uygarlığın ilk ışıklarından biriydi oysa.İnsanlık demiri eriterek,şekil vererek aydın bir yol açmıştıkaranlığın içine.Ötelerde çok ötelerde eskimeyen bir gerçeklik,pas tutmayan bir parlaklıktı bu.
Bulanmıştı.Her şey gibi zihni de.Etrafına bir göz attı.Ne zamandır buradaydı?Neden buradaydı,yanında bir kaderdaşı var mıydı,bilmiyordu.
-Yalnızım ,dedi.En azından anımsamadıklarımın sıralandığı defter sayfaları gibi boş ve yalın.Anımsanmayan yoktu.Yok.Her şey ne ıraktı şimdi.
Gözlerini kendine çevirdi.Sırrı dökük yerleri aynanın kara birer leke gibi bedenini kirletiyordu.Kendi vücudunun da sırrı dökülmüş gibiydi.Sol elinin parmaklarıyla önce sağ elinin parmaklarını ,kolunu sonra omzunu yokladı.Yerlerinde yoktular sankiya da rastgele doldurulmuş bir yastık gibi bazı yerler gereğinden çok pek,bazı yerler de çökmüş gibiydi.
-Ben bir yosun olabilirim ,dedi.Yaşamı taş bir duvara ve suya bağlı bir yosun.
-Hal böyleyse yalnız değilim,dedi.Su var az da olsa ışık var,taş sonra toprak.Kendini bir an kalabalıklar içinde buluverdi.Uzun yıllar çalışmaktan nasır tutmuş parmaklarını duvara uzattı.Usulca değdi.Ürkmüştü.
-Soğuk çok soğuk.Şaşkınlığı duvarı bu denli soğuk buluşundandı.Yaşamın olduğu yerde sıcaklık olmalıydı,güven, sevgi hoşgörü olmalıydı.
Herşey,bu duvar..Bu denli soğukken o,kendisi yaşıyor olabilir miydi?Gözlerinden süzülen bir iki damla yaş da soğuk izler bırakarak yanaklarından aşağıya süzülüyordu.
-Ben bir yosun olabilirim dedi.yaşamı taş bir duvara ve suya bağlı bir yosun.Hal böyleyse yalnız değilim, dedi.Su var az da olsa ışık var taş sonra toprak..Kendini bir an kalabalıklar içinde buluverdi.Uzun yıllar çalışmaktan nasır tutmuş parmaklarını duvara uzattı,usulca değdi.ürkekçe..
*
İlk yaz başlangıcında Karankı Derenin yolunda yürümeyi severdi.Yalınlığını yalnızlığıyla sarmalar yürürdü.Doğayı selamlardı gülümseyerek.Kuşların ötüşlerine dair öyküler kurgulardı.Otlara, çalılara, ağaçlara bakınca içinde gürül gürül akan nehirlerin çağlayanların sesini duyardı.Kayalara gelince saygı ve ürkü arasında bir duyguyla eğilirdi başı.Ne çok efsane bilirdi kayalara dair ne çok mit.Her geceye her güne bir tane anlatsa bitirebilir miydi?
Gizli bir anlaşmayı bozuyormuş hissine kapılıp ardına döndü.Sadece bir duvardı ardında duran Bir duvar.En sağlamı buydu boşuna mı demişti büyükler.’Ağaç kurur, insan ölür ’diye.Ölmüşlerdi işte.Adları bir mektubun sıcaklığında bir dost koynunda eriyip gitmişti bir kaçının.Birkaçının özlemi yıldız yıldız İstanbul’du gökyüzünde.Aşkları sevdalarındandı.Ömürlerinden uzun sözleri vardı, aydınlık pırıl pırıl sabahlara açılan gülüşleri.
-Gittiler dedi.Daha göç mevsimi başlamadan gittiler.Kırlangıçlar leylekler henüz göç katarını düzmemişlerdi.Bu hiç de normal değildi.Kimse göç etmemişti belki de.Herkes yerli yerinde duruyordu.Eğilmişti başlar olgun bir başak gibi vakurla değil.Bir kök bir uşak gibi kaybolma yitip gitme korkusuyla.Eğik başlardaki gözlere ulaşmak kolay değildi.Bir insan başka bir insanın gözündeki ferle yıkanırdı.Işık yol demekti.Bir insanın gözündeki ışık söylerdi o insanın nereye yakın kime yakın olduğunu.
-Bilirim dedi.Duvarları çok da seçilmeyen insan siluetleri doldurmuştu.Hepsine anlatacak çok şeyi vardı.Birine bir ağıttan yola çıkarak ulaşacaktı.Birine bir türküden.Birine ayağına takılan bir taşta söz edecekti.Sonra kırlangıçlar leylekler ve göç mevsiminden.
Renkler azalmaya başlamıştı.Yosunların arasındaki su damlaları bakışlarını doldurmaya başlamıştı.Sol eliyle dudağının sol ucuna dokunarak ılıkça yüzünde yol arayan göz yaşını sildi.
-Bir..
-İki..
-Üç..
Dört duvar..
Üstünde bulutlar..Beyaz bulutlar..
-Bir..
-İkiii...
.....
Tam üç diyecekti ki soğuk ve loş koridorları dolduran bir ’yuh.. ’sesi duyuldu.Sese sesler karıştı.Kırık, bir ucu yanık öfkeli sesler..Çığlıklar, kargışlar..Şimdi tam da karanlığın başladığı yerden üstüne doğru akan bir sel vardı.Boz bulanık bir sel..Yüzleri seçilmeyen gözleri sürmeli insanların oluşturduğu bir sel..Zamanın ışıksız ve loş dehlizlerinde büyümüş..
Sesler çoğaldı..
-Yuh..
-Yazıklar olsun..
-Efendimiz..
-Çok yaşa..
-Ateşin var mı biliyorum..Yanakların al al..Biliyorum.elvan elvan çiçeksin gözbebeğimde..
Bakışlarını biraz karanlık biraz acı biraz da umutsuzluk sarmalından çıkmaya çalışırken buldu.Her çırpınış biraz daha batmasıydı.Biraz daha biraz daha..
Zaman kurak bir tarla gibiydi.Sürülmüş kesek kesek..Günün kızgın korlarıyla dağlanmış bir tarla.Yol yol, damar damar açılmıştı.Az sonra aniden bastıracak bir sağanak yağış toprağı çamurlaştıracak küçük tümsekleri yutacak büyükleri biraz daha aşındıracaktı.Az zaman çok zaman ayrımının kilit noktasıydı bu.
Siyah kuzguni saçlarının gölgesinde büyüdü kadının gözleri.Büyüdü büyüdü büyüdü.Tüm bedenini sardı.Şimdi sadece gözdü.Kocaman koskocaman göz..Aynı zaman diliminde zifiri kesmiş bakışların yönettiği ellerin bıçakları testereleri hızlıca indi..
Kadın hiç bir şey görmemek için gözlerini kapadı.Kör bir testere vücudunda geziniyor bıçaklar sivri uçlarıyla eşeleniyordu.Dengesini kaybetti.Her darbe vücudundaderin onulmaz yaralar açıyordu.
Kurumuş bir çiçeğin mutsuzluğunda umarsız mırıldandı..
yüklü bir kadındı zaman
zifiri oğlanlar doğurdu
yarınlara..
tmolos edebiyat ocak2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.