- 1415 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
BURSA
Şehirlerde insanlar gibi aynı kökten geldikleri, insanoğlunun birer medeniyet kalesi oldukları; kendilerine has kişilikleri ve kimlikleri olduğu varsayılır. Bir çok yönüyle, çevrelerine, komşularına benzeseler de, yine de onlar taşıdıkları özel ismin altında kendilerini besler, büyütür, farklılaştırırlar. Bunu yaparken hakim kültürden de kopmayı düşünmezler. Farklıdırlar ama, birlikte var olacaklarını da bilirler. Değişerek gelişmek her şehir gibi Bursa’nın da kaderidir.
Tarih ve talih Bursa’yı Selçuklular’ca İznik’in alınmasıyla gözgöze getirmiş, ancak Selçuklu’ya yar etmemiştir. Bir süre de olsa Selçuklu’nun olamamasına dargınım Başarabilmiş olsaydı, belki de üç büyük devrimizin (Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti) tarih müzemiz olabilecekti. Selçuklu bozkırı boylu boyunca han, hamam, kervensaray, çeşme ve caamilerle donatıp mamur kılarken, Bursa’sız bir madeniyet kurmuştur. Bana göre, her dalda Selçuklu’nun bir açılımı olan Osmanlı, bozkıra yatırım yapmakta kıskançtır. O,Bursa- Üsküp arasını asıl konak yeri seçerken, İmparatorluğun uzak, yakın sınırları içinde bozkırdan gözdeler edinmekle yetinmiştir. Mekke gibi, Bağdat gibi, belki Manisa...Hasılı Selçuklu’ya bir takılma noktası gibi dururken, Osmanlı’ya çıkış noktası olmuştur. Görülür ki Selçuklu’nun kaderi bozkırda düğümlüdür. Osmanlı suyu sever; hep sulak, ormanlık, uçsuz- bucaksız verimli ovalarda dönüp durur... Bursa’nın Osmanlı’yı çekmesi kanımca yaylaklarından çok, verimli ovaları olmuştur. Verimli ovalara ulaşmanın yolu da Bursa’nın fethinden geçer. Türk, Ortaasya’daki susuzluğunu ancak Bursa’da dindirebildi. Osman Bey, oğlu Orhan’a "Beni şu gümüşlü kümbetin altına gömeceksin" derken kendine bir mezar yeri seçmekten çok, bu verimli ovaların hayalini kuruyordu ve öylede yapıldı.
Bursa kutsi bir şehirdir ve önce Osmanlı’yı taktis eder. Bursa konum olarak Osmanlı için çok cazipti ve feth ederek geldiği şehirlerlede uyumluydu. Tepeden ilk gördüğünde sadece yemyeşil örtüsünün, O’na farklı geldiğini düşünüyorum. Sırtını dağa yaslayarak ovaya açılan şehirler ve yüzlerce köyler, tam O’na göreydi. Erzurum’un Palandöken’le, Kayseri’nin Erciyes’le, Aksaray’ın Hasan Dağı’yla buluşması neyse, Bursa’da odur. Hepsi güzel şehirler olsa da, Bursa bir başka güzel, nazlı, çekici, birazda yosmadır. İnsanı çeken bağlayan ve yenileyen bir başka hali olan sevgilidir. Bundandır ki, O’na koşmakta kimse tereddüt etmemiştir. Tekfurların boşalttığı bu şehre Anadolu akın akın gelmiştir. Bu geliş Cumhuriyet’in ilanıyla daha bir gürlenmiş ve güçlenmiştir. Belki medeniyetimizin müzesi olamadı ama, insanımızın müzesi görünümündedir. Bursa’yı yurt edinmemiş tek şehir, ilçe, belde yok gibidir. Bir sanayii kenti olması nedeniyle bu göçlerden artan iş gücünü karşılamakla memnun kalsada zaman zaman bunalmış ve pes etmiştir. Cumhuriyetimizin yeşil Bursa olarak devraldığı şehir şimdilerde zorlanmakta, yeşilini koruyarak büyümekte sıkıntılıdır. Gelenler hep taşa, çimentoya gerek olduğunu düşünmüş ve yeşili yok ederek şehirleşme çabası güdmüştür. Bursa yeşil ünvanını kaybetmemek için var gücüyle direnmektedir. Sahip olduğu verimli toprağı, munis ve ılıman iklimiyle bunu başaracağı ümidini koruyorum. Biraz da şehri sevk ve idare edenlerin boynuna borçtur. Çünkü Bursa kıyılacak bir civan değildir.
Benim çocukluğumda, bir şehir görme arzusu ile yola çıkanlar belki önce İstanbul derdi ama, ardından Bursa demeyi de ihmal etmezlerdi. Bursa bu cazibesiyle belki İstanbul gibi bir şehrin yanında ilk olamadı, ancak ikinci olmayıda tesadüfe bırakmamak için çok çaba harcadı.
Bursa’yı tanımak bana yirmiüç yaşımda nasip oldu. Yine tarih kokan Kütahya’da acemi birliğimi tamamlayıp Balıkesir kurası çekmiştim. Memleketime gitmiş,dönüş için Bursa bileti almıştım. Puslu ve buğulu bir Bursa sabahı otobüsten indim. İçimde Bursa’yı görmek arzusundan çok ,yeşili görmek daha baskın bir duyguydu. Ancak mevsim buna el vermeyecekti. Bursa’yı yeşiller içinde görmem 1982 yılının Mayıs ayına ertelenecekti. Askerde Bursa’lı bir arkadaşım olmuştu. Teskere alınca Bursa’yı gezdirecekti, öylede oldu.1982 Mayısının bir cuma günü öylende Karacabey meydanında lokantada döner yediğimizi hatırlıyorum. Bu, Bursa’ya Bandırma cephesinden giriyoruz anlamına geliyordu. Önümüzde Bursa’yı besleyen Karacabey Ovası yemyeşil uzanıyordu. Sarp ve yüksek dağlara aşina bir yörede büyüdüğümden, Uludağı fark edene dek burada dağlar bana yeşil yükseltilerden ibaret tepecikler halinde gözüktü. Uluabat köyünü ve gölünü sağ yanımızda bırakarak solumuz yeşille kol kola güneşli bir ikindi üzeri Bursa’ya ulaştım. Bursa’yı ve Bursalıyı yakından ilk kez tanıyacaktım. Arkadaşım beni çeyiz üreten fabrikalarına götürdü. Dört duvarını kitapların kuşattığı bir çalışma odasına girdik. Oldukça yakışıklı bir Bursa beyefendisi bizi ayakta karşıladı. Yetmiş yaşlarında tertemiz giyimli bu yakışıklı Bursa’lı, Bursa’yı tanımakta beni zora düşürdü. Bu munis görünümlü adam, hayata çok ciddi bakıyordu. Güzel türkçesi ve bütün hareketleri ölçülüydü. Aslında çok rahat olan ben, bu adam karşısında disipline olmak durumunda kaldım. Sıcak ve cana yakınlığı bu adam ciddiyetle nasıl uyum içerisinde birleştirmişti halen hayret ederim. Ciddi, kültürlü, lezzetli sohbet eden bu adam, akşamın nasıl olduğunu bana fark ettirmemişti. Çok erken gelen muhacirlerden olduğunu söylemişti. Bursa’nın bir Balkan Muhacirleri kenti olduğunu sonradan daha iyi anlayacaktım. Bu ölçülü ciddiyetle sevimliliği bir arada barındıran beyefendilere Erzurum’da da rastlamış, etkilenmiştim.
Akşam arkadaşımın Cekirge’deki evlerindeydik. Şehri çok güzel gören bir yerdi. Balkondan uzun uzun bakışlar fırlattım. Sonuçta anladım ki gezip görmedikçe içinden çıkılır gibi değil; gezmeye ve görmeye karar verdim. Sabahleyin teleferikle Uludağ’a çıktık. Kayak pistlerinin bulunduğu rakımlı tepeleri halen bilmem. Teleferikle ulaştığımız noktada başımın döndüğünü ve mide bulantısının başladığını hatırlıyorum. Bir et lokantasının önünde elli yaşlarında bir amcayla konuşurken rahatsızlığımı anladı "Delikanlı burada onbeş gün aralıksız kalan adamın kanı tamamen temizlenerek değişir" deyiverdi. Doğru mu-yalan mı-mümkün mü bilemiyorum. Adı kendine bu kadar yakışan bir dağ var mı? Duymadım ama Uludağ güzelliği ve heybetiyle beni büyüledi. Ağrı Dağı ve Erciyes gibi resminin kolay çizilemeyeceğini o gezimle anlamıştım. Acemi ressamlar size Ağrı ve Erciyes’i kolayca çizerler de,Uludağ’ı usta ressamlar bile kolay kolay sevdiremezler. O çizilmez seyredilir ve yaşanılır bir dağ...
Bursa’nın bahtını açık eden birazda çevresidir. Kucağında bulunduğu mümbit-verimli topraklardır. Bize ders kitaplarında okutulan "Türkiye kendi kendine yeten yedi ülkeden biridir" evet Türkiye’miz artık, 2010 yılı itibariyle kendine yetemeyen bir ülke. Artık tarımsal ürünlerde ithal etmek durumundadır.
Bursa bu anlamda kendi kendine yeten ve kendisini çok aşan bir şehrimiz, bunu da kendisiyle birlik, çevresine borçlu. Kendisine bağlı bulunan ilçelerinden herbiri ayrı bir varlık sunmakta; meyvenin, zeytinin, etin, balın en güzeli bu toprakların hediyesi, bu zenginliğiyle Bursa’mız kıskanılacak bir şehirdir. Zaten tarihi boyunca O hep kıskanıldı. Kıralların ,kayzerlerin, hanların,hakanların ve sultanların ardına düştüğü biricik sevgili oldu. Çoğu da ülkülerine kavuşamadan yoruldular, düştüler, öldüler.. Kılıçları kınlarında kaldı...
Bursa, aynı anda ,seslerin buluştuğu bir şehir, her sabah ezan seslerine karışık su sesleriyle uyanır. Su,Bursa’da biraz daha sudur. Dün ipek böceği kozalarının dokuma tezgahlarındaki uğuldayan sesini, artık tekstil makinalarının ahenkli sesleri ve motor gürültüleri devraldı. Hafız Burhan nerelidir, bilemem, ama Zeki Müren insan yüzüyle bu seslere ortak olan istisnalaradan. Bu kadar ses ahengini barındıran Bursa,Zeki Mürensiz olamazdı. Gelmemiş olsaydı birileri mutlak bu ahenge eşlik edecekti.
Bursa’yı set başından seyrettiğinizde kendisini tam olarak ele vermez. Doğu kesimi sizi illada yanına yakınına çağırır."Gelmeden olmaz!" der. Siz adım adım gezmek, görmek zorunda kalırsınız. Bursa’ya neresinden baksanız sizi davet eden bir yüzü mutlaka uızaklardan gülümser.
Bursa’yı gezmeye karar verdiğinizde nereden başlasam endişesine gerek yok. Neresinden şehre bir iniş-çıkış yapsanız her sokak başı bir güzelliğe, bir farklılığa çarpılırsınız ! Çarpılmak en çok Bursa’da güzeldir. Yukarıdan inerseniz; Setbaşından, Çekirge’den, tarihin içinden süzülür gibi her devri yaşayarak ovaya inersiniz. Bursa’nın üst kısmını tarih oluştururken, ova kısmını modernizm oluşturmuştur. Anlatılanlara bakılırsa, Bursa, belki kırk yıl önce bir tavuz kuşu güzelliğinde kanatlarını gererek yeşilin göbeyine konmuş gibi, bir kartpostal oluştururken, bugün güzide şeftali bahçeleri yokedildiğinden, ancak sırtını yeşile dayamakla mahsun. Denir ki tavuzkuşu kuyruğunu bir gökkuşağı gibi açarak gururlanır,ayaklarının çirkinliğine bakınca morali bozulur ve mahsunlaşır. Bursa’da, sırtını yeşile dayarken ovaya baktığında aynı duyguları yaşamakta sanırım. Ancak bu da reel dünyada kaçınılmaz. Bu kadar nimeti sunan şehir elbette genişleyip, açılacaktı. Okullar,fabrikalar,plazalar,yollar,devasa işhanları nasıl olacaktı? Ya şehir tarihini yok ederek kendini yemek suretiyle büyüyüp serpilecek,yahut Bursa’nın yaptığı gibi ovaya, boşluğa doğru açılacaktı. Bursa değerli topraklarını kaybederken tarihini yeme suçunu işlememiştir. Birazda onun için sıcak ve sevimlidir.
Yine de bizler tarihin yaptığı gibi; Bursa’yı yukarıdan aşağıya gezmeyi yeyleyelim. Belki tam Ulucaamii’nden başlayarak büyülenmeli, sonra Orhan Bey’in zamanından kalma çınarı , çınarları, Tanpınar’ın saçlarını okşar gibi okşamalı, sevmeli...Sonra Koza Han’a, Emir Han’a uğrayıp birer demli çay içmeli. Kapalı Çarşıya dalmalı, uzanasıya gezmeli. Sonra istediğiniz yöne dönüp, Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, konuralp, Heykel...Ne yana açılsanız kazançlısınız. Bir ara sokağa dalıp restore edilmiş eski Bursa evine mıhlanıp kalın. Gönül sizin, Setbaşı köprüsüne çıkıp dalıp dalıp gidin...Bir tarih dünyasında yüzdüğünüzü farkedin. Derin hülyalara dalın. Ciltleri pırıl pırıl, bakımlı, Bursa’lı hanımlara, şık beylere gözünüz takılsın. Uyanın ve sizinle birlikte uyanan şehre yeniden kavuşun.
Tarihe doyduysanız şehrin modern versiyonuna geçin; hangi işhanı, hangi mağaza, hangi hipermarket ilginizi çekerse o yöne akın...
Kulağınızda Rumeli türküleri, bozlaklar, uzun havalar ve Zeki Müren’den şarkılar...Çerkez tavuğu, çiğ köfte, acılı kebab, illede iskender kebabı, İnegöl köftesi...
Sırtınızı yine Uludağ’a yaslayın. Türkiye Cumhuriyeti’yle birlik tarihin ve talihin açık olsun ey şehir, şehrimiz, Bursa’mız, duamız deyiverin...
YORUMLAR
Ulucaamii’nden başlayarak büyülenmeli,sonra Orhan Bey’in zamanından kalma çınarı ,çınarları,Tanpınar’ın saçlarını okşar gibi okşamalı,sevmeli...Sonra Koza Han’a,Emir Han’a uğrayıp birer demli çay içmeli.Kapalı Çarşıya dalmalı,uzanasıya gezmeli.Sonra istediğiniz yöne dönüp,Gümüşlü,Muradiye,Yeşil,Nilüfer Hatun,Geyikli Baba,konuralp,Heykel...
Açıkça bir şeyi itiraf edeyim,şairlik bir yana bir coğrafyacı olarak yazınıza imrendim.saygıdeğer abim.....
Bir şehrin kültür-şehir coğrafyası ancak bu kadar başarılı bir üslupla anlatılabilir.Bir Bayburtlu olarak sizden Bayburt'unda bu şekilde anlatımını inşallah sizden bekliyoruz.
Teşekkür derken başarınızın daim olmasını Rabbimden niyaz ederim..........
Dost Bursamı toprağımı öylesine harikulade anlatmışsın ki görmeyenler bu yazını okuduklarında inanın görmüş kadar olacaklardır. Okurken ben kendimi sanki Bursada ufak bir gezinti yaptım gibi oldum yada bir Bursa belgeseli seyreder gibiydim Bu eminim ki herkese böyle yansıyacaktır, Tebrikler dost yüreğine emeğine sağlık güzel paylaşımın için tşk ler...
Sevgiler sevgiyle kal..
Bursanın şeftalisi,kestane şekeri,tarihi iskender kebapçısı, çiçek köftecisi ooooo daha neler var neler...sabah sabah karnım aç kahvaltı yapmadan okursam böyle olur işte...şimdi çekirgede olmak vardı yada uludağda kahvaltı yapmak öğlen kendin pişir kendin ye mangal...
set başında çay pöfürdetmek...
kutlarım şair çocukluğuma doğru güzel bir yolculuk yaptırdınız...
saygımla...
bluecould tarafından 6/27/2008 7:57:10 AM zamanında düzenlenmiştir.