- 2016 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
Tarihini bilmeyen toplumların coğrafyalarını başkaları çizer
7.Bölüm
06 Mart 1915. İnsanın içine karamsarlık düşüren, sevimsiz, şekilsiz, kararsız bir Çanakkale günü... Boğaza 600 m kadar uzaklıkta, sırtını sarıçam ormanlarının gölgesine dayamış, bünyelerinde bol miktarda meyve ağacı barındıran büyük bahçelerle çevrili, güzel, gösterişli ve gözden uzak bir çiftlik evi... Mart ayının, dolayısı ile İlk baharın bu ilk günlerinde, erik ve bademlerde ufak kıpırdanmalar yaşanıyor olsa da, genel olarak ağaçlarda bir canlılık belirtisi gözlenmemekte henüz. Doğanın, her mevsim insanı büyüleyen o muhteşem manzarasını,Çanakkale’den sahili takiben güneye uzanan ana yol ile çiftlik evi arasındaki bağlantıyı, sağlı sollu yoğun bir şekilde kaplayan ve yaz kış yapraklarını dökmeyen zeytin, defne ve harnup(Keçi boynuzu) ağaçlarının hoş görüntüsü tamamlamakta. Bu günlerde havaya düşen cemre, yedi gün sonra da toprağa düşecek; her yıl yaşandığı gibi,bir kez daha baharın tüm güzellikleri sarıp sarmalayacak bu coğrafyayı. Dört bir taraf çiçeklerle dolacak, sıcak iklimlere göçen göçmen kuşlar geri dönecek, rüzgarlar yumuşayacak, yağmurlar hafifleyecek, sıcacık güneşle yeniden canlanacak toprak. Ne mükemmel olacak, ne kadar yaşanası olacak hayat o zaman. Olacak ya; insanlığı esir alan bu zalim savaş, acaba kimlerin görmesine, koklamasına, yaşamasına izin verecekti baharı?
Büyükçe ve oldukça gösterişli bir soba sayesinde ısıtılan geniş salonun boğaz manzarasına hakim penceresinin önüne öylesine dikilmiş, düşünceli düşünceli piposunu tüttüren Merten Paşa, belinin arka kısmında sabit tuttuğu kolunu bir kez daha indirdi; kalın parmakları ile mücadele etmekten bitap düşen ve kırış kırış olan küçük kağıt parçasına bir kez daha dikkatle baktı. Derin bir nefes aldığı piposunu, itinalı bir şekilde pencerenin pervazına yerleştirdikten sonra, serbest kalan sağ eli ile pala bıyığının sırası ile önce sağ, sonra sol ucunu, maharetli bir parmak manevrası ile bir kaç kez sıvazladı. Küçük bir düşünce seansı daha geçirdikten sonra geriye döndü, salonun orta yerindeki büyük masanın üzerine yayılmış haritalara eğilmiş, hararetli konuşmalar yapan komutanlara doğru seslendi:
-Cevat Paşam!
-Buyurun Merten Paşam!
-Bildiğiniz üzere, Baykuş(Mesudiye) Bataryası kumandanı Binbaşı Hasan Bey, biraz önce çok önemli bir tespitin mesajını geçti bizlere. Bu Erenköy koyunun bulunduğu bölge(Karanlık Liman), boğazın en geniş kısmını teşkil ediyor. Tabyalarımızı bombardıman için boğaza giren gemiler, geri manevra yapabilmek için bu bölgeyi kullanmak zorunda kalıyorlar. Yarın harekat başladığında, muhtemelen gruplar halinde hücuma kalkacaklar; mühimmatı biten gemiler, arkadan gelenlere yer açabilmek için bu limanın sahillerine yanaşarak geri manevra yapacaklardır.
-’Güzel bir tespit, doğru bir varsayım.’ diye tasdik etti bu sözleri Boğazlar Genel Komutanı Amiral Guido von Usedom. ’Siz ne dersiniz Cevat paşa’m?’
-’Gerçekten çok mantıklı.’ diye cevap verdi Müstahkem Mevki Komutanı Tümgeneral Cevat Paşa. Sonra da Merten Paşa’ya dönerek, ’Ne öneriyorsunuz peki bu konuda?’ diye sordu.
Başkomutanlık Delegesi Korgeneral Johannes Merten, ufak tefek, sevimli, babacan bir insandı. Bulunduğu göreve atanalı çok bir zaman olmamasına rağmen, dost canlı tavırları sayesinde etrafındaki herkese kendini sevdirmeyi başarmıştı. Genelde neşeli bir insandı ama, bu son günlerdeki mutluluğu tek kelime ile gözlerinden okunuyordu. Bu sevincin, gerçekten ilginç bir sebebi vardı aslında.
Müstahkem Mevki Komutanlığının karargahı Çimenlik Kalesi(Kale-i Sultaniye) idi daha önce. Güzel bir kaleydi Çimenlik. 1462 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve uzun yıllar boyunca çok önemli görevler ifşa eden önemli bir mekan idi. İki köşesine, yapılışından 400 sene sonra, Sultan Abdülaziz tarafından iki de cami inşa ettirilmiş, manevi yönleri güçlü Osmanlı tabası açısından, daha da bir önem kazanmıştı böylece. Önemli bir mekan olmasına rağmen, bir doğa aşığı olan Merten Paşa’nın hiç hoşuna gitmemişti o tarih kokan ortam doğrusu. Ortada yer alan ana kuleyi dört bir taraftan çevreleyen yüksek surlar, memleketinin kasvetli şatolarının sevimsiz atmosferini taşıyordu bakışlarına. İşte bu nedenleydi ki, 25 Şubat 1915 tarihinde boğaza yapılan saldırıda ilk olarak oranın hedef alınması neticesinde, Cevat Paşa’ın karargahı buraya, şimdi bulundukları Hacı Paşa Çiftliğine taşımasına en çok o sevinmişti.
Tekrar geriye döndü, biraz önce pencere pervazına bıraktığı piposunu aldı, sönmeye yüz tutan tütünü birkaç seri nefes çekişi ile canlandırdı. Yeniden yanmaya başlayan tütünden, kendine has taze bir koku yayıldı geniş odaya. Kısa ve sakin adımlarla masaya doğru yürüdü, yaka cebine sabitleniş bir ipin ucunda sallanan tek camlı gözlüğünü itina ile sol gözüne yerleştirdi. Sol eli ile, iyice dumanı tütmekte olan piposunu arkasında kamufle derken, sağ el işaret parmağını masaya serili olan haritanın üzerinde gezdirdi; nihayetinde de Karanlık Liman’da sabitledi.
-Buraya, her zaman yaptığımız gibi sahile dik değil de, paralel vaziyette bir sıra mayın döşeyelim bence. Hem gözden uzak olur, hem de manevra yapan gemileri avlar. Ne dersiniz?
Cevat ve Usedom Paşalar birbirlerine baktılar. Başları ile yaptıkları küçük tasdik işaretli, her ikisinin de bu fikre aklının yattığı anlamına geliyordu. Diğer masada çalışmakta olan Müstahkem Mevki Kurmay Başkanı Sebahattin Adil Bey’in de olumlu yöndeki fikrini aldılar.
-’Mayınımız var mı?’ diye sordu Usedom Paşa. ’Zira, bu aralar pek sevkiyat yapamadık Almanya’dan.’
-Nara’daki Giresun Mayın Depo Gemisinde kalmadı. İstanbul’da, Bahriye Nazırlığında mevcut mudur, bilemiyorum?
Konuşmaları ilgi ile takip eden Sebahattin Adil Bey söze girdi bu noktada. Ayağa kalkarak, kendine has bir askeri saygı çerçevesinde kumandanı Cevat Paşa’ya seslendi:
-Arzu buyursanız, Mayın Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey’i çağırtayım hemen efendim. Konu hakkında gerekli malumata sahiptir şüphesiz kendisi.
-Ala!... Hemen çağıralım kendisini Yüzbaşım.
Çok zaman geçmedi, duman altı olmuş salonun büyük kapısı gıcırtı ile açıldı, Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey içeriye girdi. Kırk yaşlarında, gür saç ve sakalları seyrekçe kırlaşmış, yanık tenli, keskin bakışlı, oldukça tecrübeli bir askerdi Nazmi Bey. Balkan savaşlarında bulunmuş, Karadeniz’de bir kaç Bulgar gemisini batırmaya muvaffak olmuştu. Gösterdiği bu kahramanlık sonucunda da,Çanakkale Mayın Grup Komutanlığına atanmıştı. Cevat paşa’nın sevdiği ve taktir ettiği bir komutandı Hafız Nazmi Bey.
-Gel Nazmi. Önemli bir konuda senin fikrine ihtiyacımız var.
-Emredin kumandanım.
-Elimizde hiç mayın kaldı mı Nazmi?
-Mayın döşeme gemilerimizde ve Nara’daki Giresun Mayın Depo gemimizde tükenmiştir kumandanım. İstanbul’da, Bahriye Nezaretindeki son 53 mayın da, 25 Şubat günü, İntibah Gemisi tarafından Çimenlik-Değirmenburnu arasına döküldü.
-Yani, şimdi elimizde hiç mayın kalmadı mı?
-Depolarımızda döşenmeye hazır mayınımız yoktur. Ancak bu durum, hiç mayınımız yok anlamına gelmiyor.
-Ne söylemek istiyorsun Yüzbaşı? Açık konuş hele.
-Kumandanım. Bu sabah erken saatlerde, İstanbul’daki Bahriye Nazırlığı rıhtımına bir küçük motor yanaştı. Halkımız, Rus donanmasının Karadeniz sahillerine döktüğü mayınları toplamış, bu küçük motora yükleyerek, belki vatan savunmasına yardımcı olur düşüncesi ile Çanakkale’ye göndermişler. Henüz depolara indirilmedi, kontrol de edilmedi. İşe yar mı bilmiyorum?
Yüzbaşının sözlerini şaşkınlıkla dinleyen Cevat Paşa ve Selahattin Adil Bey’in başları öne eğilmişti farkında olmadan. Nazmi Bey’in sözleri bitince, masadaki harita üzerinde çakılı kalan bakışlarını kaldırdılar, kısa bir zaman aralığında göz göze geldiler. Her ikisinin gözlerinde de yaşlar birikmişti. Selahattin Bey, yakalandığı mahcubiyet kasırgasının getirdiği gayriihtiyari bir refleksle haritalardaki işine gömüldü yine. Cevat Paşa ise, arkasını dönerek, boğazı seyreden pencere doğru yürüdü; Gelibolu ufuklarında gezinen alçak yağmur bulutlarını izledi bir süre. Usedom ve Merter Paşalar, olayın ne olduğunu anlayamadılar ama, odada yoğun bir duygu atmosferinin oluştuğunu fark ettiler. Cevat Paşa, bir süre sonra döndü, ellerini arkasında kavuşturmuş bir şekilde, pencere ile Hafız Nazmi Bey arasında bir kaç tur attı. Usedom Paşa ile yaptıkları kısa bir fikir teatisinden sonra, elini yüzbaşının omzuna koydu ve samimi bir ses tonu ile şu talimatı verir:
- Bak oğlum! Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti, bu görevin başarı ile yerine getirilmesine bağlıdır. Önce, İstanbul Bahriye Nezareti ile bağlantı kur, o motordaki mayınları depoya boşaltmasınlar, bekletsinler. Sonra, Yüzbaşı Goehl’i al, doğruca Nara’daki Nusret’e gidin, çok acilen İstanbul’a varın. Yüzbaşı Gohel kontrol etsin, işe yarıyorlar ise, mayınları alın ve geri dönün. Yarın akşam, o getirdiğiniz mayınları, haritada gördüğün şu Karanlık Liman’a, kıyıya paralel gelecek şekilde dökeceksin. Düşman hareketinizi sezer, size saldırıya kalkışırsa, kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun!.."
Bu tarihi vazifeyi alan Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey, komutanları selamladıktan sonra odadan çıktı, hemen koridorun sonundaki odada çalışmakta olan Yüzbaşı Goehl’in makamına geçti. Kısa süren bir durum değerlendirmesinden sonra, her ikisi yüzbaşı birlikte hızla binadan çıktılar, hazır bekleyen çift atlı arabaya doğru yöneldiler. Aracın yanında hazır olda bekleyen, ince yapılı, uzun boylu, pembe tenli, şahin bakışlı Osmanlı askeri, sert bir kol hareketi ile komutanlarını selamladı, ardından da aracın kumanda yerine fırlayarak, dizginleri eline aldı ve kumandanından gelecek talimatı bekledi.
-Mehmet oğlum!
-Emredun gumandanum!
-Sür hadi. Nara’ya, Nusret’e gideceğiz. Elini çabuk tut, acelemiz var.
-Anlaşilmiştur gumandanum.
Mehmet Onbaşı, kumandanından talimatı alınca zaman kaybetmedi, sağ elindeki kırbacı şaklattı, çift atlı ataba ok gibi ileriye fırladı. Defne yapraklarının hoş bir kokuya boyadığı bağlantı yolu çabucak tükendi, ana yola çıkan araba yönünü Çanakkale’ye çevirdi, olanca hızı ile mesafeleri tüketmeye başladı. Ardı ardına bombalanan şehir, sevimsiz bir sessizliğe bürünmüş, sokaklar iyiden iyiye tenhalaşmış, insanların büyük bir kısmı ya evlerine kapanmış, ya da daha emniyetli buldukları iç kısımlardaki köylere gitmişlerdi. Bu durum işlerine yaradı, hız kesmeden geçtiler dar ve bakımsız Çanakkale sokaklarını. Yaklaşık bir saat sonra, Nara limanında demirli duran Nusret Mayın Gemisi’nin yanındaydılar.
Güverte Yüzbaşısı Hüseyin Bey, limana hızlıca giren ve doğruca gemiye yönelen arabayı görmüş, önemli bir durumun olduğunu hissetmişti. Acele ile kamarasından çıktı, gelenleri geminin merdiven başında karşıladı. Selamlaşmanın ardından Nazmi Bey sordu;
-Tophaneli Hakkı Bey nerede yüzbaşım?
-Revirde kendisi şu anda.
-Hayrola? Ne oldu?Ne işi var revirde?
-Dün biraz rahatsızlandı.Emin değiliz ama, kalp krizi geçirdi galiba.
Bu sevimsiz haber, her ikisinin de biraz canını sıktı. Yüzbaşı Gohel gemide kaldı, Nazmi bey hızlı adımlarla revire seğirtti. Bu güne kadar bir çok önemli görevi beraber başardıkları silah arkadaşının rahatsızlığı, fazlaca üzmüştü kendisini. Biraz da telaş etmesine neden olmuştu. Üzerine aldığı bu önemli görevi, ondan başkası ile beraber başarmayı düşünemiyordu doğrusu. Hem yürüyor, hem de arkadaşı için sağlık, sıhhat diliyordu mırıltılarla Yaratan’dan. Kafasındaki düşüncelerle öyle derinden bir mücadeleye girişmişti ki, hangi istikamete gideceğini şaşırdı bir an ve hemen arkasından kendini takip etmekte olan emir eri Onbaşı Mehmet’in uyarısı ile kendine geldi.
-Gumandanum!... Revir, habu taraftadur da.
-Sağ ol Mehmet. Dalmışım bir an.
Yüzbaşı Hafız Nazmi Bey, hızla revire daldı, köşedeki iki yatağın birine uzanmış istirahat etmekte olan Tophaneli Hakkı Bey’in başına dikildi.
-Hayrola kaptan? Nedir bu vaziyet? Döşenecek mayın kalmayınca, istirahata mı çektin kendini?
Gözleri kapalı olan Hakkı Bey, arkadaşının sesini duyunca uzandığı yerden doğruldu, yatağın kenarına oturarak, yerde duran çizmelerini giymek için pozisyon aldı. Nazmi Bey, ona fırsat vermedi, kucaklaştılar, hal hatır sordular önce. Selam faslından sonra, çizmelerini giyerken hastalığın durumu hakkında bilgi verdi hakkı Bey.
-Ufak bir kalp krizi. Arada bir yokluyor, alıştık artık. Hayrola Yüzbaşım? Böyle apar topar neden geldin karargahtan? Önemli bir durum mu var?
-Son bir mayın hattı döşememiz gerekiyor acilen. Ne zamanımız, ne de mayınımız var aslında. Ancak, Bahriye Nezaretinde bir motor var. Bu sabah Karadeniz’den gelmiş, 26 adet Rus mayını getirmiş. Acilen İstanbul’a gitmek, o mayınları alarak Karanlık Liman’a döşememiz gerekiyor. Biliyorsun, orada karakol tutuyor düşman gemileri. Ayrıca, oraya varmak için, boğaza döşeli on mayın hattını da vukuatsız aşmak gerekiyor. Tüm bu faaliyetleri, Nusret’ten başka bir gemi yapamaz. Bir de senden başka tabi ki.
-Gerçekten önemli bir görev. Hemen hareket edelim.
-Sen hastasın kaptan. İstersen başka bir arkadaş bulalım bu iş için. hayatını tehlikeye atma.
Tophaneli hakkı Bey, ters ters baktı silah arkadaşına.
-’Askeri rüştiyeden beri ekmeğini yediğim bu ocağa, kucağında doğup büyüdüğüm bu vatana olan borcumu ödemek için bir fırsat yakalamışsım, senin söylediğine bak Nazmi? Beni bu hazzı yaşamaktan mahrum mu etmek istiyorsun? Ölümden ötesi yoktur. Ya Rabbim, şahadete ermeyi nasip eyle.’ dedi ve çizmelerini ayağına geçirip, hızla revir kapısından dışarıya fırladı.
Nusret, çoktan kazanını yakmış, buharını sıkıştırmış, kutsal görevi için hazır vaziyette beklemekteydi.(Devam edecek)
Bir tutam hayat-21.03.2015-Trabzon
YORUMLAR
eee artık tiryakin olduk usta yazının içinde kaybolup gidiyoruz devam saygı ve selamlarımla
Bir tutam hayat
bu askeri hikayeleri kaleme alırken,
valla aklımıza düşüyorsunuz.
Bir yanlışlık yapar da, fırça yer miyiz diye sizden hani.
Bir de Sami Hocamdan.
Gerçi onun bu aralar işi başından aşkın.
İnce mevzular peşinde koşmakta.
Ziyaretinize çok teşekkür ediyorum.
Geçmişinden kopuk bir neslin geleceği sağlıklı kurması imkansızdır.
Geçmişinden ders almayanın ve değerini bilmeyenin geleceğinden emin olmasıda imkansızdır
Bu gün kör töpalda olsa demokratının nimetlerinden yaralanıyorsak
Bunu geçmişte aç suzuz, yalın ayak canlarını bu vatana siper edenlere borçluyuz
Minnet duyanlar inkârcılardan fazla olmadığı müddetçe elimizden kayıp gitmesi de kolay olur kanaatindeyim
Dünde de bu günde Karadeniz kahramanları ve can siper hane vatana sahip çıkarken şehit olan uşaklar erdemli gençlik çoğunlukta
Onlara minnet ve şükran borçluyuz sevgili Gökhan yüreğine ve Engin gönlüne çok teşekkür ederim hoşça kalın selam ve saygılar kaleminize
Minos tarafından 3/22/2015 8:22:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
ülkemizin dört bir yanında ne hikayeler yaşanmıştır.
Antep, Maraş, Urfa, Erzurum, Sakarya Savaşları, Kurtuluş Savaşının geneli, Ege dağlarında Yunan'a kök söktüren efeler...
Daha bir çok vatan evladı...
Biz, Karadeniz'de yaşadığımız için burayı yazıyoruz.
Diğer yöreleri anlatan böyle çokça hikaye yazılmalı bence.
Bu vatanı bizlere bırakan atalarımızı, çocuklarımıza, torunlarımıza öğretebilmek için.
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum efendim.
Bir tutam hayat
İyi ki varsınız ve naçizane yazılarımızı bıkmadan, usanmadan takip ediyorsunuz.
Hikaye yazmış olmak için değil de,
bu güzel memleketi bizlere bırakmak için çekinmeden canlarını feda eden ve isimleri tarih sayfaları arasında kaybolan atalarımızı,
bir nebzecik de anabilmek içindir verdiğimiz tüm uğraş.
Umarım ve dilerim,
bir bukle başarılı olmuşuzdur.
Tekrar teşekkür ediyorum efendim ziyaretinize, desteğinize.
AYSE 09
okurken yaşıyorum çünkü yaşatıyorsunuz
saygıılarımlasınız ve takipteyim inşallah
Değerli hocam
Sayfa dostlarınız olarak sizden roman yazmanızı istiyoruz ya, bu yazınızı okuyunca daha bir dikkatimi çekti aslında aynı zaman da film senaryosu da yaza bilirsiniz, o komutanların replikleri falan bir an beyaz perde de heyecanlı bir film seyrediyormuş hissine kapıldım harikaydı.
Geçeklerden kurguladığınız öyküde geçen olaylar şunu gösteriyor ki, bu ülkenin her bölgesinin insanı ülkenin kurtuluşunda o veya bu şekilde kahramanca, mücadele etmiş ve zafer de büyük emekleri geçmiş, yani kısacası zorlukları başarmışlar. Dolayısıyla bizler de, haklı bir gururu yaşamanın yanında o ecdadın torunları olarak bir birimizi sevmek ve bu ülkenin tadını çıkarmak kalıyor. Umarım bizlerde bunu başara biliriz.
Keyifli bir yazıydı devamını heyecanla bekliyoruz
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı sevgilerimle.
Bir tutam hayat
hiç çekinmeden canlarını veren nice vatansever isimsiz kahramanın emanetidir bu vatan bize.
Değerini bilmeliyiz.
Memleketimde, vatan uğruna şehit düşen ve isimleri unutulup giden bir çok insanın anısına kaleme lamaya çalıştık bu hikayeyi.
Her birini minnetle, rahmetle anıyoruz tekrar.
Ve,
epeyce uzayan bu hikayeyi artık noktalama çabasındayız ama,
maalesef o bizleri bırakmamakta kararlı.
Dizi hikayelerin çokça ilgi görmediğinin bilincindeyiz ama,
bu vatanı canları pahasına savunarak bizlere emanet eden ve isimleri nerede ise unutulan o kadar çok insan var ki; elden geldiğince çok isim zikretme fikri, yakamızı bir türlü bırakmıyor.
Vicdanımız elvermiyor es geçmeye diyelim ya da.
Bu nedenle,
bir, ya da iki bölüm daha uzayacak ister istemez.
(Pulathane-İstanbul yolculuğunu aradan çıkardığımız halde.)
Ne demeli?
Gösterdiğin sabra çok teşekkür ediyorum dostum.
Çok sağ ol.