- 370 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AĞLAMAK
AĞLAMAK
Gözler yaşarmadıkça gönüllerde gök kuşağı oluşmaz. J.V.Cheney
Gözlerden damla damla süzülen, hafif tuzlu su damlacıklarıdır gözyaşları. Ancak kendi küçücük, minicik olan bu damlacıkların ifade ettikleri, kelimelere sığmayacak kadar büyüktür. O küçücük su damlası sanki yüreğimizden fışkıran bir gayzer gibidir : Sıcaktır, hem de sımsıcak. O kadar sıcaktır ki karşısındakinin yüreğindeki buzları, zihnindeki buz dağlarını eritmeye yetecek kadar sıcaktır. O an karşımızdaki kişi ile bir oluruz, bütünleşiriz sanki. Onu yüreğimizin derinliklerinde duyumsarız. Empati dediğimiz olay da, tam budur işte.
Neden ağlarız ? Acıdan (fiziksel, ölüm, aşk acısı..), üzüntüden, pişmanlıktan, sevinçten, mutluluktan, müzikten, filimlerden; bazen de hiç yoktan ağlarız. Gözyaşı bezlerimiz duygularımızın, hormonlar yolu ile bedenimize, hücrelerimize olan etkisini en aza indirgeme görevindedirler sanki. Duygulandığımız zaman ilk önce karın bölgemizde (midemizde) bir burulma, rahatsızlık duyumsarız. Hemen arkasından göğsümüz daralır sanki, tıkanır gibi oluruz. Gözlerimiz buğulanır önce, sonra dolar ve damlalar peşi sıra inmeye başlar yanaklarımızdan.
Ağlarken burnumuz da akar: “Salya, sümük ağlamak “ deyimi, buradan kaynaklanıyor olsa gerek. Hem burnun akması, hem de gözyaşı kanallarının açılması, bizde hem fiziksel, hem de duygusal bir rahatlama yarattığı bilinmektedir. İçimizden geldiği zaman kendimizi ağlamamak için tutmamalıyız. Rahatça gözyaşı dökebilmeliyiz : “Erkek adam ağlamaz” sözlerine kulak asmadan. Ancak, kendimizi illâ ki ağlatmaya çalışmanın da bir âlemi yoktur. Bir şey doğal olduğu müddetçe olumludur.
Damlalar aktıkça gözümüzden, rahatlarız. Kaynağını nereden alırsa alsın, gözyaşları içimizdeki sıkıntıyı azaltır. Her damla ile içimizdeki bizi etkileyen o madde dışarı atılır sanki. Bazı durumlarda kişi bir çeşit şoktadır, asla ağlayamaz. Etrafındakilerin: “ Keşke biraz ağlayabilse, açılır “ sözlerini duymuşsunuzdur. Bazen bu durum günlerce devam eder. Hiç beklenmedik anda, o kişi gözyaşlarına boğulur aniden. Artık yüzleşmiştir sanki o korkusuyla, üzüntüsüyle.
Sevinç ve mutluluk gözyaşları da aslında, bilinçaltımızdaki bir korkunun açığa çıkmasıdır. Açığa çıkan o korkunun yansımasıdır gözyaşları. Örneklersek eğer: Mezuniyet ve evlilik törenlerinde gözlerin mutluluktan yaşardığı sıkça gözlemlenir. Aslında bu gözyaşları bilinçaltımızda yıllarca biriken korkunun sonucudur: Yani kökeninde korku vardır, sevinç ve mutluluk gözyaşlarımızın. Mezun olamazsa korkusu, evlenemez evde kalırsa korkusu, ya da artık evden ayrılıyor korkusu yıllarca kök salmıştır yüreğimize. İşte bu hoş anlarda açığa çıkar bu korku. Artık rahatlamışızdır o anda . Bu rahatlamanın yarattığı gevşeme, yarı burukluk, yarı hoşluk sarmalar bizi. Ancak, sonuç istediğimiz gibi olduğu için bizi incitmez bu gözyaşları.
Çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerinde ağlama olayı farklılıklar gösterir. Bebeklik ve çocukluk dönemlerinde oldukça sık olan ağlamalarımız, yetişkinlik dönemlerinde azalır. Bu dönemde kendimizi daha fazla kontrol edebiliriz. Yaşlılık dönemlerinde ağlamanın tekrar çoğaldığına şahit oluruz: “Yaşlandıkça duygusallaştı” denir halk arasında. Belkide, çocukluk ve yaşlılık dönemlerimiz en doğal hallerimizi yansıtır.
İnsan dışında diğer canlıların da, özellikle fillerin duygusal nedenlerle gözyaşı döktükleri bilinmektedir. “Timsah gözyaşı dökmek “ deyimi sıkça kullanılmaktadır günümüzde. Bilindiği gibi timsahlar avını ısırırken, çenesinde oluşan büyük basınç, gözyaşı bezlerine baskı yapmakta ve gözlerinden yaş gelmektedir. Yoksa avına acıdığından değil. Eleştirel anlam taşımasından dolayı, sahte, yalancı, duygusallıkla ilgisi olmayan gözyaşı dökenler veya döker görünenler için kullanılır.
Ağlayan kişiye karşı içimizde bir acıma duygusu kabarır. Şefkât hislerimiz doruk noktasına çıkar. O kişiye karşı ilgimiz artar, korunmaya ihtiyacı olduğu duygusu bizi sarmalar. İnsanların bu zaafını bilen bazı kişiler, sırf ilgi odağı haline gelmek için bu silahı kullanırlar. Bu kişiler sessizce gözyaşı döküp üzülmezler. Bu durumda ağladıkları çevreden fark edilmeyebilir. Hemen feryat etmeye başlanır; oda yetmez, saçımızı başımızı yolmaya, üstümüzdekileri parçalamaya, kendimizi yerlere atmaya başlarız. Tüm bunlar çevreye ne kadar fazla üzüldüğümüzün bir göstergesidir. Eskiden özellikle cenaze törenleri için özel ağlayıcılar tutulurmuş. Bir bakıma küçük çaplı bir tiyatro sergilenirmiş.
Bazı insanlar olur olmaz her şeye ağlarlar: “Sulugöz “ olarak adlandırılır bu insanlar. Bu kişiler etrafları tarafından artık kanıksanmıştır. Dikkate alınmaz bu ağlamalar, hatta biraz dalga bile geçilir; “sulugöz gene başladı “ diye.
Bazıları da, ağlamayı sözlerini kuvvetlendirme aracı olarak kullanırlar. Özellikle topluluk karşısında konuşma yapanların bir taktiğidir. Bu yolla insanları etkilediklerini düşünürler. Doğrudur da ! Özellikle fanatik taraftarları tarafından coşkuyla izlenir bu konuşmalar. O denli coşku duyarlar ki; dinleyiciler de gözyaşları ile konuşmacıya katılırlar.
Ağlamak kelimesi mecâzi anlamda da kullanılır; hep sızlanan, hep şikayet eden kişiler için söylenir. Bu kişiler durumlarından asla hoşnut olmazlar. Böyle davranarak kendilerini acındırmak ve bu yolla bazı kazanımlar elde edebilme peşindedirler. Bu hâllerini bir çeşit yaşam tarzına dönüştürmüşlerdir. Bu yapıdaki insanlarla bir araya gelmek istenmez, içimizi karartırlar. Yüz ifadeleri her an ağlayacakmış bir görünümdedir. Hepimizin çevresinde bu tür insanları görmek mümkündür.
“Gözler yaşarmadıkça gönüllerde gök kuşağı oluşmaz.” der J.V.Cheney . Gökkuşağı, yağmur damlaları ve güneş ışınlarının birlikte oluşturduğu bir görsel şölendir. Öyle bir şölen ki seyredenleri büyüler; iki nokta arasında nefis bir bağ, köprü oluşturduğu düşünülür. İşte gözyaşları da, tıpkı gökkuşağı gibi, gönüller arasında bir bağ oluşturur. Ağladığımız zaman gözlerimiz dolar, su damlacıkları ışığı kırar, ve minimini gökkuşakları oluşur gözlerimizin önünde.
Bir şey yerinde, zamanında yapılırsa bir anlam taşır. Gerektiği anlarda rahatlıkla ağlayabilmeliyiz; yüreğimizin bir çeşit sesidir gözyaşı. Yüce bir duygunun eseridir. Her şeyde olduğu gibi bu duygumuzu da istismar etmemek, bir çeşit silah olarak kullanmamak gerektiği konusunda hemfikirizdir umarım.
HAYAT OKULU kitabımdan...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.