- 707 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BENİSTAN-4
Okulun ikinci günü herkes kendisini ve ailesini tanıtan küçük bir brifing veriyordu sınıfa. Onlar anlattıkça hayat sergimin ne kadar banal kaldığını anlıyor; söyleyecek, söylenebilecek yalanlar arıyordum. Ruhumun haris yanı küstahça gülümsüyor, hikâyesini anlatan çocuklara içten içe kin besliyordum. Çoğu çocuk diğer çocukların en güzel oyuncaklarını isterken ben, sahip olamadığım ve hiç olamayacağım güzel anılarını istiyordum. O salıncaktan düşen ben olmalıydım. Pazar sabahı kır pikniğine giden de ben olmalıydım. Yahut oyuncakçıya götürülen de ben olmalıydım. Onların tüm güzel anılarına, tüm hazlarına sahip olmalıydım. Aristippos’u hiç bilmeyen ben yedi yaşında yolundan giden müridi olmuştum. Hazcıydım. Hedonisttim artık.
Anlatılan hikâyelerin kıyısında köşesinde bile olmayan ben büyüdüğüm hissine işte ilk o zaman kapıldım. Çünkü harislik, kin beslemek çocukça duygular değildi ve başkalarının güzel anlarını istemek faşistlikten başka bir şey değildi. Ve her yetişkinin içinde az da olsa bir faşist gezinirdi. Hem de hedonist bir faşist. Bir çocuğun hedonizmiyle bir yetişkinin hedonizmini ayıran kurşuni çizgiydi bu. Anlatacak bir şeyim yoktu. Herkes kocaman testiler dolusu konuşurken benim çeyreği bile dolmayan kumkumam vardı. Üstelik içindeki su zehirliydi. İçilmemeliydi ve yahut içirilmemeliydi. En iyi ihtimalle gayyaya dökülüp kurtulmalıydı ondan. Yahut dökmeliydi testiyi kâğıda.
Ben her çocuk gibi haftalığımı babamdan almıyordum. Aslını isterseniz haftalık bile almıyordum. Fakirlik çektim demiyorum. Lakin bir çocuk için bir liranın ne olduğunu iyi biliyorum. İki ders arasında yüz metre aşağıdaki bakkaldan alınamayan plastik bir top ve birkaç tatlı sakız demekti bir lira. Önlüğün cebinde kokulu bir silgiyi ararken birkaç kuruş bozukluk bulmaktı bir lira. Tavşan dişli, çilli, tıknaz uyuz, bir tipe paylaşmadığı çekirdeği yüzünden gönül rahatlığıyla siktir çekmekti bir lira. Yani bir lira kocaman bir çocukluk ve çocuksuluktu.
İki sıra önümde oturan çocuk kendini tanıtırken, aklımda ne söyleyeceğimin uzun uzun provasını yapıyordum. Önce adım, sonra hiç görmediğim babamdan kalan soyadım. Ardından okul numaram ve hemen ardından anne ve babamın adı geliyordu. Düşündükçe liste uzuyor, liste uzadıkça zaman daralıyor ve sıra bana geliyordu. Öğretmen numaramı ve adımı söylediğinde ağır aksak ayağa kalkıyor, papağan gibi öğretmenin dediklerini tekrar ediyordum. Onca plana ve projeye rağmen üçüncü cümlem tek kelimelik kitap gibi tavandan düşüyordu sınıfın ortasına: Yetimim.
Birkaç saniyeliğine de olsa karşımda duran öğretmenin huysuz suratına baktığımı hatırlıyorum. Yüzündeki ifadenin üzüntü mü yoksa bu çocukla işimiz var, mı demek olduğunu aradan geçen onca zamana rağmen hala anlayamadım. Mücrim gibi sandalyeme otururken bana dönen minik kafalara kaçamak bakışlar atıyordum. Utanmıştım. Hem de kendimden. Esfel-i safilin zincirinde son halka gibi hissediyordum. Suçluydum. Çünkü yetim olmak suçlu olmaktı, başka çocukların anılarını kıskanmaktı. Suçluydum çünkü kıskanmak şeytanca bir duyguydu. Ve şeytan ancak yetişkinlerin yol arkadaşıydı. Çocuklar sessizdi. Öğretmen sessizdi. Sınıf sessizdi. Okul sessizdi. Dışarısı da sessizdi. Hatta şimdi tüm dünya sessiz gibiydi. Dünya batonumu indirdiğimde sus pus olan bir orkestraydı. Ben de bu orkestranın maestrosu. Doğduğum ocak akşamına inat susuyordum. Üstelik sadece sırtım değil, vücudumun her zerresi acırken susuyordum.
Ağzımdan çıkan o bir kelime önce sınıfın duvarlarına çarptı. Ardından kapı altından usulca okulun koridoruna oradan da bahçeye kadar açılıverdi. Sınıfta yetimliği anlayacak bir çocuğun olması mümkün değildi ama sanki sınıftaki her çocuk ne söylediğimi anlamış gözlerle bakıyordu bana.
Sıra arkadaşım önlüğünün yakasını çekiştirirken kendini tanıtacak olan diğer çocuğun ayağa kalkışını izledim. Adını söylediğinde az önce bana dönük olan tüm bakışlar ağır aksak da olsa ona döndü. Bense koğuşta tahliyesi açıklanan bir mahkûm gibi hissediyordum. On beş dakika sonra sıra arkadaşımın dürtüklemesiyle sınıfa döndüğümde çalan tenefüs zilinin son melodilerine anca yetişiyordum...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.