- 407 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kamburlu Genç
Kamburlu Genç
Bir gün Kümbet medresesindeyken yanıma iki üniversite talebesi geldi. Bunlardan birisi gayet uzun boylu ve sevimli bir gençti. Diğeri ise çok kısa boylu idi ve sırtında bir kamburu vardı.
Uzun boylu olan genç, “Hocam size bir sorumuz var” dedi ve:
“Cenab-ı Hak adil midir?” diye sordu.
Ben de:
“Adalet güzel bir sıfat olduğuna göre, bütün güzel sıfatlar gibi bu sıfatın da kemali Allah’ta bulunur. Adaletin kemali Allah’ta olmazsa kimde olur?” dedim.
Bunun üzerine genç:
“Madem adildir, neden bazı insanları, toplum içerisinde utanç duyacakları bir vaziyette yaratmıştır?”
Bu soruyu duyunca meselenin hakikatini anladım. Uzun boylu olan genç, kendince yanındaki arkadaşının hakkını arıyordu. Şöyle dedim:
“Anladım ki, sen yanındaki kardeşin namına konuşuyorsun. Öyle değil mi?” “Evet” dedi.
Bunun üzerine kısa boylu olan arkadaşa döndüm ve, “Boyun ne kadar?” diye sordum. “Bir metre otuz beş santim” dedi. Diğerine de aynı soruyu sordum. O da, “Bir metre seksen beş santim” dedi. “Peki sen bu boyundan razı mısın?” dedim. “Razıyım” dedi.
Bu sefer kısa boylu olana, “Sen de boyundan razı mısın?” dedim. “Böyle olmayı istemezdim” dedi.
“Peki” dedim, “Allah’tan bir metre seksen beş santim boy alacağın vardı da, Allah elli santimini kesti mi?”
Böyle bir cevap alınca şaşırıp kaldılar. Ben devam ettim:
“Hem hakkın olan elli santimi kesmiş, hem de istemediğin halde sırtına bir kambur yüklemiş öyle mi?” Bu sözüm üzerine iyice mahcup oldular.
Benim o zamanlar bir adetim vardı, bu şekilde menfî sual soranları önce ilzam eder, sonra da iltifat ile gönüllerini alırdım. Onları da öncelikle böyle ilzam ettikten sonra biraz rahatlasınlar diye onlar için çay hazırlattım. Sonra çay içerken suallerinin cevabını şöyle verdim:
“İnsan daima kendinden aşağı olana bakmalıdır, tâ ki şekva yerine şükretsin. Mesela boyu bir metre olana bakarsanız daha huzurlu olursunuz. Evet boyunuz kısa ama Cenab-ı Hakk’ın size bahşettiği diğer nimetleri, mesela başta insan olmanızı, akıllı olmanızı, görmenizi, işitmenizi, konuşmanızı ve sayılamayacak daha nice nimetlere mazhar olmanızı niçin hesaba katmıyorsunuz?
Efendiler, şunu iyi bilip iman etmemiz lazımdır ki, Cenab-ı Hakk’ın üzerine hiçbir şey vacip değildir.Yani Allah kimseye vermek zorunda değildir. Allah kimseye borçlu değil, kimse de ondan alacaklı değil. Kimsenin ondan mütehakkimane isteme hakkı yoktur. Mahlukatına her ne ikram ve ihsan buyurmuşsa kemal-i keremindendir. Mahlukatın onda zerre kadar bir hakkı yoktur ki, bir hak dava edebilsinler. Çünkü bütün mevcudat, dünya ve ahiret onundur. Zat-ı Kibriya mülk ve melekûtunda istediği gibi tasarruf eder ve ediyor. Kimine az, kimine çok verir. Kimini insan, kimini hayvan, kimini ağaç, kimini taş yaratır. Mülkünde ortak ve şeriki yok ki onun hakkına tecavüz ederek –haşa sümme haşa- zulmetmiş olsun. Kimine nazar-ı Celal ile kimine nazar-ı Cemal ile tecelli eder. Mutlak irade sahibidir. Onun işlerinden sual olunmaz. Şu halde insanların ona karşı hak dava etmesi nasıl tasavvur olunabilir?!.
Cenab-ı Hakk senin boyunu kısa yaratmış ve bir de kambur vermiş. Fakat seni insan olarak yaratmış. Deveyi ise hem hayvan olarak yaratmış, hem kambur vermiş, hem de o kambur üzerine bir semer vermiş, semerin üstüne de yük yüklemiş.” Sonra latife ile, “Sen yine bu haline şükret. Hiç olmazsa sana yük taşıtmıyorlar.” dedim. Bu sözüme çok güldüler.
Devam ettim:
“Sizin bu mantığınıza göre devenin bu suali sizden önce sorması gerekirdi. Halbuki, onlar kendi hallerindden memnundurlar ve itiraz etmiyorlar. Onların da böyle bir sual sormaya hakkı yoktur.”
Sonra onlara, “Siz nerelisiniz?” diye sordum. “Kayseriliyiz” dediler. “Bu göz açıklık ancak Kayserililere mahsustur herhalde” dedim. Bu latifeme de güldüler.
Sonra onlara Mektubat’ta geçen şu kısmı okudum:
“Meselâ madenler diyemezler: "Niçin nebatî olmadık?" Şekva edemezler: belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtırına şükrandır. Nebatat niçin hayvan olmadım deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır. Hayvan ise niçin insan olmadım diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymetdar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkeza kıyas et.
Ey insan-ı müştekî! Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza...”
“Kadere rıza göstermek kadar sürurlu bir şey yoktur. Her kim ki kadere iman eder, kederden emin olur.
KAYNAK;
Yazar: Mehmed Kırkıncı, 05-7-2010
www.mehmedkirkinci.com sitesinden alıntıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.