- 843 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Baba, Kolik Koçu Telefona Çağırabilir misin?
(Gurbet diye bir sorunu olmayanlar bu yazıyı okumayabilir.)
Memleketimizi ziyaret etmeye çok uzun süre ara vermemeliyiz bence.
Çocukluğunun geçtiği yere çok bezgin değilse insan en az üç yılda bir ziyaretine gitmeli.
İnsan memleketine giderken eğer anne babası oradaysa,onların özlemine gittiği düşünülür hep.Zaten doğal olanı da budur.’’Git bir anneni babanı ziyaret et’’,der gurbetteki büyükler.On yıldır şehir çocuklarıyla uğraşıyorum inanın onlar için gurbet var mı,memleket özlemi nasıl bir şey hâlâ öğrenmiş değilim.Elbet ki onların da oynadığı parklar,sokaklar var.Birlikte bitirdikleri okullardan arkadaşları var.Galiba gurbet yine de terkedilmiş sılanın çocukları için bir anlam taşıyor.
Benim memleket özlemim itiraf edeyim ki insana dayanan özlemden çok çocukluğumun geçtiği çevreye dayanan bir özlemdi daha çok.
Bir kere evin köpekleri sizi özler,herkesten önce koşar ve sarmaş dolaş olurlardı.Babam böyle bir karşılaşmada aradan geçen beş yıla rağmen onlardan önce üzerime atlayan köpeğe kıskanır gibi bakmış,şakayla,’bilseydim bu termaşları içeri kapatırdım,demişti.
Benim böyle durumlarda bu öpüşüp koklaşma anının biran önce geçmesini bekler bir halim vardı.Bahçede diktiğim ağaç ne haldeydi?Taşını çektiğim birkaç çeyile yonca ekmiştim acaba tutmuş mu?Bir kavak ağacına adımın baş harflerini işaretlemiştim kabarmış mı acaba?
Hele bir de akşama çok varsa,kolik koçun yolunu gözler,tayın alnında ki beyazlığın ne kadar genişlediğini merakla beklerdim.Gelecekte öküz olacak, evde yetiştirdiğimiz danaları beklemeye hacetim bile kalmazdı.
Günlerce bu hayvanlarla hasret giderir,bahçede yarım kalmış her işe sanki aradan onca yıl geçmemiş gibi devam ederdim.
Bütün bu işleri yaparken şuna inandım:Bizi özleyen sadece anne babamız,hısım akrabamız değildi.Bizi bu hayvanlar, o kavak,o yoncalar da özlüyordu.Bazen bu hasret arasını uzatınca,o koçun daha koyunlar gelir gelmez sürünün içinden ayrılıp yanıma gelerek beni nasıl kokladığını gözümün önüne getirdikçe içim hep dolardı.
Bazen kendimi suçlardım.Yahu derdim içimden.Ben nasıl bir adamım ki,bu hayvanları,bitkileri,tarlaları,çayırları,dağları annemden babamdan çok özlüyorum?
Düşündükçe bunun cevabını da bulurdum.Çünkü anneme babama en azından telefonda bir alo deyip seslerini duyma imkanım vardı.Ama onlarla aramızda böyle bir imkan yoktu.
Yine böyle uzun ara vermelerin birinden dönmüştüm.Genelde tırpan zamanını kolluyordum memlekete gitmek için.Tırpanın zor bir iş olduğunu bilirsiniz.Eğer tırpan zamanı gitmez isek alay konusu olurduk.Onca yıl gitmememizi,tırpandan korktu,diyerek alaya alabilirlerdi.Ben de yiğitliğe gölge düşürmemek için hep tırpan zamanı giderdim.Bakın işte,korkumdan değil,işimin gücümün yoğunluğundan gelmedim bunca yıl,der gibiydim.Ama biraz korktuğum da doğruydu.
Tırpanları ayarladık.Ertesi günü bir çayıra gittik.Çayırların çeşitli yerlerinde yaban meyveleri olur.Bizim gittiğimiz çayırın birkaç yerinde can eriği ağaçları vardı.Camuşlu’da can eriğine şirol diyorlar.Bilmiyorum Kağızman’da da böyle mi?
Ben gurbete gitmeden çayırları biçmeye gittiğimizde bu şirol ağaçlarına bayağı bir hizmet ederdim.Köylüler de ağaçları koruyor ama Camuşlu’da halkın büyük çoğunluğunun meyve bahçeleri olduğu için bu yabani ağaçlara pek kulak asmıyorlardı.O ağaçları kesmiyor ama çayırın taşlarını da toplayıp bu ağaçların dibine yığıyorlardı.
Ben bu çeyilleri dağıtıyor,ağaçların etrafını çukurlaştırıyor ve o çayırda işimiz bitene kadar su döküyordum diplerine.Babam yaptığım bu işi çok çocukça buluyor,oğlum çocuk okutuyorsun ama kendin çocuksun,diyerek şakaya alıyordu.Gurbetten dönüşümde bu yabandaki ağaçları da hep merak etmiş ve inanır mısınız özlemiş olurdum.
Evlendikten sonra benim gidişlerimin arası beş yılı geçer oldu.Artık hasret bir burun kanaması gibi neredeyse ağzımdan burnumdan dökülecekti.Eşime artık dayanamadığımı ve memleketime gideceğimi söyledim.Herkes kendi köyüne diyerek ben Kağızman’a o Yozgat’a.Yolları bile özlemiştim.Otobüs Aras Nehriyle buluşunca coşkularım artıyor,Kağızman’a yaklaştıkça Arasın keskin virajlarından daha çok korkar oluyordum.
Demek ki insan kendi vatanında daha anlamlı.
Bu kez geç gitmiştim.Tırpan mevsimi bitmiş,otlar ekinler taşınıyordu.
Benim şirollara uğradım.Hepsini gezdim.Her zaman meyvesini yediğimin karşısına dikildim.Hangi taraftan baktımsa içinde bir meyve göremedim.
Tadını çok özlemiştim ve çok ciddiydim.Artık ona bir ağaç olarak bakacak halim kalmamıştı.
Aşırı bir duygusallık vardı üzerimde.
İçimi çektim,ula muhannet,dedim beni ne çabuk unuttun?Bir tane şirolu bir yerinde benim için gizleyemedin mi?
Değerli dostlar,tam ağzım doldu ki diyeyim emeklerim burnundan gelsin,fakat o da ne!Tam iç kısımda rengi sararan yaprakların arasında sap sarı bir şirol gözükmesin mi…
Özür diledim.Ve bir güzel de ağladım.
Sizlerde bilirsiniz sılanın sadece ana baba olmadığını.
Ama bunu hiç birimiz de itiraf edemeyiz.
Öyle olsun.
Beni seven babam çok yaşasın.
Çünkü o beni koçumla,köpeklerimle,tosunlarımla,atımla birlikte seviyor.
Anne baba olabilmenin yüceliği de burada gizli galiba.
Baba n’olur,kolik koçumu telefona getir![/b]
DİPNOT :
Kolik Koç: Boynuzu olmayan koç.
Termaş:Kars yöresinde yerli ağzıyla başına kötü iş gele,sahipsiz kalasın anlamında bir söz.
Şirol:Can eriği.
Camuşlu : Kars ilinin Kağızman ilçesine ait bir yerli köyü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.