Avrupalı Turistler Niçin “kırolarla” Evleniyor?
Avrupalı Turistler Niçin “kırolarla” Evleniyor?
Sinir bozucu sigara reklamları birçok şeyi cinselliğe indirgeyen zihin yapısının ürünü olduğu gibi Avrupalı turistlerin Türk garsonlarla evlenmesinin algılanışı da bu hastalıklı zihin yapısının ürünüdür! Alev Alatlı’nın deyişiyle “öninsan” diyebileceğimiz hikmet ve hakikatten uzak biyolojik yapısı bakımından insan olan ama hissedişleri, algıları, tercihleri bakımından insanlıktan uzaklaşmış paparazzi şeylerinin algısı “Avrupalı gelinlerimizin” tercihlerini cinsel tercihe indirgemekte bir beis görmüyor. Canlı yayın ölüleri durumundaki Türk erkekleri de gözünü kısarak erkekliğinin vurgulanmasının hazzını çıkarıyor. Zihin yapısının gerisinde ise kültürsüz, hikmetsiz milliyetçiliğin Baltacı Mehmet Paşa ile Katarina mitosu(!) çağdaş ve ilkel bir sırıtmayla yeni
bir görünümle durmaktadır!
Dünyanın öbür ucundan Türkiye’ye koca/erkek bulmaya gelen bir turist algısı bize özgü bir ilkellik olsa gerek. Kavramların içini boşaltmakta, değerleri buharlaştırmakta oldukça hızlı bir gidişe sahibiz. Şehit kavramı bütünüyle İslami bir kavram olmasına rağmen “devrim, basın, futbol,” şehitleriyle karşılaşabiliyoruz. Bunun gibi aşk, arkadaşlık, sevgili kavramları da her geçen gün biraz daha kirletiliyor. Aşk ile cinayet bir başlıkta, manşette yan yana gelebiliyor. Bu duruma destek olanların kültür savaşında karşı tarafta duranlar olduğundan hiç şüphem yok. Savaşın sanalı ise daha dehşetli bir savaş. Şair “ey sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz/kardeşim İbrahim mermer putları nasıl kıracağımı öğretmişti/siz kelimelerdeki ve kâğıtlardaki putları nasıl kıracağımı öğretmediniz!” derken bu durumu resmediyor sanki. Kelimelerdeki ve kâğıtlardaki putları kırmak, kelimelerde ve kâğıtlarda put olduğu algısına sahip olmak bile ciddi bir çabayı gerektirdiği gibi sanal savaşı anlamak, buna cephe oluşturmak başlı başına bir ceht gerektirmektedir.
Şimdiki savaş tarihte benzeri olmayan bir savaştır. Koltuğuna oturmuş,”nescafe” keyfiyle yaşarken, dünya bir ekrana sığmış vaziyette sayın seyircinin karşısına gelmişken bin bir çeşit belgesel, film, tartışma, bilgi bir tuşun altındayken savaş vaziyeti almak kime akıllı bir iş görünecek? Ekran başında yediği kurşunlarla sersemleşmiş insan bu savaşın neresinde duracağını
Nasıl kestirsin? İğfal edilmiş, şüphelerle meşbu zihin yapısının bilişim bilgeliğine sarıklı ulu hocaların da yetişemeyeceği aşikâr. Televizyonda ya da internette görmediği bir şeyi niçin kabul etsin? İşte bu nokta zihinlerin teslim alındığı noktadır. Sanalın cazibesi ve kolaylığı, çağın hız çağı olması hasebiyle içselleştirilmemiş bilgiyle birleşince çetrefilli bir durum çıkıyor ortaya.
Merhum Erol Güngör” ya tahsilin devamı sağlanmalı ya da okuryazarlık sınırlanmalı” demişti. Şeylerin hakikati, şeylerin içyüzü, şeylerin hikmeti araştırılmayacaksa kolayın hızla buluşması
İle “bilmediğini bilmeyen” malumatfuruşların ortaya çıkıp kendilerini “şey” sanmalarına zemin hazırlanmaktadır.
Bu zemin Satre’nin deyişi ile gazete okuyan sevişen, uyuyan, seyreden insan tipini doğuran bir zemin olduğu için duyunun hâkim olduğu, duygu ve fikrin ikinci planda kaldığı bir zemindir. Duyu keskinliği o denli belirgindir ki bir imaj bir fikirden daha değerli, kitleleri yönlendirmekte daha etkili görülmektedir. “İmajın kadar adamsın” sözünün bu zamanda geçerli olması tesadüf değil elbet. İmaj sahiciliğin, kendi olmanın zıddı bir durum olmasına rağmen –en azından bizim kültürümüzde- herkes bir imaj kaygısı peşinde. Okuryazarlık veya bilişim bilgeliği duyularla sınırlı olunca bilginin de duyuyla algılananı itibar görmektedir.
Avrupalı gelinlerimiz bence Türk aile yapısının hâlâ devam eden sadakat, sevgi, güven, annelik gibi değerlerini tercih etmektedir. Batı medeniyeti oyuncaklarına rağmen insanın doğasında var olan dayanak ve sığınak arama duygusunu tatmin etmemektedir. Bu boşluk ve hiçlik duygusunu yeryüzünde kapatacak ne bir oyuncak ne de bir fantezi vardır. Duyu bilgeliği(!) bu arayışın bir sonucu olan evliliği kirli zihin yapısıyla cinselliğe indirgese de insanlar dayanak ve sığınak arayışının gereği ve Türk aile yapısının bu ihtiyaca cevap veren değerleri taşıdığından dolayı “kıroları” tercih etmektedir. Turizm merkezlerinde bizi temsil eden sahici insan tipi “kırolar”olduğu için, çağdaş, laik, aydın, zengin sıfatlarıyla arzı endam eden “beyaz Türkler” Avrupalının
tiksindiği, kaçtığı, kustuğu şeyleri iç turist olarak yaşayıp sahiciliğini kaybettiği için Avrupalının dikkatini bile çekmemektedir. Aslında oralara giden her uçuk tipin Türk turisti(!) Avrupalıyla karıştırdığı bir anısı olduğunu duymuşuzdur. Bu anlamda sahiciliğini koruyan “zenci Türklerin” haftalık, aylık beraberliklerde bile şuursuz olduğu halde Avrupalı kadının terki vatan, terki din etmesini sağlayacak kadar cazip olması değerlerini kaybetmiş beyaz Türk’ün intikam duygusuyla paparazzi malzemesine dönüştürülmektedir!