ÇİFTE HAYAT
Çocuğum ben. Ama çoğu çocuktan farklıyım. Her şeye sahibim. Üstelik iki kere sahibim.
Hangi çocuğun iki tane odası olur ya da iki bilgisayarı? Hangi çocuk iki bisiklete sahiptir? Sayısını bilmediği kadar oyuncakları? Peki ya iki tane evim olduğunu söylesem. Çocukça bir hayal değil bunlar. Gerçek. Hem de zaman zaman canımı acıtan kâbus gibi çöken gerçek.
Bayramlarda iki kere harçlık alıyorum. İki defa doğum günüm oluyor. İki kere “İyi ki doğdun” diyorlar. Ve ben iki defa yaşım kadar mum üflüyorum. Hediyelerim ikiye katlanıyor böylelikle. Herkesten daha çok arkadaşım var. Bir o mahalleden, bir bu mahalleden. İki defa tatile gidiyorum. Yaz tatili dönüşünde öğretmenime “Tatiliniz nasıl geçti?” konulu en uzun kompozisyonu ben veriyorum. Veda ve merhabalarla yüklü otobüs yolculuklarını en çok ben yapıyorum.
Bazen eşyalarımı diğer evde unutuyorum. Yarım kalan kitabım ben gelinceye kadar hasretle bekliyor. Kavuşunca ise okunan sayfalar unutulmuş olup kitaba yeniden başlanıyor. Bu şekilde yarım kalan işlerim sadece kitaplarla sınırlı değil. Annemle sohbet yarım. Babamla sarılmam yarım. Aldığım cezalar yarım kalıyor. Tercih edilmeyeceklerini düşündüklerinden hak ettiğim cezalar bile erteleniyor. Sonrasında da unutuluyor. Aslına bakarsanız bu durum bazen hoşuma gidiyor. Çocukça bir savaşı kazanma duygusu. Kazanılması gereken ise BEN. Bilmedikleri ise kazanılacak bir toprağın olmadığı. Çünkü bu toprak her iki tarafın yağmurlarıyla sulanacak. Verimli olması için her iki tarafın tohumlarına ihtiyaç duyacak. Bu toprak, tercih etme yanılgısına düşmeksizin her iki tarafın bölgesinde ayrı ayrı da olsa anlam bulacak.
Tam tamamlanır gibi oluyor yarımlar. Ama vakit doluyor. Diğer eve dönüş zamanı geliyor. Zaman sanki bana herkesten daha hızlı akıyor. Her ikisine de doyamıyorum. Onlara kızamıyorum. Beni sevdiklerini biliyorum. Alıştım bu hayata. Sevmedim ama alıştım. Alışınca mutlu olurum sandım. Yanıldım. Ben ne orada ne de buradayım. İki arada sıkışıp kaldım. Sahip olduklarım çoğaldı belki ama bedenimle, aklımla hep ortadan ikiye ayrıldım.
ÖZDEN HORAN
EDİRNE-2008
YORUMLAR
ÖLÜM VE YAŞAM (EDEBİ METİN)
Yaşamın insanoğlundan sakladığı en büyük sır ölümdür. Yaşamın satır aralarında gizli olanlar ölümün zirve noktasında açığa çıkarlar. Bu Dünya’ya gelmemize karar verenlerin ölümümüzde tek söz sahibi olmalarını doğal karşılıyorum.
Öleceğini bilmek ama ne zaman öleceğini bilmemek. Yaşamın en büyük dramı ve insanoğlunun aczinin en güzel ifadesidir. Ne zaman doğacağımızı bilmiyorduk ki ne zaman öleceğimizi bilelim diyerek o çaresizliğin çığlığını atarız sadece. Yaşamın sonunda ki ölümü herkes yaşıyor. Ölümden sonra ki yaşamı hiç yaşayan var mı bu Dünya’da? Bu soruda o çığlığın yankısıdır yalnızca.
Ölümle yaşamın rengi kundakla kefenin rengi gibi aynı ama kundakla kefenin kumaşı kadar farklıdır birbirinden. Yaşamın ölümle buluştuğu tek nokta ölümün sessizliğidir sadece. O sessizlik mezarlıkların ıssızlığında ve mevta sahiplerinin suskunluğunda gizlidir. Ölüm gece yaşam gündüzdür. O geceyi kabre inen mevtanın beyaz kefeninde ve onu kabre indiren insanların siyah elbiselerinde en garip tezat olarak yaşarsınız her defin işleminde. Yaşam ölümü hiç sırtında taşıyamadı ama ölüm yaşamı kucakladı hep yavaş yavaş.
Yaşamla her şeyi yaptım, ölümle alay bile etmedim henüz. Her şeyi kabullendim yaşarken ölüm hariç. Zira ölürken yaşadığımı anladım sadece. Yaşadığım bütün savaşları kazandım ve takındığım bütün zafer taçlarını ölümün kapısında bıraktım.
Issız bir adaya düştüğümde bile yanımda olmasını istemeyeceğim tek şey ölümün varlığıdır. Zira ben Azrail’i sevemedim hiç. Yaşamı sevgiliye benzetirim hep, ölümü kayınvalideye. Ama onların ana kız olmasının nedenlerini bir türlü çözemedim. Yaşamak mı zor ölmek mi zor? Yaşayan ölü olmak en zoru, hiç kuşkusuz. Yaşamak mı zor ölmek mi zor? Sen o soruyu en iyisi yaşayan ölülere sor.
Toprağa dönüş yeniden doğuşun ilk işaretidir. Yaşam bir yalan ölüm bir gerçeğin başlangıcıdır. Ruh gökten geldi beden topraktan ve insan bu Dünya’nın üstünde yaşadı. Ve ölümle geldiği yere dönecek. Ruh bedene sordu ayrılacağımız günü merak ediyor musun? Beden ruha dedi ki; birleştiğimiz gün gibi olmayacak ve ben o günü hiç unutmadım ki? Emredildiği günden önce ruhu bedenden üç şey ayırabilir. İçki, fuhuş ve kumar. Onlar Şeytan’ın gözdeleridir.
Yaşanan her şey bir daha yaşanır ama ölüm bir defa yaşanır. Kim ne yaşadıysa kendisi için yaşar ama ölümü bildiğimiz gibi yaşar. Ölümün kapısına geldiğinizde yaşadıklarınız ve yaptıklarınız mutlaka yanınızda olacaktır. Dünyanın dönüşünün durduğu tek yer ölümün başladığı noktadır. Dünya sizin için ve siz yaşadıkça dönmektedir. Her insanın ölümü o yüzden kendi kıyametidir.
Yaşamın tanımlayamadığı tek şey ölümün varlığıdır. Yaşam belki ölüme çare bulamayacak ama onu ertelemeyi mutlaka başaracaktır. Yaşamı bir satranç oyununa çeviren şah hazretleri ölümün son hamlede insanı mat etmesidir.
Ölümün tek rakibin olduğunu bilirsen yaşadığın bütün savaşlardan galip çıkarsın. Yaşam sizin olamaz ama siz yaşamın bir parçası olabilirsiniz. O zaman ölüm size değil siz ölüme hükmedersiniz. Yaşamı öğrenmeyin ama yaşamın sizi tanımasına müsaade edin, zaman tanıyın. Yaşam sizi tanıdıkça ölüm sizi unutacaktır. Savaşarak ölenler bir defa, kaçarak yaşayarak.
Acı bir defa çekilir, Ya yaşarken ya ölürken. Ölüm yaşamın bedelidir. Ölümle yaşam arasında ki fark nokta ile virgül arasındaki kadar ufak, tebessümle hıçkırık arasındaki kadar hüzünlüdür.
Okulu kırdığım gün kadar tatlıydı yaşam. Çünkü o gün seni tanıdım ve şimdi dönüş zamanı Tanrı’ya seninle birlikte. Bu Dünya’yı hiç unutmayacağım. Sensiz gelmiştim ama seninle ayrılacağım. Ben tüm enerjimi yaşamak için harcadım ey Yar! Çünkü sonsuzluğa giderken sana son nefesimde şöyle sesleneceğim demiştin.
Tüm enerjisini yaşamak için harcayanlar ölmekle fazla bir şey kaybetmezler. Ölümden korkanlar yaşamaya cesaret edemez. Savaşarak ölenler bir defa, kaçarak yaşayanlar her gün ölür. Ölüm cesaretle gelirse şeref korkaklıkla gelirse utançtır.
Tam tamamlanır gibi oluyor yarımlar. Ama vakit doluyor. Diğer eve dönüş zamanı geliyor. Zaman sanki bana herkesten daha hızlı akıyor. Her ikisine de doyamıyorum. Onlara kızamıyorum. Beni sevdiklerini biliyorum. Alıştım bu hayata. Sevmedim ama alıştım. Alışınca mutlu olurum sandım. Yanıldım. Ben ne orada ne de buradayım. İki arada sıkışıp kaldım. Sahip olduklarım çoğaldı belki ama bedenimle, aklımla hep ortadan ikiye ayrıldım.
Çok güzel ifade etmişsiniz....TEBRİKLERİMLE....
Bir araya gelemiyen ve aslada gelemiyecek olan bir elmanın iki yarısının çekirdeği ...
Yazın içimi acıttı soloyin, hani her ne kadar bunlar olağan şeylerdir desekte o çocuk kafalara bunu anlatmakta ne kadar zorlanırız değil mi ?
Kutlarım, insanı üzen ama bir o kadar da düşündüren ve ders veren bir yazıydı, sevgilerimle .......
Parçalanmış ailelerin çocukları; kader daha yolun çok başındayken onlar için çoktan örmüştür ağlarını...evet ne yaparsak yapalım onlar hep yarım,hep eksik,ne kadar çok seversek sevelim onların ruhunda kopan fırtınalar ve gelecek yaşamlarındaki biçimlenme şekli, suçluluk duyarlar,diiğer arkadaşlar arasında yabancı hissetme hatta utanma....çok o kadar çok örnek verebilirim ki yaşamış biri olarak...
Güzel bir çalışmaydı...
Sevgi ve selâmlarımla...