- 1506 Okunma
- 8 Yorum
- 3 Beğeni
Şiir-ney
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Şiir-Keman-Ney...
Efendim, bize rahmetli babamızdan yüklüce bir miras kalmadı, bizimkisi ozanlıkta usta-çırak hesabıydı rahmetli pederle.O sebepten ötürü gönül verdik musikîiye, dolayısıyla da ömrümüzün uzunca bir diliminde onlarca enstrümanla uğraştık; bir kısmını iyi, bazılarını orta düzeyde çalmayı başardık elhamdülillah.İşbu macerada sazları ellemeyen meraklı kalmadı.Bazen çocuklarım, bazen meraklı misafirler, kimi zaman da öğrencilerim yokluğumdan istifa edip kurdunu çıkarana kadar elleştiler enstrümanlarla.Cangıl cungul çıkardıkları seslerden vazgeçtim; özellikle bağlama, ud ve keman gibi nazik aletlere gereken hassasiyeti göstermedikleri için bunların bir kısmını hoyrat bir tavırla kırdıkları da oldu.Çok çektim acemilerden anlayacağınız.
Ama yırttım artık:))
--Oh be dünya varmış!
--Pardon ne(y) varmış?
--"Ney" varmış :))
"Bu işsizlik başka türlü pansuman tutmaz, Halk Eğitim Müdürlüğünün açmış olduğu mutad kurslardan birine başvuralım bari, hem böylece "nota" denen zıkkımı da kavrar, bir çilingir öz güveniyle istediğimiz parçalara dalarız, fena mı?" dedik, lakin insanoğlu başkalarının boy aynasına bakmadan kendisini, durumunu,boyunu bosunu yeterince göremiyor ne yazık ki...Gerçi ud’umuz her türlü piyasa şarkılarını dillendiriyor evelallah da siz gelin de bunu Halk Eğitimin kırk yıllık TSM Hocası İhtiyar keçi Hüseyin E..’a anlatın."Hayatta başarılar bebeğim." der gibi baktı bana udumu dinledikten sonra.Neymiş efendim: "Güya ben udu Gırnata hovardaları gibi hırçın ve bela çalıyormuşum." Ho hoyttt, külli iftira.Hele bir "Ud nasıl çalınır?" mevzulu bir konfereans verdı ki, neredeyse abdestim bozulacaktı tövbe yarabbim:
Diyor ki Hüseyin E..:
Sayın Hocam ud asildir, öyle nobran muameleye gelmez, onunla göngörmüş aşıklar gibi nazik nazenin, sevişeceksin.(Bismillahirrahmanirrahim) Ne o öyle Halime’yi samanlığa uzatmış gibi hoyrat ellerinizle zavallı udun her bir yerini mıncıklamak efendim, aaa!
"Bre kâfir gominis!" demediği kaldı bir...Şaka bir yana, bu türden kurslarda işten anlamak eksi puanmış meğer, ey okur başına böyle bir vaziyet gelende beni hatırlamanda sonsuz faide var dostum, unutma:)) Yani ki bu pimpirik hoca kısmına çaktırmayacaksın o işten anladığını, salağa yatacaksın.
Hüseyin Hoca bizi elemişti kibarca."Bana, udu hiç bilmeyen öğrenci lazım, demişti.
Neyse, bari şu akşamları Öğretmenevi Lokalinde bize şirinlikler yapan, dünyalar iyisi bir insanın, sevgi küpü Serdar’ın ney kursuna yazılalım en iyisi. Hem Serdar Hoca alaylıdır, o kadar kapris de bilmez.Uzatmayalım ney kursuna yazıldık.Hoca bize şimdilik, bildiğiniz plastik boru aldırttı
ney niyetine; adı da plastiğin üstüne tüy dikti:
"kız neyi :))
Oysaki biz kamıştan yapılan gerçek neyi Mevlana’yla sevmiştik, ne diyordu Hazreti Pir?
"Dinle neyden kim rivayet etmede
Ayrılıklardan şikayet etmede..."
("kim" eski Türkçede "ki" anlamındadır.
Tasavvuf edebiyatında çok önemli sembolik anlamları vardır neyin:
"Ney"in bataklıktan kopartılıp yurdundan sürgün edilmesi, insanın cennetten sürgününe; yedi
deliği insandaki yedi deliğe, yanık yanık inlemesi de insanın özüne Allah’a kavuşma isteği için
ağlayıp inlemesine teşmil edilir.)
Bizim plastik neyin az buçuk asalet sorunu olsa da hakkını teslim edelim sağlam alet,beşinci
kattan atsan kırılmıyor :)) Ayrıca kurtuldum yahu şu meraklıların enstrümanlarımı taciz etmesinden.Aslında bunu da çok merak ediyorlar: Bir iki üflemeye çalışıyorlar, heyhat yer mi Anadolu çocuğu ? Zinhar sır verip ses vermiyor; boru mu bu, evet boru:)) Babalar, aletin altına bakıyorlar, üstüne bakıyorlar, deliği önce parmaklarıyla, sonra dudaklarıyla yokluyorlar,ıhhh tıs yok.Sonunda pes edip bir kenara koyuyorlar :)) İşte bu yahu! Neydi öyle o meraklı Melahat’lardan çektiğim?
Diğer sazlarımın tümünü de kılıflarına koyup kaldırmışım, zira enstrüman kısmı pek kıskançtır, kumayı kaldırmaz; illa da sadece biriyle sevişmek gerekir.
Tabi ney de kolay bir saz değil, bir ay boyunca ses çıkarabilmek için doğru açıyı yakalamak adına dudaklarımız yalama oldu."Bu dilsiz düz borudan hayatta ses çıkmaz abi!" geyikleriyle umutsuzluğumuzu dışa vurduğumuz zamanlar da olmadı değil, ama öğretiyorlar arkadaş; insan kendine inanamıyor bu boş borudan ses çıkardığına, dahası bencileyin başka sazlarla oynaşan amatör talebeler,"ney"in dinî musiki sazı olduğunu unutup, Rumî’nin ruhunu bir kenara koyup vuruyoruz türkünün gözüne gözüne...Amaaan, hele de zeybek havalarına dehşet gidiyor namıssız:)) Hasılı kelam, bu yıl işsiz kalmamız nedeniyle vakit geçirmek babından yazıldığım keman ve ney kurslarından, en azından neyden memnun kaldım.
Keman adamın iflahını kesiyor.Öğrencilerin çoğu üniversiteli, sümbül demeti gibi çocuklar, hocanın bir kere göstermesi yetiyor notayı, onlar anında anlıyor, ben yaşlandım mı nedir ne nota okuyabiliyorum, ne de hocanın istediği yerlere parmak basabiliyorum; anlayacağınız "ney"de sınıf birincisi olan ben, kemana gelince ışıkta kalmış tavşan gibi yarı yaşımdaki hoca hanıma korku dolu gözlerle bakakalıyorum.Hoca da mübarek Tatar ırkının tüm dominant özelliklerini kuşanmış, parasıyla gülen, evde kalmış suratsız bir kız. Üstüne üstlük bir de yabancı parçaları çaldırmaya çalışıyor mu, of,bu temelli dumura uğratıyor bendenizi.Gerçi,Çingene usulü, kara düzen, Türk musikisinden şarkıları adam akıllı çalıyorum, zaten hocayı da çıldırtan bu:
"Yapmayın rica ederim Mehmet Bey, siz bunca makamı döktürüyorsunuz da notaya gelince neden tık yok?
"Bir "tık" sorunumuz var tabi:)) desek ayıp olacak, yaramaz ve tembel öğrenciler gibi topu taca atıp duruyordum, sonunda sınıftaki öbür ihtiyarla bir memur kavgası ettik de Allah’a şükür, ben de keman kursunu bırakmak için bahane bulmuş oldum.Şimdi kemanı bıraktım, aynı gün, keman ve ney saatleri çakıştıkça, kemancılara inat neyle, ne kadar damar Emirdağ türküsü varsa geçiyorum.Talebe hanımlar neyin yanık sesine dayanamıyor, bizim sınıfa geliyorlar ve:
"Yahu hocam sizsiz olmuyor, lütfen tekrar gelin bizim sınıfa..." türünden minnet ettikçe, olanca egom tatmin oluyor:
"Sürünün köleler, ben ki sırf sizi eğlendirmek için(tabi ki hava atmak için, demiyorum) evimde ne kadar saz varsa buraya taşıdım, teneffüslerde o kapı gıcırtısı sesli kemanlarınızdan sizi kurtarmak adına udumla, bağlamamla, neyimle ve dahi cümbüşümle ne fasıllar geçtim, kıymetimi bilmediniz, şimdi ne haliniz varsa görün!" diyorum içimden.
Ama hanımların yüzlerine karşı tabi ki "kem küm..." :))
Aslında ben şiirden söz edecektim, nerelerden geldim buralara?
Diyecektim ki:
"Ey şiir meraklısı gençler, dostlar, Romalılar, yurttaşlarım!
Şiir de ney gibi nazlıdır, ya onu üflemek için emek sarfedilir ya da boş boruyu üfle Allah üfle...
Madem bu şiirle iştigal etmekte bu kadar kararlıyız, en azından iyi birer okur olalım.Birkaç dergi takip edelim. Bizden kimse virtüyöz olmamızı beklemiyor, ama hiç değilse şiirde cangıl cungul sesler çıkarmayalım."Şiir nedir, ne değildir, ne olmalıdır?" sorularına biraz kafa yoralım, şiirin orasını burasını yoklayıp kurdunu çıkarmayalım, kırmayalım onu.Kimse anasının karnında şair olmadı ya, bu işi öğrenmenin de yolları vardır mutlaka, ne dersiniz? Yoksa bir gün bir Molla Kasım gelip elimize ekşimiz düz yazıyı verip: "Haydi bakalım efe, ’yüzüstü çok süründün /
ayağa kalk Sakarya’ deyip "ney" niyetine çalmamızı isterse bizden.İşte o zaman ayvayı yediğimizin resmidir.Anın çündür ki lütfen şiiri birazcık notasına göre yazalım, aklımıza gelen ne kadar sözcük varsa sayfaya boca etmeden, önce dilimizi yontalım, gereksiz dallarımızı budayalım, kendimize acımıyorsak okura acıyalım, öksürükten tayyare şiirler yazmayalım yahu! Adam bir iki bin tane şiir yazmış, hu bereket...Yahu etmeyin ağalar, Ahmed Arif’in ömrünce incecik bir tane kitabı vardı:"Hasretinden Pırangalar Eskittim"; hatta bu kitaptaki birçok şiire : "Benimdi, çaldı." diyen Enver Gökçe, Yahya Kemal ve Ahmed Muhip Dıranas’ın sağlıklarında şiirleri kitap halinde basılmamıştı bile...
Neyse efendim ezcümle, mademki bize silah zoruyla şiir yazdırıyorlar, hiç değilse şiirimizin gereksiz ayaklarını,heyyula kanatlarını,pinokyo burnunu, her pike soktuğu gagasını Nasreddin Hoca’nın hesabı birazcık keselim de şiirimiz bir kuşa benzesin; aksi halde sayfalar dolusu "gak gak !" diye çığlık atan kargalara döneceğiz.
Mehmet Binboğa
YORUMLAR
Emek ve aklı değerlendiren, okura önem verilmesinin gereğini öğreten yazı, tebessüm ettirirken düşündürüyor. Ustaya selam ve saygılarımı gönderiyorum.
Mehmet Binboğa (KuvvA)
kalem NEY in sihirli sesi gibi...üsluba bayıldım yazıda güne çok yakışmış saygılarımla
Mehmet Binboğa (KuvvA)
Gerçekten çok hoş bir yazı olmuş.
Espri niyetine yazılmış olsa da, ''Halk Eğitim Müdürlüğünün yandaş hocalara cukka kazandırmak için'' cümlesi biraz canımı sıkmıştı başta ama,
en azından güne taşınmasına hürmeten okumaya devam ettiğim yazı,
müthiş bir keyif tattırdı bana final yaptığında.
Her şeyi ile çok güzeldi.
Son paragraftaki nasihat ise,
tam anlamı ile bir nezaket gösterisi idi.
Olay, ancak bu kadar hoş bir dil ile sunulabilirdi muhataplarına.(Hoş bir dil bölümüne, epeyce düşünmeme rağmen güzel bir kelime bulamadım. Böylece, dağarcığımın ne denli fakir olduğunu fark ettim.)
Çok güzeldi.
Mehmet Binboğa (KuvvA)
Mezkur cümle benim de içime sinmemişti, kaldırdım.Uyarınız için teşekkür ederim.Ayrıca bu güzel yorumunuzla yarım bıraktığım romanlarıma devam konusunda bana yeniden şevk verdiniz.
Teşekkürler dost kalem...
bu kalemin akıcılığına, yüze tebessümü oturtup amuda kaldırtmasına aşinayım gayet de akılda kalan cümleler velhasıl hepsini anladım da "müsükî " yazmasını anlayamadım , zira; siz kelimeye istediğiniz an takla attırabilecek yetkinlikteyken.
Mehmet Binboğa (KuvvA)
Ne vakit ihtiyaç duysam boyumun ölçüsünü gösteren aynam benim.
Teşekkürler, iyi ki varsın.
Mehmet Binboğa (KuvvA)
hayal-devrim günlerine götürdü.
Teşekkürler Filiz arkadaş...