- 605 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
UÇAN KAZDAN ÖNCE
İçimde yaylı sazların ne zaman çalmaya başladığını bilmiyorum. Yan flütün sesinin benim için ne zamandan beri neşenin sesi olduğunu... Tam olarak ne zamandır dinliyorum hatırladığım söylenemez. Ancak klasik müzikle ilgili net hatıralarım başlangıcın seksenlere yakın olduğunu doğruluyor.
TRT’nin televizyonun tek hakimi olduğu günlerdi. Kız kardeşimle koyun koyuna yattığımız kanepemizde dinlemeye başladık biz klasik müziği. Eskiler bilirler. TRT her pazar sabahı Nills ve Uçan Kaz çizgi filminden önce Pazar Konseri adında bir program yayınlardı. Annem televizyonu açar, sesini bizi rahatsız edecek hale getirir ve üzerimizden yorganı çekerek " Haydi kızlar kalkın. Bak Şurup Amca bile kalkmış konser veriyor" derdi. Annem Shubert’e Şurup demeyi adet edinmişti. Tek derdi bizi uyandırmaktı ama oda bizim gibi Shubert’i, Chopin’i bilir olmuştu. Hayatına oldukça yabancı bu müziğin yüksek sesiyle bizi rahatsız edeceğini düşünürken o da müdavimi olmuştu.
Annem ilkokul mezunudur. Klasik müzik hakkında bildikleri televizyonda programı sunan spikerin anlattıkları kadardır. Ben dahil ailenin tüm üyeleri gibi o da Türk sanat müziği sever, dinler. Ama o yıllar hiç aksatmadan her sabah konçertolarla yataklarımızı topladık biz. Onlarla giyindik. Annem sobanın küllerini değiştirirken biz bu müzikle kahvaltılıkları masaya dizdik...
Sonra sonra ihtiyaç hissetmeye başladım bu müziğe. Hele lisede... Azıcık romantik bir kız çocuğuydum. Yaşıtım kızlar gibi... Ama azıcık daha fazla gibiydi. Kendi kendimle baş başa kalmak istediğimde radyodan bir kanal bulur açardım sesini bu müziğin. Çalan esere uygun hikayeler düzerdim hayalimde. Buluşmalar, ayrılıklar, hasretler, kavgalar... Hele üniversiteye hazırlandığım günlerde etrafımda tek insan sesine tahammül edemeyen ben, inceden bir piyano resitaliyde matematik sorularını dize getirecek gücü bulurdum nedense.
Ama kötü bir müzikseverdim. Yıllar geçtikçe daha iyi bir dinleyici oldum ama hala öyleyim. Ne okudum klasik müzik tarihini, ne özelliklerini öyle teferruatınca bilirim. Ben sadece almam gerekeni aldım. Beslemek için kullandım kafamın içindekini... Cahil cühela dinledim yıllarca. Bundan sonra öğrenecek miyim abc sini? Belki... Ama tanırım kendimi; karşınızdaki bu zat ruhu aç, mesaide tembelin biri.
Şu an dinlediğim Haendel yazdıklarımı okusa mezarında ters döner miydi?
Yok,zannımca beste yapmak sonsuz bir sevgiye sahip olmanın işareti.
Birkaç teşekkür etmem gerek şimdi.
Önce anneme. Pazar ziyafetlerini iyi ki müzikle şenlendirdi. Sonra TRT’ nin o zamanki yöneticisine. İyi ki çizgi filmden önde klasik müzik koymayı yayına akıl etti.
Ve müzisyen ve bestecilere tabii. Yıllarca ruhumda kara, kirli, sinsi ne varsa onların eserlerini dinlerken silindi gitti.
YORUMLAR
Nefis bir nostaljiydi. Ben o yıllarda kovboy filmleri izlerdim, o da mecburiyetten. Sabahları western filmleri olurdu. Klasik müzikler yayınlandığında kapatırdım televizyonu. Sonradan öğrendim ki, tabi eşek kadar adam olduğumda öğrendim; ruhu dinlendiren müziklermiş bunlar. Andre Rieu'yu dinliyorum. Adam resmen kemanla dans ediyor, yapışık ikiz gibiler ve nefis eserleri var. Keman sesini de çok severim, hüzün verir ama en çok da ruhumu dinlendirir. Hüzünle ruh dinlenir mi, keman sesi olunca dinlendiriyor beni.
Klasik müziğin tarihini hiç araştırmadım, şayet çaldığım bir müzik aleti olsaydı, araştırırdım. Dinlemekle yetiniyorum.
Arabesk şarkılar dinleyerek büyüdüm. Ferdi Tayfur'un her filmine gittim, her kasetini almaya çalıştım. Şimdi de dinlerim ama, Andre Rieu bir başka tabi.
En güzel müzik enstrumanları doğadır. Kuşların cıvıl cıvıl ötmeleri, arıların vızıldamaları, köpeklerin havlamaları. Kuzuların melemeleri. Rüzgarın fısıltısı. Yağmurun sesi.
Şimdi bunlarla meşgulüm ve çok da rahatlatıyor.
SERPİL ŞEN
tluyo İlgi ile okudum yazıyı.
Çocukluk günlerime aktı gitti düşüncelerim.
Çok iyi hatırlarım o günleri.
TRT'nin tek tabanca olduğu zamanlar. Hem de siyah beyaz.
Pazar sabahları saat 10.00 da, Western film kuşağı vardı.(Hala var.)
Bayılırdık o filmlere ve asla kaçırmazdık.(Şimdi de kaçırmıyorum elle tutulur bir konuya sahip olmadıkları halde. sanırım sadece doğa ile baş başa yaşama biçimleri ilgimi çekiyor. Eşim, at filmleri diyor ve bana çokça sitem ediyor.)
Bu filmlerin ardından, saat tam 12.00'de, Pazar konseri olurdu.
Bir saat sürerdi o konser ve o zaman dilimi, ev ile ilgili işleri yapma zamanımızdı bizim.
Daha sonraları,
ismini hatırlamıyorum şimdi, komedyen bir orkestra yöneticisi peyda odu ve bizim gibi yaramaz oğlanlara bile klasik müziği dinletti.
(Şimdi araştırdım, Danny Kaye imiş o enteresan orkestra yöneticisi.)
Çok güzeldi anı yazını. Kutluyorum efendim.