- 1750 Okunma
- 21 Yorum
- 1 Beğeni
BULUŞMA
Yol boyu hiç konuşmadı. Tüm dikkatini araba kullanmaya vermişti.
Ara sıra havadan sudan konuşan eşine ya başıyla cevap veriyor.
Ya da evet hayır diyordu.
Arka koltukta yatan oğlu ağzındaki maskesiyle kah uyuyor kah ön koltukların arasından yolu seyrediyordu.
Trafik normal, hız uygun araba her iki tarafı şeftali bahçeleri ile kaplı yolda yılan gibi süzülüp gidiyordu.
“Baba durur musun”?
“Tamam, oğlum neyin var”
“Hiçbir şeyim yok baba şu şeftalilerden istiyorum”
“Tamam, oğlum istediğin şeftali olsun ilerde Yalova ya girer alırız”
“Hayır, baba ben bunlardan istiyorum”
“Biraz sabret istediğin kadar alırım”
“Hayır, bundan istiyorum”
Yolun sağına yanaşarak durdu. Flaşörleri yakıp arabayı stop ettirdi. İnmeden oğluna baktı.
Yolda kusar diye aldıkları naylon poşetten iki tane alıp arabadan indi.
Kuşku ile etrafına baktı. Birileri var mı diye dikkatlice her tarafı kolaçan etti.
Görünürde kimseler yoktu.
Geçtikleri bahçelerin her tarafı yüksek tel çitlerle çevrili olduğu halde durdukları bahçenin her tarafı açıktı.
Belki birileri vardır diye bahçeye girdi.
Birkaç defa kimse yok mu diye seslendi.
Cevap alamadı. Bahçe içlerine doğru çekingen adımlarla yürüdü.
Son bir kez etrafı iyice süzdü.
Utangaç hali artmış kalp atışları hızlanmıştı.
Uzandığı dallardan irice dört adet şeftali aldı.
Torbaya koyarken bir daha etrafına baktı.
Kimseleri göremeyince elindeki ikinci torbaya cüzdanından çıkardığı on lirayı koyup bahçenin iç tarafına bakan şeftali ağacına astı.
Hızla arabaya doğru yöneldi.
Biraz önce para koyduğu torbayı elinde tutan yaşlı bir adamın sesiyle irkildi.
“Dur nereye gidiyorsun”
Sese doğru dönerken yüzü kıp kırmızı kesildi. Ayakları titredi utangaç hali daha da arttı. Kısık bir sesle:
“Affedersiniz galiba sahibisiniz inanın sizi çok aradım ama bulamadım. Hatta birkaç defa bağırdım duymadınız.
“Hayır, ben bahçeye girdiğinden beri sizi izliyorum. Bulunduğum yeri göremezsiniz.
“Kusura bakmayın mecbur kaldım. Yinede almamam gerekti.”
Oğlum ısrarla istedi. İler de alırım dedim ama dinlemedi.”
“Boş ver elindekileri bırak ta buraya gel”
Şaşkınlığı daha da arttı.
İçine bir korku düştü.
Olaya şahit olan eşi ve oğlu da çok tedirgindi.
Elindekileri eşine verdi. Hızla ihtiyarın yanına gitti.
İkisi de ağaçların arasında kayboldu.
“Ne oldu anne babama bir şeyler mi yapacak”
“Dur oğlum bilmiyorum ama bu durum hiç hoşuma gitmedi.”
“Anne ne olur babama bir şeyler yapmasın.
“Keşke şeftali istemeseydim”
Kadın çaresiz ve alabildiğine şaşkındı.
Gölgesi bol olan ağacın altındaki sandalyelere oturdular.
“Arabanın markasına bakılırsa hali vakti yerinde birisin”
“Şükür bir şeylerim var efendim.”
“Mecburdum dedin neden ki?”
“Oğlum ısrarla istedi kendisi lösemi hastası sürekli tedavide, onu kıramadım”
“Poşete parayı neden bıraktın”?
“Olur mu ben hak etmediğim hiç bir şeyi almam.
Babamdan vasiyetliyim
Tekrar buraya gelip sizden helallik alacaktım.”
“Dinle evlat önce yavruya geçmiş olsun inşallah atlatır.
Ben ilk defa böyle bir durumla karşılaştım”
Seni doğuran yetiştiren anaya babaya helal olsun çoğu bahçeye girer aldıkları yetmiyormuş gibi ağaçlara da zarar verirler.
Ben buranın en zengin kişilerinden biriyim. Severek evlendim. Rabbım bana on iki seneden sonra seninki gibi bir erkek evlat verdi.
İşte o zaman dünyanın en mutlu insanı idim.
El bebek gül bebek büyüttüm. On bir yaşındaydı bir gün arkadaşlarıyla beraber komşunun şeftali bahçesine girip habersizce almak istemişler.
Bunları gören komşum elinde sopayla kovalamış. Oğlum korkudan ağaca tırmanmış.
Arkadaşları kaçıp kurtulmuş ama bizimki ağaçta, kızgın komşu elinde ki sopa ve taşları oğluma fırlatmış.
Korkan oğlum ağaçtan atlarken ayağı dala takılınca kafa üstü yere çakılıp oracıkta can vermiş.
Sadece o ölmedi bende öldüm.
Bakma halime, içim ölü, eşimde öyle, bütün mallarımı satıp şeftali bahçeleri aldım.
O, günden beri ben ve eşim hiç şeftali yemedik.
Geçerken gördüğün tüm şeftali bahçeleri benim.
Etrafı tel çitle çevrili olanların tamamının gelirleri çocuk esirgeme kurumuna, Kızılay’a huzur evlerine kışlalara düşkünlere veririm.
Hiçbir ücret almam.
Bu bahçede kileri gelip geçenlere, köyün çocuklarına,
işçilere velhasıl isteyene veririm.
Şimdi tek sıra seçilmiş şeftali sandığını al arabaya gidelim.
İhtiyarın dediği sandığı aldı.
“Peki, amca borcum ne kadar”
“Dedim ya evlat ben şeftalileri satmam dağıtırım.”
Yaşlı adamla beraber arabanın yanına geldiler.
Bagajı açıp şeftali dolu sandığı yerleştirdi.
Yaşlı adam çocuğa dönerek:
“Bak şeftalilerin hepsini yersen iyileşeceksin tamam mı?”
“Tamam, amca babama bir şey yapmadığın için sağ ol”
Kadın da çok sevinçliydi.
Vedalaşma için elini uzatan ihtiyarın ellerini sıkıca kavradı.
O an elinde bir şey hissetti.
Poşette bıraktığı on lira avucunun içindeydi.
Son kez ihtiyara gülümseyerek baktı.
İkisinin de gözleri dolmuştu. Arabaya binip hareket etti.
Dikiz aynasından bakınca yaşlı adam onlara el sallıyordu
YORUMLAR
Tacettin Bey saygıdeğer ustadım .zaman değirmeni insanları öğütür öğütmesinede buradan kıssadan hisse alabilmek önemli.Yürek gücünüze emeğinize sağlık.Bahçe sahibinin çocuğunun bir kendini bilmezin yüzünden meyva ağacından düşüp ölmesi.Vede böyle bir şeftali bahçesini vakfetmesi.Bundan daha güzel ne olabilirdi ki...
bir ahhhhh çektirdi ki bana bu hüzün dolu hikaye , sormayın gitsin..insanın iki ayrı kutbu işlenmiş..biri melekleri imrendiren ihtiyar adam, diğeri şeytanı bile hicaba sevk edecek çocuğun ölümüne sebep olan dünyalık düşkünü bahçe sahibi..çocuklar ise fıtratının gereğini yapan varlıklar..hikaye içimi sızlattı sayın KOMUTAN ım..Allah aldığı şeftalinin parasını torbaya bırakan kulları çook etsin..zira artık şirazeden çıkmış bir nesille birlikte yaşıyoruz maalesef..harika bir anlatımla yine bizleri insanlığımızı sorgulamaya sevk ettiniz..tebrik ve saygılarımla..sağlıcakla kalınız..
..... helal yemek
..... hakkını vermek
hayatın en büyük gerçeklerinden sevgili abicim...
neresinden tutsam anlamadım , hasta çocuğun dileğini mi ? babasının yürek sesini mi ? sahibinin acısını mı? yoksa cömerliğini mi ?
omuzuna yaslandığımız yüreğimiz doğru yoldan gittiği müddet karşımıza çıkacak her kötülük iyilik ile sonuçlanır bence.
içimin sızladığı bir hikaye idi....
çok teşekkürler sevgili abicim...
umut ve şans dolu güzelliklere inşALLAH
Gerçekten çok güzel bir hikaye.
Yeryüzündeki tüm insanlar o ihtiyarın hayat görüşüne sahip olsaydı,
herhalde bu savaşlar yaşanmazdı.
Bu güzel anlatıma, küçük bir anımızla ortak olalım biz de.
Bizim çocukluğumuzda mahalleden ayrılmak, kasaba merkezine, yani sahile inmek kesinlikle yasaktı.
Ama,
mahalle dahilinde sınırsız bir hürriyete sahiptik.
Bu nedenledir ki, günlerimiz hep komşu bahçelerde oyun oynamakla geçerdi.
Doğal olarak da,
hangi köşede, ne meyvesi var ezbere bilir, olgunlaşma dönemlerini dört gözle beklerdik.
Meyve sahipleri pek hoşnut olmazlardı tabi ki meyveleri yememizden ama,
ufak tefek azarlamaların dışında öyle çok da tepki vermezlerdi.
Mahalledeki çocukların en küçüğüyüm.
Onlar gibi seri hareket edemiyor, hızlı koşamıyor, ağaçlara tırmanamıyorum.
Tüm bu olumsuz yönlerimi ağabeyim kapatıyor, onun sayesinde arkadaşlarıma ayak uydurabiliyorum.
Bahçenin birinde, kocaman bir kırmızı erik ağacı vardı.
Sırf onun leziz meyvelerinin tadına bakabilmek için, baharın gelmesini dört gözle beklerdik.
Günün birinde, tüm mahalle çocukları birlikte ağaca üşüştük.
Oldukça yüksek bir ağaç, nasıl tırmandığımı hatırlamıyorum.
Herhalde ağabeyim yardım etmiştir.
Büyük bir zevkle eriklerin tadına bakıyoruz.
Bir ara, ben ne olduğunu tam kavrayamadan, çocukların hepsi ağaçtan aşağıya atladılar ve son sürat uzaklaştılar.
Meğer ağacın sahibi bizleri görmüş, koşar adım bahçeye dalmış.
Ben kaçamadım tabi ki.
Öylece yalnız başıma, ağacın alçak dallarının birinde kala kaldım.
Mal sahibi aşağıda,(Babamın yakın arkadaşı aslında. Çocukları da benim sınıf arkadaşım.) ben ağacın dalında, birbirimize bakıyoruz.
İki gözüm iki çeşme ağlamaktayım.
O kadar çok korkmuşum ki, altıma kaçırmışım.
Hem göz yaşı döküyorum, hem ortalık yeri suluyorum.
Acıdı halime adam.
Önce beni ağaçtan indirdi, sonra başımı okşayarak sakinleştirdi.
Ağacın en uzak dallarındaki olgun meyvelerden topladı ve ceplerimi doldurdu, göz yaşlarımı sildikten sonra da beni uğurladı.
Aradan sanırım 50 yıl geçmiştir.
Şu anda bitişik apartmanda yaşıyor.
Ne zaman ona rastlasam, tatlı bir mahcubiyetle sarılır, ellerini öperim.
Ne güzeldi hikayeniz.
Hayatımın güzel bir anını hatırlattı bana.
Bu gün gideyim, Nazım amcamın halini hatırını sorayım yine.
Elinize sağlık komutanım.
yaptığım her uzun yolculukta ya bir bostan bahçesine,ya bir meyve bahçesine, hatta soğan, marul gibi sebze bahçelerine dalmadan edemem... öyle para bırakmak, helalleşmek gibi huyum da yoktur... çaldıklarımı mecburen tek başıma yerim çünkü hanım değil yemek sadece bol bol hakaret eder... kötü bir huy değil mi? sizin öyküyü okuyunca niye yalan söyleyeyim, çok değil ama biraz utandım...zaten bundan sonra istesem de yapamam bu hırsızlıkları.. hem arabayı hanım kullanıyor artık, hem de bahçeye ulaşacak eforu sarfedemem... Hay Allah! yüzlerce bahçe sahibine ulaşamayacağıma göre helallik de alamayacağım ve bu günahlarımla cehennemde ki yerimi alacağım... çok kötü... acaba diyorum, bu akibetten yırtabilir miyim... zor değil mi? hayırlısı...