- 849 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DERİN VEYA 'DERUN'UMUZDAKİ DERTLER
David Fromkin’in bir kitabı var.
Kitabın ismi, “Barışa Son Veren Barış ’Modern Ortadoğu Nasıl yaratıldı? 1914-1922’ ”...
Başlığı çok ilginçtir; öyle bir barış ya da barışlar zinciri yapıyorsunuz ki ? Aslında, barış kavramına belirsizlik kipinde son veriyor !
Kitapta (Sf.3), ”1914-1922 dönemi kararların(ın) verildiği masaların çevresinde sadece Avrupalılar ve Amerikalılar oturmaktadır.” denilmektedir !
Konu tüm dünya genelinde sınırların yeniden çizildiği, özelinde ise; BOP veya GBOP şeklinde tekrardan belirlenmeye çalışılan geniş ya da "Büyük Ortadoğu" kavramı ile ilgilidir.
I. Dünya Savaşı’ndaki Irak ve Ürdün Devletlerinin oluşumu İngiliz emperyalizminin dahice bir (!) buluşudur.
Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak sınırları bir İngiliz devleti memurunca çizilmiştir. Suriye ve Lübnan Müslüman ve Hristiyanları arasındaki sınır Fransa, Ermenistan-Azerbaycan sınırları da S.S.C.B.(Rusya) tarafından çizilmiştir.
Cetvel devletleri veya metrofaj devlet sınırları diyebiliyorum, bu ilginç oluşumlara !
Ortadoğu’da stabilite yoktur, her şey destabilizasyon üzerine kuruludur.
Ama kesin olan da şudur; Ortadoğu’da “yaşamın temeli” -din-dir. Onun yerine, başka hiç bir şeyi de o kadar verimli idame ettiremezsiniz !
Yine ağa uluslardan olan Ruslar ise, kendi emperyalizmlerinin temeline koydukları sınıfsal pratiklerle işi kotaragelmişlerdir.
İngilizlerin tercihleri mi peki; onlar her daim emperyal ve milliyetçi/hanedancı yaklaşımı önermişlerdir.
Kısacası herkes gerçeğini yaşamakta ya da kendi tarih babası ve yönetim biçimi (ya da rejimi) anasından öğrendiklerini işlemektedir…
Yoksa emperyalizmin özü ve görüntüsü hep aynıdır. Yöntemler, Doğu ve Batı versiyon diye gruplayabileceğimiz emperyalizminde çok farklı değildir, bunu anlatmak istiyorum.
Her şey I. Paylaşım Savaşı bitimiyle başlıyor.
Ortadoğu’nun Fransa, İngiltere, Rusya arasında paylaşılması Mark Sykes adlı memurun bu işe atanması ile başlamıştır.
Sonuç: Savaş boyunca, utanmaz sömürgecilelerin bu bölgenin geleceğine yönelik tasarımlarla biçimlendirdikleri içinden çıkılmaz, haritalarda gizlidir.
Dün, bu adam ve Fransız yol arkadaşı Picot, Ortadoğu’da İngiliz, Fransız ve Rusya’nın paylaşım sınırlarını belirlerken, bugün aynı şeyleri “Eşitsiz Büyüme Yasası” gereği büyümüş olan, ABD ve AB ile asıl büyük “İsrail” yapmaya çalışmaktadırlar.
Yine dün, paylaşımda tıkanılan nokta bir İsrail Devleti’nin kuruluşunda düğümlenmiştir. Bugün ise her şeyin büyüğünü istemek (!) gibi zombi bir yaşam felsefesine sahip ABD’nin, önerdiği -Genişletilmiş Ortadoğu- kavramı, bölge devlet ve halklarına dayatılmaktadır.
Yeni keşfedilen petrol alanları ile Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya, oradan da Balkanlara genişleyen etnik, din-mezhep ve cemaatik yapılar sacayağında modelleştirilmiştir.
Başına da yukarıda da belirttiğimiz gibi, kendisinin en fazla sevdiği sözcük olan “büyük” sıfatını getirip ve o açıdan tanımlayarak, içeriğini yine Ortadoğu olan; “Büyük Ortadoğu” şeklindeki ifadeyle kuramsallaştırdığı planı dayatmaktadır.
Bu bilindik planda sömürü ve Ortadoğu, değişmez enlem ve boylam algılaştırmalar oluyor. Bundan öte, olan ve biten ve fazlaca değişen bir şey yoktur.
Bu yeni tanımlamayla Ortadoğu daha büyükleşirken, tüm devletlere yaşama ve kendini idame ettirme yasası olarak söyleyebileceğimiz “büyümezse küçülür” önermesi gereği, Fransa ve Almanya birleşip, (AB olarak) büyüyor.
İsrail’ de 1948’den başlayıp, 1967 -1979 çizgisiyle zirve yapan, sürekli işgal ve talanlarla, büyümüş hale geliyor.
Daha da büyümesi, neo Osmanik veya İslamik proje ile merkezinden Türkleri çıkarıp, yerine İbrani ırkını ikame etmesiyle de sürecek gibidir.
Turaniler hep varlar aslında, değişen rakipleri oluyor. İraniler, İbraniler veya Aryaniler oluyor da diyebiliyorum.
Yani önerme, postülat/tez durumundan, hızla yasa halini almakta, kendini doğrulamakta ve gerçeğine rücü etmektedir.
Burada İngiltere’nin durumu sapma derecede ilginçlik gösterdiğinden, özellikle gözlem altına alınarak incelenmesi gerekmektedir.
Böylesine bir tahrik edicilik arzetmektedir, İngiltere’nin durumu !
Bir yandan AB üyesidir, öbür yandan ise ABD ile her yerdedir. Etken mi yoksa edilgen midir? Buna da ayrıca dikkat edilmesi gerekmektedir(!)
Demek ki herkes büyümekte ve büyürkende bazılarından, zaten kıt olan dünya kaynakları ve katma değeri sonucu, alınması (çalınması) gerekmektedir...
Küçülenlere de aklımıza gelen bütün anlam genişlemelerinde ”küçülmek” önermesi düşmektedir. Zillet ve meskenet de diyebiliyoruz !
Önerilme söylemimiz yazınsal bir kibarlık olarak anlaşılmalıdır. Aslında, olan biten acımasız ve en zorba yöntemlerle yapılan en son "haçlı" seferi dayatması olmaktadır !
Kürtler, muhteşem(!) ve utanmazcasına bir işbirlikçilik ve hainlik örneğiyle, akılları sıra büyümektedirler...
Gericilik hep olduğu gibi, emperyal kapitalizimin en sadık bendesi ve sadık köpeği olarak muazzam arsızlıkları ve işbirlikçiliğiyle büyümektedir...
Mandanın adı yeni demokra(t)si olmuş, sanal bir köleleştirerek /özgürleştirme (!) yöntemi ile büyümektedir !
Büyük olana karşı; doğal sonuç, diğerlerini küçültmektir.
Tarih-toplumsalın her daim en büyüklerden olan Türkler ve ülkeleri Türkiye ise, genelinde tüm Türk Dünyası’na yansıyacağını ileriki zamanlarda daha iyi görülüp, anlayacağımız bir küçülme psikozu içine sokulmuştur, diyebiliyorum.
Burada aklıma -aslında büyük olmayanın-, zorlama ile nasıl "büyük" olacağı sorusunu geliyor ?
Bu tür soruları ısrarla sürdürme gereği duyuyorum. Nereye kadardır bu tarih ve toplumsal yasa tanımaksızın "büyümek" diyebiliyorum ?
Burada, zorbalık.. “zorlayan” ve zor kullanmak anlamındaki genel bir ‘zor hali’ oluşturuculuğun altını, ısrarla çizmek istiyorum.
Bu "zor" kavramını ne olsa, onun, yani emperyal kapitalizmin kendi iç çelişkisi olarak gösterebiliyorum.
Devamıysa; zorbanın eylemsel “zorla”yanlığı gibi bir ayrımla, sözcükteki iki harfle oynamak oluyor...
Zorla sözcüğünü ; ”zor-al" ve ”zor-al-ırsın"a ilerletiyorum.
İşin ırk psikolojisi ile ilintili bölümüne de hiç girmiyorum.
Darwin’den yola çıkarak “kadavra kaderdir” diyebiliyorum !
Bunu da, canlılar dünyasının hayvanlar bölümüne destek veyahut köstek amaçlada yazmıyorum.
Çünkü eni-sonu, canlı canlıdır, insan da objektivitede ve çelişkileri görmekle vardır.
Konuya olan yaklaşımın Kant, Newton ve Copernicus’un yaptığı devrimci bilimsellikteki gibi olmasını öneriyorum.
Tanrı’dan insana doğru evrilen ve devredilen bir ruhban yönetsellik ve askeri temsilcilik yetkisi yoktur, diyebiliyorum.
Bu, amacı son derece feodal ve emperyal bir sömürgen plandır.
Çok Darwinist" bir tarihçilik yöntemi olsa da amaçladığı gayri ahlaki beklentilerle bilimden ayrıksılaşan, şoven bir kurgubilimcillik arz-ı halidir !
Sömürge politiklerini hayvanlar alemindeki doğal eleminasyon ve sadece güçlünün ayakta kalacağı şeklindeki evrimci planla, insanlar dünyasına uygulmak şeklinde niteleyebiliyorum !
Dilimizde bolca var olan, bu tür deyim ve atasözlerini Batı edebi bir yazın çeşiti olan “fabl” türüne benzemekten kurtarmak çabasıyla yazmaya çalışıyorum.
Özgünümüze daha yakışacak şekilde, bize “ata et ve ite/uğursuza da ot !” şeklinde dayatılanı.
Bu çok büyük yanılgıdır, çünkü “her şey aslına döner”; biyolojik olarak ”başkalaşsa”da diyerek, karşı savlıyorum.
Derd-i derun hatırlıyorum, Osmani söylemdir. Hem de bir halk türk(ü)süne ad olmuştur. İnanılmaz güzelliktedir...
Bugünlerde tutturulmuş olan bir “derin ve paralel” lafını, “derun” değerli olanlarımız, yani derdimizin hası sayıyorum.
Bu derd-i derun değerleri:
Türk, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkçe ve türk(ü)ler, istiklal-i tam ve 1923 milli demokratik devrimi kavramlarıyla kristalize ederek, yoğunlaştırıyorum.
Ki, türk(ü)lerimiz ana dilim Türkçe’mizin yüce dağbaşlarından kaynayıp iç serinleten berrak sularına benzerler…
Umut doluyorum...
Derd-i derunumu da, içinde "Türk" geçen tüm kavramlarla anlamlandırarak, tanımlıyorum.
Varsın “derin”, "paralel" veya başka söylemlerle başlayan göndermelerle anlamını kirletmeye ve kaydırmaya çalışsınlar...
Veya içini boşaltabileceklerini sansınlar.
Ya da kendi “derun” ya da “derin”lerine baksınlar. Orada gizli duran nedir, aslında?
Baksınlar !
Derin dert veya günümüz söyleniş ”derd-i derun” şeklinde, eski yazımla Türkçelendiriyorum.
Ne de olsa Osmani, cumhuri, avami, asyatik Türkçelerin hepsi bizimdir.
Yazımıza ilham kaynağı olan türk(ü) hakkında bilgi vererekte bitiyorum efendim:
Kahramanmaraş yöresi Türkmenlerine aittir.
Hüseyin Turan veya Musa Eroğlu’dan dinlemenizi özellikle önerebiliyorum.
Ki, anlama “anlam” gelsin…
Adı ve sözleri : “Bin derdim var idi, bir daha oldu" şeklindedir.
Derd-i derunumuz; Atatürk ve " bilakaydüşart istiklal-i tam Türkiye Cumhuriyeti" bağlamında, içinde “Türk” lafzı geçen tüm kavramlarımızı bozmaya-kirletmeye çalışanlara isyandır...
Göktürkmen
Ahmet Kutlu Ayyüce
Mayıs 2007-Şubat-2014