- 1067 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
KÖR HİKÂYELERİ (KÖRKÂYELER)
KÖR HİKAYELERİ (KÖRKAYELER)
Bu yazımda sizlere görmeyen arkadaşlarımın yaşadığı ve kendi başımdan geçen kimi sevimli, kimi üzücü anıları anlatacağım.
Doğuştan görme engelliyim. Çocukluğumda nisbeten daha iyi gördüğüm için görme ile ilgili problemlerimi kabullenmez, çevremdeki insanlara belli etmemeye çalışırdım. Kimse enayi değil, anlıyorlardı elbette.
Okul hayatım boyunca hiçbir zaman tahtayı göremedim. Hep ön sıraya oturtulsam da nafile. Bu yüzden sayısal derslerim berbat ötesi berbattı. Gözlerimde miyoptan başka birşey olmadığına inandırmıştım kendimi. Çok sevdiğim, heves ettiğim voleybol, basketbol, masa tenisi gibi sporlar tatlı birer hayal olarak kaldı. Arkadaşlarımla bile voleybol oynayamadım. daima kaçardı top. Okuldaki basket potasınada bir kez olsun geçiremedimfutbol severlerin deyimiyle meşin yuvarlağı. İki tekerlekli bisiklete de uzaktan hasretle baktım, durdum. Buna rağmen kabullenmez, beceriksizliğime verir, üzülürdüm. Sarı ve pembeyi, mavi ve yeşili birbirinden ayıramazdım. "Şimdi hiçbir rengi ayırd edemiyorum ama resim yapıyorum iyi mi?" Herhangi bir şeyin mavi olduğunu söylediğimde karşımdaki insan: "Aaaaaa! O mavi değil kiiiiii yeşiiiilllll." diye karşılık verdiği zaman öyle utanır ve huzursuzlanırdım ki. Yine de çocukluk işte sanki normalmişim gibi davranmaktan kendimi alamazdım.
35. yaşımdan itibaren sinsi sinsi ilerleyen göz rahatsızlığım beni bunalıma iterek tam 5 yıl eve kapattıktan sonra istesem de, istemesem de körler ordusunun en beceriksiz, en gariban neferi yapıverdi.
Beceriksiz ve gariban diyorum çünkü ilerlemiş yaşımda zaten yarım yamalak olan görme yetimineredeyse tamamen kaybetmiştim. Sudan çıkmış balık gibiydim. Eskiden hiç olmazsa bastonsuz yürüyebiliyor, kitap ve nota okuyabiliyordum. Daha önce yapabildiklerimi yapamamak ruhumda derin yaralar açmıştı.
Körler ordusundaki zorunlu ve hiçbir zaman terhis edilemeyeceğim askerliğe başladıktan sonradiğer asker arkadaşlarımın hayata bağlılıklarını, başarılarını farkettim. Özellikle ordumuzun başkomutanlarından saydığım canım arkadaşım Emine’nin yardım ve desteğiyle ben de kahraman bir ordu mensubu olduğumu sanıyorum artık. 40 yaşımdan,44 yaşıma kadar süren uzun ve yorucu uğraştan sonra kabartma yazıyı, kardeşimi canından bezdire bezdire bizler için oluşturulan özel bir konuşma programıyla kullanabildiğimiz bilgisayarı, ve çok sevdiğim, yürüyüş arkadaşım beyaz bastonla dışarıda fink atmayı öğrendim.
Bizler ellerimizde tüfeklerimiz yani beyaz bastonlarımızla birkaç kör ordu mensubu birlikte gezmeye bayılırız. Yalnız çıktığımız da olur tabii. İşte benim anlatacaklarım çoğunlukla bu gezmeler sırasında yaşanan komik, bazıları kara mizah diyebileceğimiz olaylardır.
Birgün canım Emine’mle Atatürk il halk kütüphanesi görme engelliler bölümünden çıktık. Açtık bastonları, yürümeye başladık. Ben çok çok az da olsa görüyorum. Emine’ye: "Önümüzde ağaç var." dedim. O da: "Kızım ben sana değil bastonuma güvenirim." diye cevap verdi ve küüüüttttttt diye ağaca çarptı. Sonra bana dönüp: "Fatoş; senin farlar hala işe yarıyor." dedi.
Tek başıma kütüphaneden çıktım, eve gidiyordum. Durağa geldiğimde ne olur, ne olmaz diye sorarım. Yine aynı şeyi yaptım, durakta farkettiğim birine: "Afedersiniz, Halil Rıfat Paşa durağı burası mı?" diye sordum. "Siz her gördüğünüz yakışıklıya böyle sorular mı sorarsınız?" cevabını aldım. Meğer kendisi de benim gibi görme engelli olan kardeşime sormuşum. Çok gülmüştük.
Kütüphanede çalışan arkadaşımız Serkan karşıdan karşıya geçmek için birinden yardım istemiş. Yardım istediği meğer çok sevdiğimiz, İngiliz filolojisi mezunu görmeyen arkadaşımız Müyesser’miş.
Ben görmeyen bir insanınn tek başına sağlık ocağına, alışveriş yapmaya gidebileceğini de canım Emine’mden öğrendim.
Güzel arkadaşım birgün ayağını burkmuş. Doktor ilaç vermiş. "Fatoooşşşşş. İlacın çok kötü bir yan etkisi vaaarrrrr!" dedi. Ben meraktan çatlarken O hala: "Vallahi bildiğin gibi değil. Çok kötüüüü!" diyordu. Beni iyice meraklandırdıktan sonra espriyi patlattı! "Görme bozukluğu yapıyoooorrrrr’"
Bizim çağdaş görmeyenler derneğinin başkanlığını da yapan, pekçok arkadaşımızın körler okulundaki sınıf öğretmeni Celil Ağabeyimiz ülkemizde bolca bulunan ve tehlike saçan çukurlardan birine düşmüş. Bağırmış, çağırmış, sesini kimselere duyuramamış. Ne yapsın? Çaresiz yakmış bir sigara ve beklemeye başlamış. O da ne! Dumanı gören gelmiş, dumanı gören gelmiş. Celil ağabeyimiz çukurdan böylelikle kurtulabilmiş.
Müzik öğretmeni, canım arkadaşım Mustafa yolda giderken önüne biri çıkmış. "Kardeşim yol verir misin geçeceğim." diyor ama karşısındaki aldırmıyor, sadece nefes alışları duyuluyormuş. Arkadaşım birkaç kez rica etmiş, beriki durmaksızın soluk alıp, veriyormuş. Mustafa şöyle bir elini uzatmış , meğer dakikalarca söz anlatmaya çalıştığı arabaya koşulu bir at değil miymiş.
Aynı olayın benzerini Emine’ciğim de yaşamış. 13 yaşına kadar az da olsa görmüş olan Emine o yıllarda birgün karşısında sallanıp duran birini farketmiş. Çekil diyor, öteki çekilmiyormuş. Birkaç kez uyarısını yineledikten sonra bir dokunmuş ki at. Bir daha asla oradan geçmemiş.
Çok sevdiğimiz bir Ferhat’ımız var. Tatlı mı tatlı, sevimli mi sevimli!
Ferhat biriyle çarpışmış ve karşı taraf öfkeyle: "Dikkat etsene be kardeşim! Kör müsün?" diye bağırmış. Bizimki altta kalır mı? "Beğenemediniz miiiiii?" emiş. Adam şöyle bir bakmış çarpıştığı gerçekten kör. "Afedersiniiiizzzz." deyip, oradan kaçarcasına uzaklaşmış.
Ferhat’ımız yolda yürürken bir teyzemiz yanına yaklaşıp: "Oğlum senin saabın (sahibin) yok mu?" diye sormuş. Bizimki hiç duraksamadan: "Köpeklerin saabı olur teyzeeeee." cevabını yapıştırmış. Teyzemiz: "Tövbe tövbeeeee." diyerek yürüyüp, gitmiş.
Birde üzücü anı.
Çok sevdiğim arkadaşım Müjgan durakta otobüs beklerken maalesef kendini bilmez bir Hanım: "Sen nasıl görmeden yaşıyorsun? Ben olsam kesinlikle intihar ederdim." gibi saçma sapan sözler sarfetmiş. "Kendimi aşamamış olsam herhalde intihar ederdim." demişti Müjgan.
Adaşım olan bir başka arkadaşıma da karşıdan karşıya geçmek için yardım istediğinde: "Neden tek başına dışarı çıkıyorsun ki?" demiş bir densiz. Çevredeki diğer duyarlı insanların da yardımıyla ağzının payı verilmiş o vatandaşın.
Emine Atatürk il halk kütüphanesi görme engelliler bölümünün ilk memurlarındandır. Şimdi emekli oldu. Birkaç yıl öncesine kadar gönüllü okuyucular gelir, orada çalışan körlere kitap okur, onlar da6 nokta daktilo ile kabartma yazıya çevirirlerdi. Artık kabartma kitaplar da basılarak çoğaltılıyor. Gönüllü okuyucular kütüphanedeki görmeyen memur arkadaşlara, çeşitli okulların sınavlarına hazırlanan öğrencilere kitap okumak yada test çözdürmek için geliyor şimdilerde.
Emine’nin zamanında birisi: "Bir köre kırk adım attıran cennete gidermiş." diye aptalca bir söz ortaya atınca herbir gönüllü, körleri kollarına takıp, ciddi ciddi bölümün içinde dolaştırmaya başlamışlar hemde adımlarını sayarak. Bizim fırlamalar içlerinden kıs kıs gülerek bu eğlenceyi bozmamışlar.
Körler okulunda geçmiş, arkadaşlarımdan dinleyip, çok güldüğüm bir olay.
Okulda seçmeli ders olarak İngilizce ve sepet örme varmış. Körlerin yalnızca bir tanesi sepet örmeyi, diğerleri İngilizce’yi seçmiş. İngilizce öğretmeni de İngiliz’miş. Dersten çıkan İngilizceciler çok eğlendiklerini, öğretmenin çok şakacı olduğunu onları güldürürken kendisinin de çok güldüğünü anlatmaya başlamışlar. Sepet örmeyi seçen sevimli körün sorusu: "O İngilişçe gülüyodur. Siz nasıl anladınız ki?"
Birara körler ordusuna sonradan gözlerini kaybetmiş bir doktor Bey katılmıştı. Ben hiç tanımadım kendisini. Pek sevilemedi, benimsenemedi sanırım arkadaşlar arasında. Şu an nerelerdedir, ne yapar bilmiyorum.
Çok sevdiğim Hamdi kardeşim yıllar önce bu doktora muayene olmak istemiş ve görme engeli yüzünden hoş olmayan olaylar yaşanmış. Doktor Bey’i skypetan eklemiş, o da kabul etmiş. Tanışma faslından sonra Hamdi kardeşim: "Yıllar önce sana muayene olmak istemiştim ve sen beni terslemiştin. Hadi bakalım şimdi sen de kör oldun işte. Nasılmııışşşş!" demiş. Hık, mık etmiş ve engellenmekten kurtulamamış sayın eski doktor, yeni körümüz.
Kardeşim hukuk fakültesini bitirmiş,ülkemizdeki çoğu kör gibi mesleğiyle hiç ilgisi olmayan bir kurumda çalışmaya başlamıştı.Türk geleneklerine göre evlenme zamanı gelmiş, geçiyordu bile. Övünmek gibi olsun aşırı yakışıklıdır benim dünyalar tatlısı kardeşciğim. Bir tanıdık vasıtasıyla bulunan eş adayını görmeye önce annem gitti. Hanımefendi’yi beğendi ve sıra ikisini tanıştırmaya geldi. Mesleğini yapmasa da avukatlık diploması olan bir koca bulmanın sevincini yaşayan Hanımefendi telefonda kardeşimin görme engelli olduğunu öğrenince birden çark ediverdi. Bizim hastalığımız kalıtsal, halk arasındaki adı tavuk karası. Öğretmen olan Hanımefendi araştırmış,soruşturmuş ve bu hastalığın çocuklarına da geçmesinden çok korktuğu için tanışmayı bile göze alamadan vazgeçmişti.
Bir süre sonra ortalama hıyarlıkta, klasik bir erkekle evlendiğini duyduk. Doktorlar kendisine: "Eğer çocuk yaparsan mutlaka özürlü doğar." demişler. İlahi adalete inanıyorum ben. Herşeyde bir hayır olduğunada. 22 Ekim’de kardeşim evleneli 2 yıl olacak. Bana dünyalar tatlısı bir kızkardeş kazandırdı canım benim!
Engelli babası rahmetli büyük başkanımız Ahmet Priştina’mızın sayesinde İzmir İnciraltında çok güzel bir engelliler merkezimiz var. Denize sıfır, engellilerden çok engelsizlerin aşık olduğu biryerde kurulmuş. Hergün belli saatlerde oraya belediyemizin tahsis ettiği otobüs kalkar. Önünde kocaman engelli işareti vardır.
Yolcu almak için durduğumuz bdurakta yaşlı bir amcamız ısrarla binmek istiyordu. Otobüsümüze ancak yanımızda bir yakınımız refakatçimiz olarak binebiliyor. Normal insanların tek başına binmeleri yasak. Ne dediysek amcamızı engelli olmayanların binemeyeceği konusunda ikna edemedik. Israr edip durmaktaydı.. Ne yapayım ben de dayanamadım ve "Amcacığım bu körlerle topalların otobüsü. Siz binemezsiniiiizzz!"diye seslenmekten kendimi alamadım. O da ikna oldu, ısrarından vazgeçti.
Bizim körler neler yaşamıyorlar ki dışarıda. Direğe çarpıp: "Özür dilerim." diyenler mi ararsınız. Sanki hiçbir işe yaramazlarmış, bütün körler muhtaçmış gibi ellerine para tutuşturulmaya yeltenenlerle uğraşmak zorunda kalanlar mı.? Sadaka verilmek istenen arkadaşlar da çoğunlukla çalışan kesim inanın. "Bugün canım sevaba girmek istiyo. Size yardım edicem." diyenler de çıkabiliyor karşılarına yerden biter gibi.
"Yemeğini nasıl yiyorsun?" sorusuna muhatap olan bir hazırcevap körüm: "Siz yemek yerken aynaya mı bakıyorsunuz?" deyivermiş.
Eşinizle nasıl ilişkiye giriyorsunuz sorusuyla karşılaşanlar da olmuş vallahi.
Benim yaşayabildiğim ve arkadaşlarımdan duyduğum anılar bunlar. Arkadaşlarımın çoğu tecrübeli. Ben aşırı pis bir camın arkasından bakar gibi bakıyorum dünyaya. Bastığım yerleri toprak diyerek geçmeyip, tanımak için de beyaz baston kullanıyorum. Bu yüzden ne tam kör olabiliyorum, ne tam gören. Onlar benden daha çok şey yaşamışlar körlük adına. Bu yüzden en çok onların yaşadığı olayları aktardım sizlere. Yeni anılar duyarsam yada birebir yaşarsam mutlaka paylaşacağım.
Sevgili esprili kardeşim Semih’in msn ifade mesajında yazdığı "Körternet." sözü çok hoşuma gitti ve ben de yazımın başlığına parantez içinde ( KÖRKAYLER)i de ekleyiverdim. Bana bu ilhamı veren Semih’e sonsuz teşekkürler.
Çok sevdiğim bir kör atasözüyle yazımı bitiriyorum.
"Aşkın gözü kördür ama kabartma yazı okuyamaz."
Fatma Işık Kaya (Fadime)
18-Ağustos-2013-Pazar
YORUMLAR
Duyarlı insanların varlığı şüphe götürmez bir hakikat ki, bizlere güç veriyor.
Fakat, Gülfem'in de dikkat çektiği en hafif tabirle AŞAĞILIK, ÇUKUR diyebileceğim insan(!)ların hareketleri bizi çileden çıkartabiliyor. .
Bizden daha ağır sınavlarla karşı karşıya kalan bu can'larımızı görmezden gelenlerin, "hor" bir bakış açısıyla veya incitici hareketleriyle onları rahatsız edenlerin; acilen psikolojik tedavi görmesi gereken ruh hastaları olduğunu da ifade etmek durumundayım.
Yazıya ise diyecek bir şey yok.
"Neyse o" diyebileceğimiz, hayatın ta kendisi.
Delî tarafından 10/9/2015 3:29:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
FATMA IŞIK KAYA(FADİME)
FATMA IŞIK KAYA(FADİME)
Bu değerli yazınızı okurken bir daha insan olabilmek için silkindim
Siz şiirde de, düz yazıda da harika ifade ediyorsunuz duygularınızı ayrıca burası sizin için iyi bir okul olacak eminim, burada ki ilk şiirlerime bakıyorum bir de son şiirlerime arada ki muazzam farkı görebiliyorum
Sizi kutluyor daha nice paylaşımlara diyorum Fatma hanım
FATMA IŞIK KAYA(FADİME)
Adaşım olan bir başka arkadaşıma da karşıdan karşıya geçmek için yardım istediğinde: "Neden tek başına dışarı çıkıyorsun ki?" demiş bir densiz. Çevredeki diğer duyarlı insanların da yardımıyla ağzının payı verilmiş o vatandaşın.
böyle düşünen bir insanda ne vicdan vardır nede merhamet..
insanlara insan olarak bakmak incitmeden yardım etmek yardımcı olmak gerek acıyarak degilde insanca sadece insanca.. hayatı oldugu gibi kabul etmek ne güzel herkes bunu başaramıyor mutsuz oluyor kendiyle barışık olmalı önce insan bazen gülümseten hoş anılardı sunumunuz begenerek okudum saygı ve sevgilerimle...