Kamer hanım’a mektuplar (11) Kaptığı gibi ışık hızında uçuruyor
12 Temmuz 2013 00.16
K: Abi nerelerden başlasam, nasıl yazsam bilemedim. En iyisi sıra ile baştan başlayayım. Siz de yavaş yavaş okursunuz. Biliyorsunuz kısa yazmayı beceremiyorum. Size son yazdığıma cevap alamayınca ne yapayım, nasıl bir yol izleyeyim bilemedim. “Demek ki böyle olmalıymış, abimin bir bildiği vardır” dedim.
20 günden fazla geceleri hiç uyumadan, gündüzleri çok az uyuyarak geçti. O süflî, bir hayli zorladı. Anormal güçlüydü, bir anlık dalgınlığa gelmiyor. Kaptığı gibi uçuruyor. Ama ne hız abi... Sanırsın ki ışık hızında gidiyoruz. Her şey sadece bir çizgi olarak görünüyor ve korkunç bir çınlama ve uğultu kulaklarımda… Bir keresinde parmaklarımın uçlarının cadı parmağı gibi uzadığını ve aşağı doğru iğrenç bir şekilde kıvrıldığını gördüm. “La havle vela kuvvete” okuyunca bırakıyor. Ona başka hiçbir dua kâr etmiyor. Sadece bundan korkuyor. Kendi kendime “Rabbim bu olan bitenden habersiz mi? O’nun iradesi dışında mı oluyor? Tabii ki hayır, böyle bir tecelliyi uygun gördü. Bu sınav. Sabretmem ve O’na sığınmam lazım” diye düşündüm hep.
Çok şükür artık tamamen bitti. Hiç yok. Geçen hafta günlerce sürekli olarak sağ ayak tabanımın çukur kısmı seğirdi. Arada o çukur kısma sanki biri üflüyor gibi serin bir esinti oluyor. Özellikle namazda mutlaka oraya üflüyorlar. Zaten vücudum verici gibi. Sürekli ihtilaç alıyorum. Ara ara da başımın tepesi dakikalarca seğiriyor. Bir gece, gece namazında sağ ayağımın çukur kısmına bir el dokundu. Sıçradım seccadede. Namaz falan bozuldu. Abi bana öyle gelmedi, kesinlikle bir el dokundu. Ben namaza durunca gece oda çok loş oluyor. Işık yakmıyorum. Sokak direğinden gelen ışık var sadece. Selam verirken yine sağımda ve solumda meleklerimi gördüm. Gülümseyerek selam verdim çünkü bir süredir göremiyordum onları.
Net bir şekilleri yok zaten. Dalgalanan bir ışık kümesi, 60 cm. kadar yüksekliğinde, sağımda ve solumda duruyorlar. Ve çevremde nurları gördüm yine. Seccadenin üzerinde ve oralarda geziniyorlar sanki dalga dalga. Ama siyahtılar. Bir kaç kez gördüm bu siyah nurları. Sizin daha önce söylediklerinizi hatırladım ve dedim;
“Bu kadarmış kızım, bu siyah nurlar pek hayra alamet değil”.
Geçtiğimiz cumartesi İstanbul’a gittim. S.’nın evine ulaştığımda saat 11’e geliyordu. O gece sabaha kadar uyumayıp terasta sohbet ettik. Son yaşananları ve bir sürü şey konuştuk. Ben O’na bir ara “Neden cinlerle birliktesin? Kime hayır gelmiş ki sana gelsin” dedim.
O da “Ben cinlerle birlikte değilim. Allah korusun ne işim olur onlarla?” dedi. Ben O’na “Bana yanındakinin cin olduğunu sen söyledin. Eğer öyleyse, dostluğumuz bakidir ama bu konulardan seninle konuşmayalım, cinlerle ilgili bir şey bilmek istemiyorum” dedim. O da “Ben sana asla yanımdakinin cin olduğunu söylemedim. Söylemem de çünkü değil” dedi. O’na “Facebook da sen yazdın” dedim. Ve sonra anladık ki S. değil, o süflî yazmış bunu. Ve başka şeyler de yazmış. S.’nın haberi yok bu yazılanlardan.
Bu beni memnun etti. “Söyle” dedim “Yanındaki kim ya da ne? Ve bana bunu yıllardan beri tanışıyoruz, neden söylemedin?”.
Bana dediği şu: “Ben seni yirmi yıl bekledim, sen çok sabırsızsın, bekleyemiyorsun. Vıdı vıdı yedin beni”. Güldü ve anlatmaya başladı:
“İlk hatırladığım, 3 yaşlarındaydım. Beyaz bir ışık olarak yanımdaydı. O gün bugün benimle. 8-10 yaşlarındayken bir süre görmedim. Sonra yine geldi. Bana her şeyi o öğretti. Bildiğim her şeyi ondan öğrendim. Ben küçükken o da küçüktü. Benim boylarımda. Ben büyüdükçe o da büyüdü. Şu an yine benim boylarımda. O benim öğretmenim, yol gösterenim. Kime söyleyebilirdim ki, deli derler. Hatırlar mısın bilmem, 20 yıl önce senin evinde oturuyorduk. Ben sana söylemek için can atıyordum. Çünkü sen sürekli bu konuları, “Allah nedir, nasıldır, tüm bunlar niye var?” gibi soruların peşindeydin ve bu konularda cidden düşünüyordun. Sen de çay içerken birden bana döndün ve “S. ben Allah’ı bulucam. Ne zaman bilmiyorum ama O’nu bulucam” dedin. Söylemek istedim sana. İzin vermedi. “Sonra, zamanı gelince ben sana söyliycem, o zaman anlatacaksın, şimdi değil” dedi yanımdaki mübarek.
Ben 20 yıldır bekliyorum bu zamanın gelmesini. Ancak şimdi izin verildi. 2 yıldır da izin verildiği ölçüde anlatıyorum” dedi ve sordu bana: “Allah’ı buldun mu eski dostum?” diye. Ben göğsümü gösterdim. Güldü. “Anladın mı şimdi niye izin çıktı konuşmak için? Kendin bulmalıydın” dedi. Bu yanındaki hüddammış. Bana bıraktığı da hüddammış. Zamanı gelince ben de onunla konuşabilecekmişim. Şu an talebeymişim.
Bu son sözleri S.’nın yanındaki hüddam söyledi.
Ve sürekli üzerimde titreşimler vardı. “Benim sürekli titreşimlerim var. Bu nedir?” dedim.
S. “Başından ayaklarına kadar tertemiz su akıyor” dedi. “Aslında ben hissediyorum ama göremiyorum” dedim. Geldiğinden beri akıyor dedi. “Hep su mu başka bir şey akıyor mu?” dedim. “Hep su.” dedi.
Sonra bir ara sanki üzerimde böcek yürüyor gibi hissettim. Size de söylemiştim bunu daha önce abi, “Şu an ne var S. üzerimde? Bir şey geziyor ve bunu sıklıkla hissediyorum” dedim. “Sağ tarafında bir sürü karınca var, dolaşıyorlar” dedi.
Az sonra, “Şimdi de kocaman bir örümcek var yüzünde” dedi. Ve ben hissettim yüzümde bir şeylerin dolaştığını. Zaten hep geziniyorlar üzerimde. Sadece görmüyorum, hissediyorum.
“Peki bu nedir?” diye sordum. “Vücudundaki arazları temizliyorlar, endişelenme. Bu çok iyi bir şey” dedi. Ve ara ara “Su üzerinden o kadar güzel akıyor ki, keşke görebilsen” dedi bana. Ben “Başka insanlarda da böyle şeyler görüyor musun?” diye sordum.
“Evet, pek çok insanın başında bir sürü karga var ve başlarını gagalıyorlar. Bazılarında da başka yırtıcı hayvanlar görüyorum. Onların kişilik ve amelleriyle ilgili bu gördüğüm şeyler” dedi.
Biz o geceyi sabah ettik sohbetle ve ertesi gün uykusuz ve yorgun çıktık yola. Beylikdüzü’nden Çengelköy bayağı uzak ve İstanbul trafiği ve kalabalığında, sanki bir kolaylık oldu, Rabb’imden bir sürü aktarma yapmamıza rağmen kolayca vardık kabristana. Öyle sevinçli ve huzurlu gittik ki anlatamam. Hatta giderken yolda resim çekinmiştik. Profilime kapak resmi yaptım. İkimizin de huzuru yüzümüze vurmuş gibi.
Abi elimizle koymuş gibi bulduk türbeyi. Nasıl huzurlu bir yer, anlatamam.
Ben size o gün orda çektiğim videoyu göndericem şimdi.
[“Bu dosya eki silinmiş olabilir veya bunu paylaşan kişinin bunu seninle paylaşmaya yetkisi olmayabilir.”]
Biz kabrin başındayken orda bir adam vardı. Kabirlerle ilgileniyordu.”Hoşgeldiniz. Şurda ayakta durun. İsteğinizi, ricanızı iletin, şöyle yapın, böyle yapın” gibi şeyler söyledi. Teşekkür ettim. Ama pek ciddiye almadım. “Türbelere bir şeyler istemeye giden insanlardan sandı her halde bizi” diye düşündüm.
Ben duamı ettim. Ve içimden “Sen beni çağırdın, çok şükür ben de geldim. Bu davetin sebebini bilmiyorum. Burda saygıyla bekliyorum. Ev sahibi sensin. Sen bilirsin bundan sonrasını.” dedim ve sessizce oturdum kabrin yanında.
S.’nın gözleri doldu. “Bak K. görüyorum Kur’an okuyor tam kabrinin üzerinde ve şimdi türbenin tavanına kadar yükseldi. Pek uzun boylu değil, hatta kısa bile sayılır. Ne kadar da nurlu yüzü var.” dedi.
“Maalesef” dedim. “Ben hiç bir şey göremiyorum”.
Bir süre sonra kabirlerle ilgilenen o adam gene yanımıza geldi ve “Nereden geliyorsunuz?” diye sordu. Cevap verdik. Adam bize kraker verdi bir paket. Hâlâ yemedim, sehpamın üzerinde duruyor. Ve anlatmaya başladı. Zeynel Abidin’in hayatını anlatıyor. Muaviye’yi, Kerbela’yı… Ben sordum: “Ben internette okudum. Kabri Medine’deymiş. Anlayamıyorum. Nasıl oluyor şimdi bu türbe burda? Sembolik mi?” dedim. Adam güldü ve anlatmaya devam etti.
HAB: Selam;
Yazdıkların beni çok sevindirdi. Huzurunun yerine gelmesi ne güzel... Allah daim etsin. Henüz anlayamadığım bir takım yanlar olmasını doğal karşılıyorum. Bizim yolumuz bu tür gerçeklikleri görmemizi engelliyor. Sen anlatmaya devam et lütfen...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.