Biz Fakirdik Ama
Hani biz fakirdik ama, Memleket de fakirdi. Öyle her çocuğa bir oda hem de alasından. Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Önlerinde beş kap yemek, masa da bir kuşun sütü eksik. Nerede ! yoktu ki gani gani yensin paylaşılsın. Altı çocuğu olan büyük anne büyük baba dahil on kişilik bir ailede ekmek yetişmez sofradan aç kalkılırdı. O günler yer yatağında yatılır yer sofrasında yenirdi yemekler. Gündüzleri duvara gömülü dolap yüklük, içi boşalınca geceleri hamam ederdi büyükler. Hep bir arada yer sırt sırta ya da başlı kıçlı yatardık biz bebeler.
Bu günün çocukları nasihat istemedikleri gibi o günlerin yokluk anılarını da duymak istemiyor yaşandığına gerçek olduğuna inanmıyorlar. Babalarımız ya savaş malulü gazilerin ya da şehitlerin çocuğuydular. Dedelerimizin bizlerden çok daha zor şartlarda yaşadıklarını biliyoruz. Savaş, kıtlık illet yüzünden genç neslin yok denecek kadar azaldığını, bu sebeple nüfus artsın diye devletin vatandaşını teşvik ederek bazı vergilerden muaf tuttuğunu ve çocuk başına pirim verdiğini biliyoruz. Onun içindir çok çocuklu aileden gelmiş oluşumuz ve de fakirliğimiz.
Mahalle bakkalımız Ahmet, mal almaya şehre gittiğinde, babası Ali dede geçerdi kasanın başına. seksen seksen beş yaşlarında kilolu geniş alınlı, iri gözlü sakallı bir adamdı. Aslında pek ermez aklı alış verişe. Bakkal Ahmet bizi tembihlerdi yardımcı olun çocuklar diye, biz de yardım ederdik Ali dedeye. Ali dede bize aman çocuklar gözünüzün önüne bakın okuyun adam olun der, galiba nasihat yerine geçsin diye arada bir askerlik anılarını da anlatırdı. Unutamadığım bir anısı var ki, yeri geldiğinde defalarca anlatmışımdır.
Ali dede doksan üç harbine nefer olarak katıldığını, o yılların kıtlık yılları olduğunu söylüyordu. Günde bir adet, tayin hakkımız vardı o da yumruk büyüklüğünde. Onunla bir gün idare etmek zorundaydık, bu bir emirdi emre itaatsizlik eden cezalandırılırdı. Genç güçlü kuvvetliydik. Bir tayin ekmek dişimizin kovuğuna yetmez, on tayin ekmek verseler doyamazdık, ama çaremiz de yoktu ki.
Bir gün çarık yapmamız için her birimize sığır derisinden kösele dağıtıldı. Kollarını kaldırıp kucaklayacakmış gibi işte böyle bir kucak büyüklüğü kadardı dedi. Akşamdan sığır gönü derimizi suda ıslattık, sabah kalktığımızda yumuşamış olsun ki, kesip biçip dikip çarık yapalım diye. İri yapılı olduğumdan verilen tayin doyurmuyordu, açtım bir türlü de uyuyamıyordum. Şeytan dürttü kalk ıslattığın çarıklık deriyi ye diye. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu aklım kösele deydi, İlla ki yiyecektim kafaya koymuştum bir kere. Ses çıkartmadan, ot yatağın altından kasatura mı, suyun içinden de kösele mi çıkardım. Battaniyenin altında bir güzel,kasaturayla parçalayıp afiyetle yedim.
Biz çocukların, gözlerimizin içine teker teker bakarak iyi de çocuklar doymadım ki dedi. Şeytan aklıma üst ranzada yatan Maraş’lı Bektaş’ın derisini de ye diyordu. Sağıma döndüm ve lahavle dedim unutmaya çalıştım unutamadım, sağıma soluma döndüm bir türlü aklımdan çıkartamadım. Bir cesaretle yerimden kalkıp Bektaş’ın köselesini de yedim. Ertesi sabah arkadaşlar yumuşayan köselelerinden çarıklarını yapmaya başladılar. Takım çavuşu ben ve bektaş’ın kıvrandığını görünce yanımıza geldi, nere de sizin köseleleriniz diye sordu. Hazır ol’ a geçip selam durduk ve künyemizi okuduktan sonra inkar ederek çalmışlar kumandanım dedim. Zavallı Bektaş boynunu bükerek çalmışlar kumandanım dedi. Kumandan bölük çavuşuna dönerek tüm bölüğü falakaya yatırır askerliğinizi yakarım, size bir saat mühlet bulup getir karşıma o hırsız iti dedi ve gitti. Açlık susuzluk yetmiyormuş gibi bir de falakaya yatırılmak ha. Bir yanım söyle, bir yanım inkara devam diyordu. O verilen mühlet doldu zaten kimse üzerine alınmamıştı. Önce beni falakaya yatırdı iki nefer çıplak ayaklarımı bileklerimden tuttular, Çavuş yirmi değnek bir ayağıma yirmi değnek ötekine vurdu. Bayılmıştım ayıldığımda çavuş henüz bektaş’ı falakaya yatırmamıştı, tokatlayarak sorguluyor, Bektaş da ağlayarak kimin çaldığını bilmediğini söylüyordu. Ölümü göze almıştım zaten yarı ölüydüm. Bektaşın ağıt figanına dayanamayıp, dur vurma çavuşum diye çığlık attım. Köseleleri ben yedim, açtım dayanamadım dedim. Allah’ dan falakaya yatırmadı ertesi gün Bektaş’ın yerine yediğim falakadan dolayı ayak tabanlarım davul gibi şişti bir hafta yere basamadım. ayrıca hırsızlık yaptığım için bir hafta hücre hapsi verdi. Ya işte böyle çocuklar,o yıllarda biz de gençtik, sırtımız açık karnımız açtı.
Neden bunları bilmek istemez şimdiki gençler. Neden bu gün ki imkanları beğenmezler. Biz yeniye hasretken neden yeni olan pantolonlarının her tarafını yırtar, yırtık pırtık gezerler anlamış değilim. Biz utanırdık yırtık giymekten, temiz ve yamalıydı giydiklerimiz. Çayda yunakta, kazan da ısıtılan sodalı suyla tokaçlanarak yunurdu çamaşırlarımız. Sırtımız yeni elbise, ayakkabı görmedi ki hiç. Şimdilerde eskilere ikinci el diyorlar o yıllarda her şey müstamel di.
On beşli, on altılı yaşlarımız çok afacan olduğumuz yıllardı. Dağ taş demez gezer koşuştururduk, ayakkabılarımız erirdi sanki ayaklarımızın altında. Pantolonlarımız dizlerden, ceketlerimiz kol dirseklerinden yamalıydı. Ayakkabılarımızın altı dağa taşa dayansın altı eriyip delinmesin diye kamyon lastiğinden sıyırma get lastikle pençeler le çivilenip kaplanırdı. Bu sefer de ayakkabılarımızın altını değil üstünü eskitirdi ayaklarımız.
060315 mcicek