- 570 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yitirilen Yol
Yolda yürürken karşıdan tek tük gelen araba farlarının aydınlattığı yola bakıyorum. Bakışlarımı zifiri karanlığa gömülmüş muhite çevirmeye hiç niyetim yok. Etrafta birkaç ev, boş arsa, tarlalar, belediyeye ait bir su işletme idaresi (atık suların pis kokusu midemi kaldırıyor) eski dönemlerden kalma taş sütunlar silik bir şekilde seçilebiliyor. Her neyse işte. Zaten buradaki yollardan defalarca geçtim. Bu yüzden ışığa ihtiyacım yok. Önümü görsem yeter. Her şey ezberimde. Nasıl ki atacağım bir sonraki adımı hesaplamak zorunda değilsem bu da öyle. Bir yolunu bulup eve döneceğim nasıl olsa. Biraz daha yürüyebilirim. Bir sigara yakıyorum. Denizin tuzlu esintisi yüzüme vuruyor. Dalgaların köpüklü okşayışı kulaklarımda. Hava gitgide soğuyor. İhtiyar bir adam yürüyor kaldırımda. Hemen önümde, ağır adımlarla. Bende ona ayak uyduruyorum, yavaşlıyorum. Hemen gerimde ise bir köpek, bitli köpek, o da beni takip ediyor. Uyumlu bir üçlü olduk. Önümdeki ihtiyarla aramdaki birkaç adım mesafeden başka bir dünya şey var. Öyle olduğuna inandığım sürece ben ondan farklıyım. Sakallarına karışmış karmakarışık saçları, eprimiş, yamalı pantolonu, çamurlu çizmeleri, yer yer lekeyle kaplı kabanı zayıf bedenini örtmeye yetmiyor. O bilmem nerede, bilmem kime gidiyor. Bende bilmediğim bir hedefe doğru yol almaktayım. Arkamdaki köpek kurtuluşu muhtemelen ikimizden birinde görüyor. Çok kısa bir anlığına da olsa her birimiz benzer bir yaşantıyı paylaşıyoruz. Aslında kim olduğumuz ve nasıl hayatta kaldığımız hiç önemli değil. Biz tek bir biçimin farklı görünüşleriyiz. Yol ileride üçe ayrılıyor ve bir bütün olmaktan çıkıp dağılıyoruz. Ahşap, müstakil bir ev görüyorum boş arazide. Sundurmasına tünemiş kargalar çıt ses çıkarmadan oluk oluk zamanı içmekteler. Evin görünen tek penceresinde, şamdanın sarı ışığı içeride cılız bir insan silueti düşürüyor tül perdeye. Ev içine güçlü bir rüzgar çekiyor sonrada gölgeler üflüyor. Gölgeler uzuyor, genişliyor, çizgileşiyor. Arada sırada siliniyor ki bu yok oluş evdeki tek canlılık belirtisi. Fırtına öncesi dinginliği çöküyor evin avlusuna. Rüzgar kara bulutları sürüklüyor çatısına. Yağmur bastırıyor; yere kararlı bir açıyla yağmaya, evin duvarlarını dövmeye başlıyor. Kış uzaklardan uğruyor yorgun, açgözlü, arsız çalıyor kapıyı. İçerideki gölgeler iyice kovuğuna çekiliyor titrek. Ev pencereden ağzını kapatıp ketumlaşıyor. Evdeki çölden aldığı bir şey olmadığı gibi verecek bir şeyi olmadığını, kendisini rahat bırakmalarını haykırıyor hiddetle. O sırada kargalar ürküyor, daha az uğursuz bir mesken aramaya koyuluyorlar. Yağmur şimdi köpürüp daha bir dik yağıyor. Bulutlar yıldırımdan oklarını saplıyor çatıya. Rüzgar yana yatırıp kağıt gibi büküyor direkleri. Sular, seller gibi taşıyor, kaldırıyor, çalkalıyor evi. İçerideki canından beziyor! Anladı, kendisine rahat yok. Dışarıdakilere açılacak son kapısı da, çıkacağı son yolu da kapanıyor böylece evin. Yürümeye devam ediyorum. Evi de, köpeği de yaşlı adamı da çok geride bırakıyorum. Ne tuhaf artık araba falan görmüyorum! Yoldan çıkmış olmalıyım çünkü bastığım zemin artık asfalt değil. Toprak burada oldukça yumuşak, çamurumsu. Ayakkabılarım daha derine gömüldüğü için yürümekte zorlanıyorum. Bir tarlaya girmiş olmalıyım. Hiçbir şey ekilmemiş boş bir tarla. Uzaklardan, sisin içinden süzülüyormuş gibi cılız birkaç ışık görüyorum. Etrafta hiçbir yapı yok. Elektrik direkleri de yok. Hangi ara bu kadar uzaklaştım? Ters istikamette yol alırsam bu beni başladığım yere döndürebilir. Bazen karanlığın perdesini delip geçen karışık sesler duyuyorum. Derinlerden gelen bastırılmış, acı bir feryada yer yer sarhoşların çıkardığı bağrışmalar yer yerde gırtlaktan atılan kahkahalar eşlik ediyor. Seslerin ne taraftan geldiğini tam olarak kestiremesem de yönümü onlara çeviriyorum. Birkaç adım ötede bir şey parlıyor yerde, yavaşlıyorum ve yanına geldiğimde eğilip alıyorum. Bir mendil bu! İnce, oya işlemeleri olan pembe satenden bir kadın mendili. Üzerine isminin baş harfleri işlenmiş olmalı. Sevgiliye duyulan özlem, kavuşma ümidi ve biraz da gözyaşı sinmiş sanki mendile. Ondan bir an önce kurtulmak istesem de ceketimin iç cebine sokuyorum. Yürümekten epey yoruldum. Hava bu kadar soğuk olmasa şurada bir yerde sızar ve güneşin doğmasını beklerdim. Bekler miydim ki? Bundan da emin değilim. Hiçbir şey yapmadan beklemek bana göre değil. En iyisi yorgunluğu, karanlığı ve belirsizliği önemsemeden yürümeye devam etmek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.