SENİ YAZMAK
Düşümün en can alıcı yerinde hayata uyanmak gibi bir şeydi seni bulmak. Kanadından vurulmuş uçurtmaların peşine düşmüş düşlerin kül renginde bir arayıştı kelimelerinden seni yaşamak ve ben bir yaz mevsimindeyken çırılçıplak karın ortasında bırakılan bir beden gibi üşüdüm gözlerine düştüğümde… Ben kelimelerine düşkündüm, sen bana hayalden öte bir düştün, bir şarkının en uzak notasının nağmesinde. Ve düşkün bir düşperestin ayaz bir vakitte düşlerden düştüğü andı o an. Adın düştü dilime bir sual ile, sen baktın gözlerime, ben düştüm işte. Sen köylü kızların en asisi, ben delikanlı çağlarımın en delisi, bizi biz yapan yazgımız değildi, yazımızdı. Ben kelimelerine müptelaydım her an ve bihaber yaşarken sen, mumlar sönerken yazılan yazıların üstüne karanlığa gömülen hayallerin ortasında, avuçlarında biterdi zaman.
Bazen en derin acılarıma merhem niyetine sürerdim o cılız kelimelerini ve zamansız sorgulardım dünyaya senden önce gelişimi. Acaba biz önceki yaşantımızda da yazar mıydık böylesine, kelama tutkun birer derviş edasıyla gezer miydik yoksa?
Kelimelerinin bir tarafında tutup kendimce, eksik bir yanımdın sen beni tamlayan ve ben iple çekiyordum aşka isyan cümlelerinin itaatkâr kızının kaleminden çıkacak kara yazıyı. Bazen yokluğun düşerdi sarı sayfalara, göremezdim seni, tedirgin olurdum hastalanmandan, soramazdım kimselere ve sen ben buradayım dercesine mürekkep denen kuşun kanadına takıp sevi cümlelerini haber salarcasına belli ederdin kendini. Sevinirdim, öyle ki şiir yazmak istercesine aşka âşık bir ruhla gezerdim. Bilirdim, biz vuslatın güneşini göremeyecektik bu gözlerle… Bende ellerimin altında saklardım cümlelerini, güneşi görmesem de yıldızların kuyruğundan tutabilirdim kendimce.
Sessizce… Sessizce yaşadım fırtınalarımı içimde ve aşkının dalgaları çarptıkça yüzüme, içimden bir ses yükselirdi semaya, kalemimin eksik kalan yanı, hikayemin yarım kalan canı, bu memlekette yazmak sevdasının zorluğunu anlayabiliyorum aslında. Seni anlasa anlasa bir ben anlardım, edebiyattan yoksun seni, Kaf dağına taşıyan kaleminle… Bazen sessiz çığlıklarımı yolladım rüzgarla bir sana “ Kelimelerinle ağlıyorum bende. Vazgeçme yaz.”
Ben Notre Dame’ın kamburu gibi koca göbekli bir adamdım, saçları ak ve beyaz düşen her telinin tesellisinde Efendimiz(s.a.v)’in saçlarıyla aynı renk olmasının huzuru ile sustum kelimelerimle. Sende sevmezdin bu fakir yüreğimi. Sen yeni yetme aşkların vazgeçilmez dizilerde yaşandığı bir çağda ruhunu kalemle ve yazmakla kurtarmış bir sefili sevemeyecek kadar asildin, yüceydin ve bir kadında sevmediğim kadar asi.
Kim kimden kimi sakınıyordu bilemem ama haftalarca gözledim yolunu, kelimelerce özledim belki, saygı duydum o yüce aşkına. Düşlerinin en nadide prensi çok şanslı bir adamdı. Ben seviniyordum kendi kendime aynı göğün altında nefes aldığım bir ben hayallerini ertelememişti, yazmak sevdası tek aşk değildi en azından. Haykırdım aşkın yarlarından çıkıp yükseklere “Hey, git aşkının peşinde, onu yakala ve vazgeçme ondan.”
Sordum herkesten seni ve ne zaman ben suallere boğulsam el uzatan olmadı bana. Sustum. Bir gün yüreğim gösterdi seni bana ve ben o zaman bilmiyordum daha bir çocuk gibi dudağından yalnızlık emdiğini. Bir ses yankılanıp yüreğimin gök kubbesinden “İşte bu” dedi. İşte o an kelimelerce üşüdüm ben. Buz kesti dilimde suallerim ve hırçın bir kalemin esiriydim zamanın kağıdında; asi, bir ben bilirimci, dediğim dedikçi, özgür
ruhunun yalnızlık tetikçisi, aşka âşık o kızın karşısındaydım işte düşlerimin gerçek yanında.
Sen kalemin gibi büyüktün işte. Kelimelerince yüceydin, erkeksi tavrınla hayata asi, okeye dördüncü olabilirdin ama bir anne olarak hayal bile edemedim seni, tavrınla bu güçtü ve bir o kadarda lükstü.
Ve şimdi büyük bir yazarsın kalemimin aydınlık yönü. Kendini bilen ve sadece kendini anlatan, milyonlara bir yazıyla ulaşırken, davamda beni yalnız bırakan. Sen en büyüksün işte rüzgarın kızı. Ben ne zaman seni görsem aklıma gelir küçüklüğüm.
Aylar oldu gittin ve her gidiş bir vazgeçişti bu âlemde ve ben mücadeleyi kalarak seçmiştim bu kendini bilmez şehirde. Sen bir erkeğin bile cesaret edemediği bir yürekle, alıp başını çekip gittin. Kal desek sana, istesen de söz dinlemezdin.
Vakitlerden gece, günlerden ne bilmiyorum, çektim kınından en acımasız kelimeyi, aldım yazılarımdan bir
siluete büründürdüğüm hayalini, taşa çalar gibi en keskin yanından süre süre seni içimde öldürdüm. Kocaman bir sen insan oldun bu alemde, sayfalar dolusu kitapların varken ardı sıra ve büyük ve güzel bir yazar oldun yokluğumda ve ben artık sen öldükten sonra bir sayfa bile senden okumadım. Okumuyorum. Bu sınav dünyasından hiçinim, hiçleştim, hiçim. Duyuyor musun?
BAKİ EVKARALI
/bakican
www.bakican.com
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.