- 1335 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Almanya'dan Gelen Bisiklet
Her yıl, yaz aylarında memleketi ziyaret etmeye gelen Almancılardan biri benim dayımdı. Bir hayli cakamız olurdu, arkadaşlar arasında. "Almanya’dan dayım gelecek" diye kostak kostak gezerdik köy meydanında. Üstüne bavullar yerleştirilmiş, son model arabaları olurdu genelde. Daha çok o bavulları beklediğimi itiraf edeyim, içinde çikolata, jelibon, sakız gibi yiyecekler olurdu. Şimdilerde boş gelen gurbetçiler, o yıllarda noel baba gibi eli kolu dolu gelir, herkese hediye getirirlerdi. Bir çocuk için, masal dünyasına gidip gelmek gibi gizemli bir duyguydu. Gözlerimizi bavullara diker, içinden ne çıkacağını merak ederdik.
Yaz aylarında köyde olurduk, annem her fırsatta bizi anneannemin evine getirir, aylarca kalırdık. Bir sekiden aşşağıya inilen, tam karşıda toprak tandır bulunan köy evinin kokusu, gizemi başka bir şeydi. Oturma odasına sekiden bir iki basamak inilir, tandırın ve ekmek sekisinin olduğu mutfağı andıran odadan geçilirdi. karanlıktı bu oda, kapıyı açtığında karanlıktan ışığa çıkmak gibi bir zaman gözünü alırdı gün. Koskoca bir kilimle kaplıydı oda, Cam kenarında tahtadan sedir vardı. Aklımda kalan, en çok camın önündeki benim oturacağım genişlikte bir çıkıntının olmasıydı. Bazen küçük dayım çayını bu çıkıntı da içerdi. Köy hepimizin eviydi, teyzem, dayım, kuzenler. Anneannemin tam sekiz çocuğu olduğunu düşünürsek, köy evi hiç boş kalmazdı diyebiliriz. Bir oğluyla kızı Almanya, Bir kızı da Danimarka yaşıyordu. Küçük dayım Anneannemin yanında kalır, dayımın biri yan evde oturur, diğerleri ise Ankara da yaşardı. Köye kendi evimiz gibi girer çıkar, istediğimiz kadar kalırdık. Kardeşlerimle ben daha çok kalırdık, babasız olduğumuz için, bizi ayrı bir yere kolay kimseye ezdirmezdi. Anneannem misafir yerine koymazdı kimseyi, avludan adım atan , o evin işi gücünü yapardı. Babamız öldükten sonra anneannem bize sahip çıkmıştı. Yıllarca baktı bize, Sonraları bizim evimiz oldu orası.
Dayımların geleceğini duyunca koşarak köy meydanına gidip arkadaşlarıma haber verdim"
-dayımlar geliyo, dayımlar geliyo"
Ahmet kıskançlığından;
-ne hava atıyon? benimde teyzem gelecek.
-ne zaman lan, yalan konuşma, senin teyzen İzmir de değil miydi?
-yooo
Yalan söylediğini bilirdik, zaten köyün en yalancı çocuğu oydu, sürekli garip hikayeler anlatır dururdu, biz de inanmış gibi yaparak onunla alay ederdik.
"Öğlene kalmaz gelirler" dedi annem, bir heyecan kaplamıştı içimi. Oradan oraya koştuktan sonra dolabı andıran cama oturup köy çeşmesinin olduğu yöne diktim gözümü. Ev kalabalıktı, Ankara’dan teyzemler de gelmişti. Bir süre bekledikten sonra nihayet dayımların olduğu araba göründü köy yolunda. Çığlık çığlığa dışarıya çıkıp beklemeye koyulduk. Araba yaklaştıkça uzaktan inanamadığım bisikleti görüp, bana getirmiş olabilecekleri ihtimali düşünerek, sevincimden adeta havalara uçtum. Evin önüne kadar geldi ve durdu araba. İlk dayım indi, sonra yengem ve iki kuzenim. Bu anı bilirdim, anneanneme sarılırlar, hep birlikte yas tutarlardı. Hem öyle böyle bir yas değil, çığlık çığlığa havada uçan martılar gibi gürültülü, ölüm gibi acılı. Neden bu kadar ağlarlardı, memleket hasreti mi onları böylesi duygusal kılan, yoksa kavuşmanın heyecanı mı? Biz çocuklar bir kenarda hemen konuşmaya dalar, hatta oyuna başlardık. O gün anneannem erkenden kalkıp, tandırı ateşe vermiş, sıcacık börekler yapmıştı. Onlar yemek telaşına düşmüş ben ise bisikleti bana ne zaman vereceklerini düşünmeye koyulmuştum. Evden uzaklaşmak istemiyordum, hele bir versindi bisikleti, kuzenlerimi de alıp köy meydanına giderdik. Ama nedense bir türlü inmiyordu arabadan bisiklet.
Almanya’dan gelen çocuklar belli ederdi kendini, pırıl pırıl saçları, farklı yeni giysileriyle hemen fark edilirdi. Kendi saçıma bakar, neden bu kadar mat olduğunu düşünürdüm, üstelik hepsi birbirine yapışmış, hatta kalıplaşmış. Ne öyle, kösele ayakkabı giyenimiz vardı, nede yeni giysisi olan. Bayramdan bayrama bir kaç yeni giysimiz olur, onu da bayramdan önce giyemezdik, dalga konusu olurdu çocuklar arasında" bayram b..konu giymiş" derlerdi.
Dayım hep mesafeli dururdu bize karşı, arada küçük oğlunu kucağına alır sever, bizi kucağına almazdı. Aslında Dayımın iki oğlu daha çok prens muamelesi görür, ben, abim ve kız kardeşim dışlanırdık büyükler arasında, anneannem hariç. Babasının kucağında şımaran kuzenimi için için kıskanırdım babası olduğu için, ama sonra unuturdum, nede olsa biz arkadaştık. Bizim aramızda bir ayrım olmuyordu, nede olsa çocuktuk, mahallede en iyi gol atan kazanırdı, yada ne kadar misket kazandığın önemliydi.
Kuzenleri de alıp köy meydanına oyuna gittik, köyde tanınırdı hepsi, ismiyle çağırırlar kaldığı yerden devam ederlerdi köy hayatına. O tepe senin, o kuytu benim, bağ bahçe kıçı kırık it gibi gezerdik bütün gün.
O akşam eve geldiğimiz de bisikleti avluda gördüm. İçeri dayımların yanına girip bir süre yer minderine oturup bekledim, yengem "gel bakalım "dedi ve bana çikolata verdi. Ama ben bisikleti bekliyordum niye yalan söyleyim, saatlerce beklediğim halde bir ses çıkmadı kimseden, ne dayım bir şey söyledi ne yengem. Kuzenlere sormaya da utandım.
Akşam eve geldiğimiz de beklediğim olmuştu. Sekiye koymuşlardı bisikleti, yavaşça geldim yanına incelemeye başladım. Biner gibi yapıyor, direksiyonu sağa sola çeviriyordum. Neden vermiyorlardı ? benden başka çocuk yoktu ki, kesin bana getirmişlerdi. Bu bisikletle yokuş aşşa öyle bir sürecektim ki, kimse beni yakalayamazdı. Arada arkadaşlarımın binmesine de izin verirdim ama benim istediğimi yaparlarsa. Ahmet’i bindirmemeye karar verdim, hem o bana hava atıyorsun dememiş miydi? gece içeri alırdım , köyün bebeleri çalardı kesin.
O an yengem girdi sekiye ve beni bisikletin üzerinde gördü. Ne kadar sevindiği mi anlamış olmalı diye düşündüm, sürebildiğimi görsün diye pedallara uzattım ayaklarımı. Tam o sırada öyle bir bağırdı ki" çabuk in o bisikletten, senin değil o" dedi. yavaşça indim, dışarı kaçtım. Hem utanmıştım, hem de kırılmıştım. Bir tepeye oturup ağladım bir süre, bana değilse o halde kime?
Yaklaşık bir ay kaldı dayımlar köyde. Bisiklet ortadan kaybolmuş, bense unutmuştum. Göz görmeyince gönül unutur misali, sokak sokak gezdik dayı çocuklarıyla. Annemler akşamları bir damın altına toplanıp gülüştüler, sohbet edip hasret giderdiler. baklavalar börekler açıldı, mantılar yapıldı, bağ bağçe derken, nihayet dönüş gelip çattı yine gurbetçilere. Veda anları daha fazla ağıt yakarlardı, bazen yengem bayılıdı üzüntüden. Dayım annesine sarılır bırakmazdı bir türlü, anneannem başlardı ağlayan gözlerle, ağıt dediği türküye.
binbir çileyle büyüttüm seni kuzum
yemedim yedirdim bugüne getirdim
gittin gurbete, beni unuttun
kırıldı kanadım, kör oldu gözüm
Sürgüne gider gibi dönerlerdi gurbete. Hiç anlayamazdım, biz gitmek isterken, onlar dönmek istiyordu.
Aradan bir iki hafta geçmemişti ki, bisikleti gördüm köy meydanında. Bisikleti Bâki’ye vermişlerdi. Üstelik yengemin uzak bir akrabasıydı. O an hayatımın en büyük hâyal kırıklığını yaşadım. Dayım neden bana vermek için ikna etmemişti yengemi? Yada bir tane de bana getirseydi. O tarafa bakmıyormuş gibi yapıp eve doğru yöneldim, gözlerimden yaşlar boşalıyor, bir türlü ağlamama engel olamıyordum. Kıskanmıştım, ama en çok kırılmıştım, kızmıştım, kin nefret birikmişti içimde. Hayatım boyunca unutmadım o an’ı, dayıma içten içe öfke duymuş, hatta hiç sevmedim yengemi.
Yıllarca bunun mahkemesini yaptım. duygularımla, mantığım arasında. Neden babasız bir çocuğa bisiklet getirmeleri gerekirken, babasının bisiklet alacak durumu olan bir çocuğa getirmişlerdi?
YORUMLAR
Evet, bazı soruların cevapları yoktur... Fakat ne gariptir ki, o bilinmeyen cevaplarla öğrenmiş oluyoruz hayatı... Öznelliğin özel tarafını meydana getiren o somutluklarla, yaşanmışlıklarla var oluşumuzun bilincinde olabiliyoruz yani... Ve böyle anlatıldığında da, yine ne gariptir ki, kendimiz yaşamış gibi anlayabiliyoruz olanları...
Tebrikler...