- 675 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MÜDÜRE HANIMIN EKSİĞİ NEYDİ?
Duvarda bakanla beraber yürürken, çekilmiş bir resmi var. Hemen diğer yanında mili eğitim müdürü, bir diğer resimde o konuşuyor herkesin bakışları üzerinde, bakanın ilgisini çekebilmiş. Müdüre hanım doğal ve şık duruyor, sorunları çözer durumda görünüyor, etrafına güven veriyor. Milli eğitim müdürü de müdüründen gururlanıyor bakışları ile objektiflenmiş. Müdür odasında güç ve resmiyet ağırlığı görülmüyor, abartısız ve sanatsal bir bütünlük içinde bir çalışma odası mevcut.
Müdüre hanımı resimlerin dışında da gözlüyoruz. Karşısındaki ile hemen iletişime geçiyor, kendisine ulaşılmasına engel koymuyor, üstünlüğünü enerjisi ve samimiyeti ile sağlıyor. Herkes ona kolay ulaşabiliyor. Kişisel yeteneklerine, olgunluğa ulaşmış yaşı, aile sorumluluğunu yoluna koymuş olması eklenince, onu daha da rahatlatarak tamamıyla göreve odaklatmış. Rehber öğretmen tahminiyle onu öğrencilik yıllarında hiperaktiviteye örnek gösteriyor. Müdüre hanımın hoşgörüsü yerinde öğleydim diyor; ancak anlamsız davranışlarının olmadığını ekliyor. Okulda bir inceleme için bulunuyoruz. Bize ayrılan odaya giderken kendisi de insan hakları dersine 8.sınıflara gideceğini söylüyor. İyi dersler diliyoruz…
Bizim okuldaki incelememiz de ders işlenişiyle ilgili; ne zaman eğitim öğretim, öğrenci, sınıf, ders sorunları konuşulur da, işin içinden çıkılmayacak hal alırsa kademeli olarak suçlamalar başlar; yöneticiler öğretmenleri öğretmenler öğrencileri sonuçta hep birlikte bir daha öğrenciler suçlanır. “Yok, yok giderek işler kötüye gidiyor. Şimdiki çocuklar bir başka hele bu internet ve televizyon”. Bir başka öğrenciye, bir başka öğretmenlik yapmayı, hiç konuşmayız. Koro halinde bizim zamanımız der işin içinden çıkarız. Ah! Bu zamanlar neden dondurulamıyor, sorun aslında zamanı donduramazlıktan geliyor. Zaman bir dondurulsa hiçbir sorun olmayacaktı, çekişmede, ezberimize aynen devam edecektik.
Her yönüyle gelişip değişerek bir akarsu gibi akan hayatı bizim görmemizi engelliyen nedir: Rahatlığımız mı? Yoksa karmaşıklığı bir sisteme dönüştürememe üşengeçliğimiz mi? Büyüttüğümüz tabuları kırmama adına onlara fazlaca tapınarak yeteneklerimizi bir türlü harekete geçirmememiz mi? İş çözüme gelince adeta tutuluyor, adım atamıyoruz. Her kuşak kendi zamanıyla sevişiyor, rahatlıyor kendini savunuyor. Onun için bir tekniği geliştirme, bir ekol oluşturma yolunda fakirliğimiz hep devam ediyor, bu coğrafyada…
Bir taraftan da iyi örnekler görmeye çalışıyorsun resimlerden, odanın düzeninden, alışa gelmişin dışında bir şeyler. Akan hayatın bir akarsu gibi takip edilişini görmeye çalışıyorsun müdüre hanımın üzerinden. Bu umutlar da o dersten çıkana kadar sürüyor. Anlaşılan 8. sınıftaki insan hakları dersi öfle, püfle geçmiş; yakınmalar başlıyor. “İnsan hakları nedir diyorum, ses yok. Konuya çalışılmamış, projeler üzerinde çalışmaları duymak istiyorum bi haberler. Ama nasihat ettim ne yapacaklar kafalarını önlerine astı dinlediler, demek ki biz sizlere hiç eğitim verememişiz görevimizi yapamamışız dedim; akılları hep dershanede.” Öğretmenliğin bize özgü kalıp sözleri bir bir dökülüyor müdüre hanımın ağzından.
Okuldan ayrılırken eksiğimiz nedir müdüre hanımın eksiği neydeki dersi sevgiyle öğrenme aşkıyla muhabbete döndüremedi. Yıllardır değişmeden söylenen artık bıkkınlığa varan ne estetiği ne klasiği kalmış bu yakınmaları, duvardaki resimlerinden, performansından umutlandığımız eğitimciden neden duyuyoruz. Yoksa biz ne olursak olalım, kendimizi çocukları eğip bükmek için mi ayarlamışız. Öğrencilerle karşılıklı cephelerde miyiz? Karşımızdakilere memnuniyet sağlama hizmet sunma yerine, egemenlik kurma hevesiyle mi giriyoruz derslere. E! işi sıkı tutacaksın diyerek, yöneten yönetilen konumuyla adeta devletleşiyor muyuz bu çocukların karşısında? Sosyal, kültürel, ekonomide belli bir düzeye ulaşmış eğitimcilerimiz bile bu girdaptan neden çıkamıyor? Neden derse başlarken sorgu hâkimi rolüne giriyoruz?
Bir sınıfta “yontma taş teknolojimi değil mi ?” diye sorulduğunda ateşten tekerlekten bilgisayara cep telefonuna kadar bir akışın karelerini zincir halkaları gibi bağlayarak tartışmayla tarihi çizgiyi öğrenciler kendi kendine bulmuştu. Ders insan hakları ise, tahtaya insan ve insani diye iki sözcük yazılıp öğretmen geriye çekilse çocuklar kim bilir ne kadar konuşacaklardı. Veya öğretmen ciddi ciddi oldukça otoriter role girerek; “Açıklamak zorunda olmadığım bir suçunuzdan dolayı, bugün sizleri iki teneffüse çıkarmayı yasakladım”. Diye karar açıklasa öğrenciler bakalım hakları ile ilgili neler söyleyecekti. İnsan hakları ile ilgili iki aykırı resim veya karikatür göstererek özgürce konuştursa sınıf ne kadar coşacaktı.
Yol boyunca düşündüm, düşünme özgürlüğümüz, yaratıcılığımız nerelerden kimlerden ne kültürlerden ne tabulardan ne zamanlardan ne korkulardan kırıla kırıla budanarak tekleşmiş yalın bir meyvesiz ağaç gibi olmuş. Ağaç ne kadar güzel olsa da yalın meyvesiz ağaç. Düşünüp üretip zenginleşmedikçe hoşnutsuzluğumuz, iletişimsizliğimiz, yakınmalarımız, yaşanmamışlığımız hep bizimle beraber olacak.
Ahmet ÖZTÜRK 02.01.2008
YORUMLAR
ne kadar önemli bir konuyu işlemişsiniz örneklendirerek..
evet tüm sorunların temeli iletişim...iletişim güzel olmadığı zaman toplumun duyusal sağlığı bozulur ki bu da fiziki sağlığı olumsuz etkiler ...bu herkesim için geçerli ..
hele eğitim yapılan ortamlarda ayrı bir önem arzeder..başta yöneticiler olmak üzre öğretmenlerin velilerin öğrencilerin birbirleriyle iletişimi çok önemli.. eğitim öğretimin ta kendisidir...onun için tüm dersler ve en başta kendi dilimizi doğru ve bilinçli kullanmanın önemi daha da artar...herkes karşısındakinin yerine kendini koyup hissedip anlamaya çalışır yani empati kurarsa samimi sevgi dolu pozitif yaklaşımlar uygularsa sorunlar en aza iner...
saygıdeğer hocam kutlarım anlamlı değerli yazınızı...
sevgi saygı selamlarımla..
Ne kadar akıcı ve güzel anlatmışsınız.(Ya da konu ilgiye değer)Bir çırpıda okudum.Kendim eğitmen,öğretmen değilim,ama hep gıpta etmişimdir."Tamer Tezin" i edebiyat öğretmenimi hatırlattınız.25 yıl geçti üzerinden.Çoğu öğretmenimin ya ismini,ya da soyadını hatırlamam.Ama iz bırakanlar,işleyenler,sevdirenler,farkettirenler,kazandıranlar...Unutulmuyor.Heyecanınız daim olsun.Saygı ve selamlar...