Ş İ D D E T
Hafta sonu sabahı, gazete okurken bir yandan da ara ara televizyonu takip ediyordum. Televizyonda bir habere dikkat kesildim. Yanılmıyorsam İtalya’da, şiddete dair çocuklarla çekilmiş harika, çok başarılı bir spot filmdi. Değişik yaşlarda erkek çocuklar önce kendilerini tanıtıyorlar, sonra aynı yaşta bir kız çocuğu ile karşı karşıya getiriliyorlar, tanıştırılıyorlar. Erkek çocuklara karşılarındaki, tanıştıkları kız arkadaşlarını nasıl buldukları soruluyor, ardından kız çocuğa dokunmaları isteniyor. Bu son iki aksiyonda erkek çocuklar, çocuk masumiyetlerine uygun saf ve temiz cevaplar veriyor, eylem sergiliyorlar. Daha sonra önceki komutları veren, erkek çocuklara karşılarında duran kıza vurmalarını söylüyor! Duraksayan çocukların yüzleri geriliyor, adeta dumur oluyorlar. Biri, ders gibi şu cevabı veriyor: “Kadınlara çiçekle bile vurulmaz…” Bu yazıyı nicedir kaleme almak istiyordum, isteğimi kamçılayan bu güzel çocuklara teşekkür ediyorum.
Şiddetin adeta bataklık gibi toplumu içine çektiği, kadını, çocuğu, yaşlısı ile toplumun hemen her kesiminin hatta hayvan ve bitki diğer canlıların da etkilendiği günümüzde çaresizlik içindeyiz. “Şeytanla saman eken sapına razı olur.” Sözü sanki yaptıklarımız ve yapamadıklarımızın acı bedelini ödediğimizi anımsatır gibi.
Vikipedi özgür ansiklopedide, şiddet başlığına baktığımızda, temel dürtü(!), savunma veya karşı savunma, otorite sağlamak, tehdit, sindirmek gibi pek çoğu sevimsiz kelimeler karşımıza çıkıyor. Şiddet insan ve medeniyet kadar eski! Hazreti Adem atamızın oğlu Habil, kardeşi Kabil’den şiddet görerek ölmedi mi? Bu örnek şiddetin aslında ne kadar primitif, eski, çarpık ve anlaşılmaz bir eylem olduğunun kanıtı.
Fiziksel, sözlü, psikolojik, kurumsal ya da işaretler yardımı ile, kitle iletişim araçları, dayatmalarla da şiddet uygulanabilmektedir.
Günümüzde her akşam pek çok televizyon kanalında kültürel değeri olmayan, topluma eğitsel katkı sunmayan, evrensel ahlaki kabulleri zorlayan, olumsuz örneklerle dolu ,şiddet içeren dizilerin ısrarla gösterilmesi de bir tür şiddet değil mi?
Genel olarak baktığımızda ve örnekleri detaylandırarak çoğalttığımızda , şiddet; kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların bir birlerine ya da yaşanılan doğa, hayvanlar ve diğer yaşam koşullarına karşı uyguladıkları, çıkar elde etmek, üstünlük ya da hakimiyet kurmak, imtiyaz ya da ayrıcalık sağlamak, saygınlık ya da sevgi kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamak amacını güden dayatıcı, hoşnutsuzluk yaratan, karşı tarafı mağdur eden davranışların tümü olarak adlandırılabiliyor.
Kazanılmış, bazen planlı bir öfke patlaması diyebileceğimiz bu ilkel tavrın sosyolojik ve psikolojik sebep ve sonuçlarını irdelediğimizde karşımıza öyle karmaşık öyle ağır bir tablo çıkmaktadır ki, şairin dediği gibi “ nefretin değil sevginin ürünü” olan insan mı bu diyorsunuz, insanlığınızdan utanıyorsunuz.
İnsan, dünyaya tertemiz gelir, sonra her nasılsa insan insanı kirletir ve daha sonra dünya kirlenir. Şiddet öğrenilen bozuk bir davranış türü. Eğitmek eylem kökünden hareket edersek öyle geniş bir sorumlu kitlesine ulaşırız ki!
Evde anne, baba, okullarda eğitimciler, özellikle görsel basın, medya, her akşam evimize konuk televizyon, internet, toplumda rol model sözde örnek(!) insanlar, velhasıl örnek o kadar çok ki; şiddet gökten inmiyor. Biz yaratıyoruz şiddeti.
Şiddet yerine sevgi ve şefkat adına ne ekiyoruz hayat toprağımıza hiç soruyor muyuz?
İşte çocuklarımız! Bir dostum sayesinde öğrendim; bir Mevlana kıssasında şöyle der:
"İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir."
"Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir."
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: "Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.
İşte yolu kaybettiğinizde veya yolunuz kaybettirilince şiddet arkadaşınızdır artık. Şiddetin kök neden analizini yaptığımızda özetle aklımıza geliveren birkaç kelimede toplanıyor her şey: Özne insan; sevgisizlik, acımasızlık, eğitimsizlik , vicdansızlık, sabırsızlık, nefret,anlayışsızlık, iletişimsizlik .
Bakın Anadolu’nun sönmeyen hümanist ışığı büyük ozan Yunus Emre ne diyor:
“Aşk gelicek cümle eksikler biter…
Düşmanımız kindir bizim…
Kamu alem birdir bize…
Ben gelmedim dava için
Benim işim sevi için.”
Biz de bu yolda, olmazı bile olura bağlamak için, ümidin sevgiyle yol arkadaşı olduğunu haykıranlardanız:
“Ümit halkasına son perçini atıp
Sevginin ilmeğini düzerek gönüllere
Düşler ülkesinden aşar gibi
Her olmazı olura bağlayıp geliyorlar.”
Şiddetin değil, sevginin öğreticisi olmalıyız. Her birimiz önce kendimizi sorgulayarak işe başlamalıyız.
HARUN ÖZMEN
YORUMLAR
Şiddet nasıl olmasın ki?
Televizyon, görsel ve yazılı medya ve yaşamın "ta kendisi"...
Mecliste her gün kavga eden siyasiler, diziler, haberler...
Hangi birini sayalım.
Neredeyse genlerimiz işle-til-miş şiddet.
Mevlana'nın kıssasına uyabilsek, ne terör kalır ne de şiddet.
Teşekkürler Harun Bey bu güzel yazı için.
Selamlar.
hrnozmn
Ve siddete lanet olsun.
Tesekkur ederim.