- 2303 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
Fedakar Türk Kadını Ve Ölümsüzlüğe Giden Yol
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
2.Bölüm
Doğu ufkunu, Güney Batı ve Kuzey Doğu istikametinde boydan boya kaplayan ve eteklerini sere serpe denize salmış vaziyette, hoş bir rehavetin kucağına gömülmüş, sessiz sakin uyumakta olan Kaçkar Dağlarının karlı dorukları, güne merhaba demeye hazırlanan güneşin çok uzaklardan süzülüp gelen soluk ışıkları nedeni ile yumuşayan ve hoş bir lacivert renge bürünen karanlık gök yüzünün serin gölgesinde, binlerce yıldır sürdüre geldiği muhteşem doğuş manzarasına, bir kez daha hayat vermek üzere idi.
Küçük balıkçı takasının baş kısmını Kuzey Batıya, hafif hafif esmekte olan Karayel’e doğru çevirdi. Asiye Gelin, maharetli kürek darbeleri ile tekneyi deniz yüzeyinde sabit tutmayı başarırken, kayın babası Hacı Hasan da, denize eğilip, kocaman bir mantar parçasına bağlanan balık ağının bir ucunu, yaşından umulmayacak bir çeviklikle kıç üstüne alıverdi. Ağın kalın ipi üzerine sol ayağı ile kuvvetlice abandı ve sağ elini kalın keçe yeleğinin kirli eteklerine iyice sildikten sonra, kuruluğundan emin olduğu parmakları ile dudağına asılı duran kaçak sigarasın şöyle bir yokladı. Bir iki nefeslik bir ömrü kaldığını anlayınca da, işe koyulmakta çok acele etmedi; derin derin çektiği tütün dumanı yüklü nefeslerin akabinde büyük bir zevkle sigarasının bitmesini bekledi. Daha sonra yılların verdiği alışkanlıkla, sağ baş parmağı ile işaret parmağı arasına sıkıştırdığı izmariti, gelişigüzel bir şekilde, denizin gizemli enginliğine doğru fırlattı, attı. Ardından da, kürekleri sım sıkı kavramış, babasının vereceği komutu bekleyen gelinine döndü:
-Hayde bakalum gelin gızım, ayem iyice açmadan toplayalım habu ağı.Yoksa, bizum değil da, daha büyük balukların rızkı olacak yakaladuğuklerumuz.
-Tamamdur buba.Ben hazurum her zamanki gibin.
-Yavaştan yavaştan koyuver kayuğu, ben da alayım ağı takaya çok zahmete gatlanmadan, olur mi gızım?
Babasına cevap vermedi Asiye Gelin; her ağ toplamada yaptığı gibi, yavaş yavaş siya etmeye başladı. Rüzgarı da arkasına alan kayık, hiç zahmet çıkarmadan doğuya, balık ağın serili olduğu istikamete doğru deniz yüzeyinde aheste aheste hareketlendi. Hacı Hasan, oluşan bu uygun ortamı kaçırmak istemedi, seri hareketlerle ağı toplamaya girişti. Bir taraftan ağı takanın kıç üstüne usulünce yığıyor,bir taraftan da, takılan balıkları kurtararak Asiye’nin ayak ucunda duran kasa içine fırlatıyordu. Balıkların bazıları sağa sola sıçrıyor, eskiyen kalafat aralıklarından sızarak teknenin zemininde toplana suyun içine düşüyorlar, bu sayede bir süre daha yaşama şansı yakalıyorlardı.
Hacı Hasan, tüm dikkati ile ağı toplamaya çalışırken, Asiye Gelin de, her zaman yaptığı gibi çevreyi seyretmekte, içini kaplayan buruk bir sevinç ve heyecanla, kışın kapıya dayandığı bu serin Sonbaharın üşüten sabahında, hem bakışlarını, hem bedenini, hem de ruhunu ısıtacak güneş ışınlarının, Kaçkar doruklarından süzülüp gelmesini beklemekteydi. Sahilde ve hemen arkasından yükselen dik yamaçlara serpilmiş dağınık evlerde henüz bir hareketlilik göze batmıyor, şartların getirdiği sevimsizlik ve bezginlikle, yoğun bir karamsarlık bulutunun gölgesinde yaşamak zorunda kalan yöre insanları, heyecanını yitirmiş bir güne daha merhaba demek için hiç acele etmiyorlardı.
Özlemle güneşin yolunu gözleyen Asiye gelin’in dikkati, Kuzey Doğu ufuklarında beliren bir karartı üzerinde yoğunlaştı birdenbire. Bu sularda pek görmeye alışık olmadığı bu karaltıya, kısa bir süreliğine dalıp gitti. Neden sonra kendini toparladı ve babasına seslendi.
-Hau, denizdeki gara şey nedır buba?
-Hangisi gızım?
-Haurada, Trabizon burninda. Karakancolos midur, nedur?* Bi dene da değil, bi gaç dene heralda.
Hacı Hasan, gelininin uyarması akabinde başını kaldırdı ve bakışlarını gelinin işaret ettiği tarafa yöneltti. Olaya pek bir anlam veremeyince de, tekrar ağ ipini ayağının altına sıkıştırarak doğruldu ve deniz yüzeyinde beliren şekilleri iyiden iyiye incelemeye koyuldu. Ak sakallarını sıvazlayarak, deniz ufkunda beliren ve gittikçe yaklaşan karaltılara uzun bir süre baktı öylece.Daha sonra, bir çözüm bulmanın sevinci ve heyecanı ile gelinine döndü:
-Pek anlayamadum kızum. Ha bunlar bizim Yavuz ilan Midilli olmasınlar sakun? Arada bir habu Mosgof gavurina göz dağı vermek içun geliyler bu taraflara.
-Heralde onlardur Haci Bubam. Başka kim olacadi ki?
Gün artık iyiden iyiye ağarmaya, sahildeki evler ve civarda avlanmakta olan tekneler de iyiden iyiye gözükmeye başlamıştı. Hacı Hasan, bu enteresan manzarayı kaçırmak istememesine rağmen, denizdeki ağını da bir an önce toplamak zorunda olduğunu biliyordu. Yoksa, bunca çaba boşa gidecek, ağlara takıldıkları için savunmasız kalan balıklar, başkaları tarafından anında iç edilecek, dolayısı ile ağlar boş çekilecekti.
Her zamanki hassasiyeti ile ağları toplamaya devam etti. Bir taraftan çektiği ağı düzgünce istifliyor, bir taraftan balıkları temizliyor, bir taraftan da artık iyiden iyiye belirgin hale gelen kocaman savaş gemilerinin Trabzon önlerine demir atışlarını izliyordu.
Fazla zaman geçmedi. Güneş ufuktan doğmuş, zayıf ışıkları ile bir taraftan doğayı ısıtmaya, diğer taraftan da Karadeniz’in çapkın dalgacıkları ile oynaşmaya başlamıştı. Denizdeki ağın tamamı çekilmiş, temizlenmiş, hatır sayılır miktarda bir av gerçekleştirilmişti. Asiye Gelin, son şamandıranın da alındığını görünce, takanın ucunu köyün sahiline yöneltmiş, gayretle küreklere asılmaya başlamıştı. Bu arada Hacı Hasan, tekne içine dağılan balıkları bir araya toplamış, sonra da ucuna kısa bir ip bağlı olan kova yardımı ile denizden aldığı suyu kıç üzerine serperek, kısmen de olsa temizliğini tamamlamıştı.
Yekeyi sağ koltuk altına sıkıştıran yaşlı adam, kalın keşe yeleğinin cebinden çıkardığı gümüş tabakasına tıka basa doldurduğu kıyma tütünden bir bukle alarak, sol baş, işaret ve orta parmak arasına yerleştirdiği ince kağıda yaydı ve büyük bir maharetle çabucak silindir şekline getirdi. Daha sonra, dili ile kağıdın kenarını ıslatarak yapıştırdı, ardından da her iki ucundan sarkan tütün püsküllerini kopararak sarma işlemini tamamladı. Diğer cebinden çıkardığı benzinli çavuş çakmağının kapağını, sağ baş parmağının ucu ile tok bir ses eşliğinde açtıktan sonra, yine aynı parmağı ile çakmak taşından kıvılcım çıkartmaya yarayan mekanizmayı çalıştırdı ve tutuşan benzine bulanmış fitil yardımı ile sigarasını yaktı. Hafiften tütmeye başlayan sigarasından derin derin nefes çekti, ardından da büyük bir keyifle yüzünü yalayıp geçen Karayel’e üfledi.
Tam bu sırada, doğu yönünde gök gürültüsünü andıran inanılmaz bir gümbürtü koptu. Dönüp baktıklarında, bir boynuz misali deniz doğru uzanan Trabzon şehrinin, dumanlar içinde kaldığın gördüler. Şehir önüne demirleyen savaş gemileri ardı ardına uzun menzilli toplarını patlatıyor, her gürleme sesinden sonra, şehrin bir mahallesinden göğe doğru kara dumanlar yükseliyordu. Gelen gemiler, ne Yavuz, ne de Midilli idi. Tarih 17 Kasım 1914’ü gösteriyordu ve Rus donaması resmen Trabzon şehrini bombalıyor, 29 Ekim 1924 tarihinde bombalanan Odessa ve Novorossisk limanlarının intikamını alıyordu.
-Çabuk olalım gızım. Bunlar Urus gavurunin gemileri. Trabuzon’i yakıp yıkayler. Yakalanmadan gıyıya çıkmamız lazım. Yoksa ne .ok yiyecekleri belli olmaz habunların. Ha gayret et.
Tütün damındaki vagonlardan birisi yuvasından çıkmış, onarayım derken iki metre kadar yükseklikten sol elinin üzerine düşmüştü ihtiyar adam. Bu nedenle sol bileğinde bir küçük çatlak oluşmuş, bir süreliğine ağır işleri yapamaz duruma gelmişti Hacı Hasan. İşte bu nedenle, balıkçı takasındaki kürek sallama vazifesi, ister istemez evin gelini Asiye’nin üzerine yıkılmıştı. O da, pek şikayetçi değildi hani vaziyetten. babasıyla balığa çıkmaktan, ona yardımcı olmaktan zevk alıyordu. Sonuçta, hem babası, hem de annesi sevgili eşinin emaneti değil mi idi ona?
Asiye gelin, telaşla küreklere asıldı, kayığı hızlıca sahile doğru sürdü. Kendisi için değil de, şu anda yatağında mışıl mışıl uyuyan ve kayın validesine emanet bıraktığı küçük oğlu için bir korku düştü yüreğine. O da, babası ve annesi gibi, iki yıl önce Çanakkale cephesine askere giden sevgili eşinin mukaddes emanetiydi ona. Onun, sonu gelmeyen bu savaşlardan dönüp dönmeyeceğini Yüce Mevla bilirdi şüphesiz ama, eğer taktir-i ilahide tekrar kavuşmak yazılmış ise, yavrusuna sapa sağlam sarılmasını sağlaması gerekmekteydi.
Çok zaman harcamadılar. Her ikisi de maharetli balıkçı idiler zira. Çabucak sahile ulaşıp, kayığın altına ilk felenki sürdüklerinde, Rus savaş gemileri de Trabzon önlerindeki bombardımanlarına devam etmekteydiler. Durumun vahameti köyden de fark edilmiş, insanların bir kısmı, denizdeki kayıkları yardım etmek için sahile akın etmişlerdi. El birliği ile, balıkçı takaları hızla karaya çekildi, müsait bir şekilde kamufle edildi. Karaya çekilemeyecek durumda ve büyüklükte olanlar, lavra tapası açılarak suya batırıldı ve düşman gözcülerinin gözlerinden gizlendi.
Tüm köy ahalisi, alel acele köyü boşalttı, top menzili dışında kalan yüksek kısımlara, ya da sık ağaçların gizlediği kuytu vadilerine seğirttiler, ardı ardına aralıksız patlayan, Trabzon şehrini yerle yeksan eden top seslerine korku ve telaşla kulak verdiler. Bombardıman sonucu oluşan yangınlardan çıkan kesif kara dumanlar gök yüzünün alçak irtifalarında birleşmiş, Trabzon semalarını bir karabasan misali sarıp sarmalamıştı. Urus Gavuru, aralık vermeden, insafsızca sivil halkı bombalamaktaydı. Saat 08.00 sularında başlayan bombardıman, yaklaşık bir buçuk saat kadar sürdü.
Bombardımanı sonlandıran savaş gemileri, ağır ağır batı yönüne, kendi köylerinin sularına doğru hareket etmeye başladılar. Bu seyir esnasında, kasaba ve köylerde rastladıkları takaları bombalayarak tahrip etme gayreti içerisine girdiler. Gemiler iyice yaklaşınca, gözcülerin uyarıları ile birlikte, tüm köy sakinleri, kendilerini iyice kamufle ettiler. Bir müddet sonra, bu güllelerden kendi köyleri de nasibini alacak, hiç bir tekneye zarar vermemesine rağmen, Fotel Mustafa’nın( Devamlı fötr şapka taktığından bu lakap verilmişti kendisine.)köy yalısının hemen girişinde yer alan ve yunus balığı yağı çıkardığı kocaman kazana isabet edecek, kullanılamaz hale getirecekti.
Bombardımanın ardından, sahilden elli metre kadar uzağa, belli aralıklarla bazı tenekeler bırakarak, Yoruz Burnu yönüne doğru uzaklaşıp gitti gemiler. Tehlikenin geçtiği kanaati uyanınca, vadilere sığınan insanlar ağır ağır saklandıkları yerlerden çıktılar ve şaşkın şaşkın evlerinin yolunu tutular.
Zaten köyde fazlaca bir nüfusun barındığı söylenemezdi. Ağustos ayı ortalarında, seferlik ilanının hemen akabinde, 24 ile 45 yaş arasındaki tüm köy erkekleri silah altın alınmış, Erzurum’a, doğu cephesine gönderilmişlerdi.Böylece köy halkı, çoğunlukla kadınlar ve çocuklardan müteşekkil bir hale gelmişti. Çiftçilik konusundaki tüm faaliyetlerde hep ön sırada olan yöre kadınları, ister istemez erkek işlerine, mesela balıkçılık konusuna da el atmak zorunda kalmışlardı artık.
Bu fedakar kadınların bir çoğu, bir gün gelecek, köylerinin denizine dökülen o paslı tenekelerin realitesinde, her faninin kaçınılmaz sonu olan ölüm gerçeği ile tanışacaklarını, ardından da bir milletin yüreğine defnedilerek, orada ebediyete kadar yaşatılacaklarını bilmiyorlardı şüphesiz. Kendi hallerinde, kendi küçük dünyalarında, kendi zorlukları ile mücadele ederek, hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı.
!982 yılı Aralığında, Magosa’ya kalkan feribota binmek için gelmiştim Mersin’e.Bir çok arkadaşım gibi ben de, yedek subay olarak tamamlayacağım askerliğim için Kıbrıs’a gidiyordum. Acelece yaptığım o yolculuktan başka, Mersin şehrini görmüşlüğüm yoktu. O gün, bu gezi bahanesi ile, memleketimizin bu güzel köşelerini de görmüş, bu yörenin değerlerini ve insanlarını tanıma fırsatı bulmuştuk. Ne yala söyleyeyim, bu güzel liman şehri, inanılmaz yüksek binaları nedeni ile biraz hayal kırıklığı yarattı bende. Bu tatil olgusunu biraz abarttık mı ne diye düşündüm göklere uzanan apartmanları görünce.
Etraflıca bir Mersin ziyaretinden sonra, rotamızı Erdemli’ye çevirdik. Kıbrıs’ta askerlik yaptığım köy, Türk bölgesinin güney sınırında, Larnaka’ya yakın bir yörede yer alıyordu. Erdemli ismini vermişti harekattan sonra oraya Türkler. Bu nedenle, Türkiye’deki Erdemli ilçesini hep merak etmişimdir. Hoş bir sempati atmosferinin gölgesinde dolaştım ilçeyi. Gerçekten güzel bir yerleşim bölgesi idi orası da. Tek olumsuz durum, ortalığı kasıp kavuran yaz sıcakları oldu.
Konu gezi olunca, zaman gerçekten çok çabuk tükeniyor. Gün akşama dönünce, geceyi geçirebileceğimiz ve hatıralarımız arasına güzel sıfatı ile ilave edebileceğimiz enteresan bir yer arama telaşına düştük ailece. Çok geçmeden, Erdemlinin batı çıkışındaki sahilde yer alan Talat Göktepe Çamlığında buluyoruz aradığımız atmosferi. Hemen deniz kenarında yer alan kocaman bir sarı çam ağacının gölgesine kuruyoruz kampımızı. Çadırlarımız açılıyor, uyku ekipmanları yerleştiriliyor, çabucak yemek sofrası kuruluyor. Kamp görevlisinden rica ediyoruz, tepemizdeki yüksek çam ağacının alçak dallarının birine, küçük bir seyyar lamba çekiyor. Gerçekten çok hoş bir ortam oluşuyor böylece.
Nefis bir yemek ziyafeti çekiyoruz ailece. Ardından günün değerlendirmesini yapıyor, gezip gördüğümüz yerler hakkında sohbete dalıyoruz. Şüphesiz sohbetin büyük bir kısmını Tarsus’ta sergilenen Nusret Mayın Gemisi ve onun hakkında çocuklarıma nakletmeye başladığım hikaye alıyor.
Tüm aile, pür dikkat hikayeye kulak veriyorlar. Doğanın, insanın ruhunu dinlendiren o sihirli etkisi ve anlatılan hikayenin hüzünlü yansımaları, mahzun bir durgunluğun kucağına itiyor herkesi. Tüm ailece bir arada olmak, aynı güzellikleri paylaşmak, aynı duyguların denizinde kulaç sallamak güzel şey diye düşünüyorum. Küçük oğlumun gözlerindeki kızarıklık, uyuma saatinin geldiğini haber veriyor bizlere. Tüm itirazlarına rağmen, hikayeye daha sonra devam etmek kaydı ile ara veriyorum. Çadırlarımıza çekiliyor, tepemizden sallanan soluk ışığın çam dalları arasından süzülüp gelirken taşıdığı çeşitli gölge oyunlarını seyrederken, derin bir uykuya dalıyoruz.(Devam edecek)
* Karakancolos.........Halk dilinde, denizden gelip, çocukları kaçıran canavar.
Bir Tutam Hayat-26.02.2015-Trabzon
YORUMLAR
Bir tutam hayat
Bu konuları sevdiğini bilirim.
Halkı, memleketi...
Bu vatanı bizlere bırakabilmek için atalarımızın çektiği çileleri öğrenmek ve onlara gereken değeri vermek hepimizin görevi.
Bu hikayeyi,
vatanı için çekinmeden canlarını veren, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup giden, ne isimleri, ne de varlıkları zikredilen binlerce vatan evlatlarının hatırasını canlı tutabilmek adına kaleme alıyoruz.
Hikayemize konu olan bir avuç kahraman Türk kadını neslinde, bu vatanı kanlarını dökerek, canlarını çekinmeden feda ederek bizlere teslim eden tüm şehitlerimizi yad ediyoruz.
Hepsinde Allah razı olsun.
Umarım, hikaye bittiğinde de aynı duygular içinde olursun.
Teşekkür ediyorum ziyaretine.
Kemnur
ağır bir hastalık ile yatar vaziyetteyim, o halim
Bir tutam hayat
Gerçekten merak etmiştik sizi, kaleminizin gölgesi düşmeyince buralara.
Umarım ve dilerim şu anda daha iyisiniz.
Çok çok geçmiş olsun diyorum.
Bir tutam hayat
İnsanımıza ve memleketimize olan sevginiz çoktur, biliriz.
Taşını, toprağını, böceğini, çiçeğini,
velhasılı her bir şeyini gönülden seversiniz.
Sevmenin yanında, güzel kaleminizle bunu açık etmeyi, birileri ile paylaşmayı da görev bilirsiniz.
Keşke,
hepimiz sizin gibi olabilsek.
Sevgiyi,
olanca yalınlığı, olanca güzelliği ile resmetmeyi becerebilsek.
Teşekkür ederiz ziyaretiniz için efendim.
DEVRİM DENİZERİ
Selam ve esenlikler.
Bir tutam hayat
buralarda, nesir bölümünde görmek güzel gerçekten.
Bence, bu konuda da geri durmamalı, sık sık yazmalısınız.
Çeşitli sebeplerle, şiir bölümünden uzak duruyoruz bu aralar.
Ancak,
nesirleri pek kaçırdığımız söylenemez.
Sizi de aramızda görmek güzel olacaktır şüphesiz.
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ediyorum.
güzel bir hikaye olmuş...
her zamanki tadında doyamadan bitti..arkası yarını bekliyoruz..
nicelerine
Bir tutam hayat
Eminim o zaman asla okumazsınız.
Hiç birimiz, öyle çok uzun yazılara tahammül edemiyoruz burada.
Nedense,
kitap okurken problem olmuyor da,
bu parlak camın karşısına geçtiğimizde,
çokça sabırsız oluveriyoruz.
Bu nedenle kısa kesiyoruz hikayeyi.
Pek sevimli olmuyor gerçekten ama, elden de bir şey gelmiyor hani.
Artık,
affınıza ve anlayışınıza sığınıyoruz efendim.
Çok zaman geçirmeden yayınlamaya çalışacağız kalan bölümleri.
Ziyaretinize ve güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum.
Tınısı, ahengi ile okuyucuyu sarıp sarmalayan değerli paylaşımınızı yürekten kutlarım.
güne nasıl da yakışmış. Yüreğinize sağlık.
saygılarımla...
Bir tutam hayat
Yazılarınızla, yorumlarınızla,
insanlara sunduğunuz hayat derslerinizle,
gerçekten çok ayrı bir renksiniz bu sayfada.
Hiç boşa yazılmış cümleniz yoktur.
Size ait her noktaya ulaşıldığında,
dağarcığınıza çok şeyler doldurmuş olur insanlar sayenizde.
Ziyaretinize ve değerli yorumunuza teşekkür ediyorum.
Sanırım bu geçen gün yayınladığınız bölümün devamı niteliğinde. Yanılmıyorsam tabii ki. Tarihi bir romanın başlangıcı. Çok keyif aldım okurken. Dilinizin akıcılığı ve doğallığını biliyoruz zaten. Keyifle takip edeceğim inşallah. Saygılarımla efendim.
Bir tutam hayat
Geçen yayınladığımız hikayenin devamı bu.
Bir kaç bölüm daha sürecek sanırım.
Devamını kaleme almadım zira. Yazıkça yayınlıyorum. Arada geçen zamanda da detayları düşünüyorum.
Hikayeye numara vermek istemedim.
O tür sunumlara pek ilgi göstermiyor buranın müdavimleri.
Böyle bağımsız gibi görünmesi daha güzel gibi.
Bir de,
birbirine bağlı olmakla beraber,
tek bir bölüm okuyan kimselerin de bir şeyler bulabilmesi için,
becerebildiğimizce, çok büyük kopmalar yaşatmadan, hür bölümler yazmaya çalışıyoruz.
1. Dünya savaşı başlangıcında yaşanan gerçek bir olaydan esinlenerek yazılmış bir hikaye bu.
Ufak tefek kurgular da oluyor tabi ki arada.
Ziyaretinize ve güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum.
Çok sağ olun efendim.
Kıymetli dostum
Keyifle okudum yazınızı, ancak o anlatma kabiliyetinizle savaşın ne kadar kötü hani sizin tabirinizle ne kadar ‘’sevimsiz’’bir şey olduğunu derinden hissettirdiniz bizlere
her ne kadar kahramanlık payeleriyle süslense de insanlık için, savaş iğrenç bir şey ama bir taraftan da insanlığın beynine kodlanmış maalesef kısa vade de yapacak bir şey yok
Kaleminize emeğinize sağlık hocam
Saygı sevgilerimle
Bir tutam hayat
gerçek olaylardan yola çıkılarak yazılan hikayelerin,
yazanına da çok faydası oluyor.
En azından araştırmak, bilgi sahibi olmak, kitap sayfaları arasında unutulmuş bazı bilgileri gün ışığına çıkarmak gibi güzellikleri yaşıyorsunuz.
Bu hikayeyi kaleme almak için de oldukça uzun bir süre araştırma yapmak zorunda kaldım.
İlçemdeki halk ve belediye kütüphanelerinde oldukça uzun zaman geçirdim.
İnsanımızın, kitap okuma, kütüphaneye gitme gibi bir alışkanlığı olmadığından, oralarda görevli memurlar çok hürmet gösterdiler bana.
İyi dost olduk onlarla.
Bu arada şunu da öğrenmiş olduk ki;
şehir tarihleri bakımından oldukça fakir kalmışız.
Trabzon gibi, tarihte önemli bir yer işgal eden bir şehir hakkında bile yeterince kaynak mevcut değil maalesef.
Hele de kendi ilçem...
Allah rahmet etsin, Muzaffer Lermioğlu isminde bir dava vekili olmasa idi,(Ki kendisi orta okul mezunudur) oturup yaşadığı coğrafyayı ve hatıralarını yazmasa idi,
bu konuda hiç bir bilgiye sahip olma imkanını yakalayamayacaktık.
Sözü uzatmayalım,
bu değerli insanın anılarından yola çıkılarak kaleme alınmış bir hikaye bu.
Gerçek bir olay üzerine kurgulanmış bir kahramanlık hikayesi diyelim.
Savaşın acı yönünü resmeden.
Hele de, bu hikayenin nihayetlenmesinden sonra bu yörede meydana gelen bir muhacirlik olayı var ki,
yazmakla bitmeyecek acı hikayeler barındırıyor bünyesinde.
Belki ilerde o okunda da bir şeyler yazarız artık.
Ziyaretine ve güzel yorumuna teşekkür ediyorum dostum.
Çok sağ ol.
Yazıların aksadı bu aralar.
Hayırdır?
Serhat BİNGÖL
Selam değerli dostum
İşlerimin yoğunluğundan aralıklı zaman ayıra bildiğim, birinci bölümünü bitirdiğim ve ikinci bölümünü bitirmek üzere olduğum ‘’Atatürkçülük yâda sistemsizlik işte bütün mesele bu ‘’başlıklı ülkemizin geçmişten bu güne siyasi yapısın irdeleyen bir yazı dizisini kaleme almaktayım ne zaman bitirme fırsatım olur doğrusu bilemiyorum.
Sevgilerimle
yazının içinde kaybolduk..... ahhhh şu reklam araları olmasa saygılarımla kavi kalem
Bir tutam hayat
inanın ben de çok rahatsızım o reklam aralarından ama, dikkat ederseniz yazı oldukça uzun oluyor.
Böyle uzunca hikayeler yazan çok az insan var burada ve
bu tür uzun yazıların pek okunmadığı da maalesef bir gerçek.
Bu nedenledir ki,
insanları sıkmamak babından,
kısa bölümler halinde yazmaya çalışıyoruz.
Karadenizlileri bilirsiniz.
Lafı uzatmayı pek sevmezler,
söylemek istediklerini en kısa yoldan anlatırlar.
Konuşmada, ben de aynı yaradılıştayım ancak, olay yazmaya geldiğinde,
duygu ve düşüncelerimi kısa cümlelerle ifade etmeyi bir türlü beceremiyorum. Bu nedenledir cümlelerin ve yazının uzun olması.
Artık kusurumuza bakmayın diliyorum.
Ziyaretinizle bizi onurlandırıyorsunuz daima.
Sağ olun komutanım.
Ne kadar dingin ne kadar sabırlı bir yürek bu sevgili bir tutadım hayat.
Anlatımdaki teferruat sabrınıza kelime hazinenizin zenginliğine balıkçılık tecrübenize
Hayran olmamak eldemi?
Bir dal sigaranın sarılmasını ve çakmağını çakılarak sigarayı yakma olayı gibi bence çok basit bir eylemi
Bir film sahnesi gibi okuyucuya yaşatmak maharet değilde ne?
Benim dedem derdimi çiftlik kuracaksan bir Karadeniz kadınıyla evlen
Dikili dalın bile olmasa çiftlik sahibi olman i
Şten değil derdi. Fedakar ve cefakar Karadeniz kadınına hep gipta ile bakmışımdır
Hikayenin sonunu merakla bekliyorum hoşça kalın yüce gönüllü kalem saygılar
Bir tutam hayat
yaşadığı yeri daha güzel kaleme alabiliyor şüphesiz.
Bu nedenledir ki,
biz de daima Karadeniz'i yazmaktayız.
Bu hikaye, gerçek bir olaydan yola çıkılarak kaleme alınmıştır.
Tamamı değilse bile, önemli bir kısmı gerçektir.
Kahraman analarımızın vatan için yaptıkları fedakarlıkları hiç bilmiyoruz.
Bizlere de aktaran olmuyor doğru dürüst.
Tesadüfen, kısıtlı kaynaklardan öğreniyoruz.
Anama, babama soruyorum,
onların da çokça bilgisi yok.
Büyükleri dizlerinin dibine oturtup anlatmamış olanı biteni.
Lanet olası ata erkil aile düzeni.
Çocuklar, anneleri, babaları ile konuşamıyorlardı ki.
Ziyaretinize ve güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Sağ olun efendim.
Anlamadığım bir yer o tenekelerde ne vardı.Bulaşıcı bir mikrop mu bıraktılar
İkinci olarak boz tepeden düşman gemilerine hiç top atışı,karşılık veren olmadı mı.
devamını bekliyorum arkası yarınlar gibi.
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
bundan sonraki bölümde öğreneceğiz sanırım.
Boztape'de şüphesiz bataryalar mevcuttu ve şehri korumak ile görevliydiler ama,
o kadar eskimiş, o kadar demode olmuşlardı ki,
atış menzilleri, düşman gemilerinin yarısı kadar yoktu.
Bu nedenle uzun menzilli toplarını şehre yönlendirdiler diye yazdık.
Gerçek bir olaydan hareketle kaleme aldığımız bir hikaye bu.
Araştırma yaparken bir gerçekle karşılaştım,
şehirlerimizin tarihleri ile ilgili kaynaklar çok yetersiz.
Ziyaretinize ve yorumunuza teşekkür ediyorum.