- 1121 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KEZ DAHA SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ VE ŞAH FIRAT OPERASYONU.
25.02.2015 Tarihinde günün yazısı olarak seçilen ‘’ LOZAN’DAN BU YANA İLK KEZ SAVAŞMADAN KAYBETTİĞİMİZ TOPRAK MESELESİ’ Başlıklı ’’ yazımda bazı hususları eksik bıraktığımı değerli arkadaşlardan gelen yorumlar üzerine fark ettim ve bu yazıyı yazmak zarureti doğdu.
Bir kere her şeyden önce Caber Kalesi= Süleyman Şah’ın Türbesi değildir. Ya da Caber Kalesi= Türk Mezarı da değildir.
İkincisi her ne kadar Caber Kalesi ve Süleyman Şah Türbesi Lozan Antlaşması ile Türklere bırakılmış ise de aslında bu konu 1921 yılında Fransa ile yapılan Ankara Antlaşmasında söz konusu olmuş ve Atatürk’ün ısrarları sonucunda Kale ve türbenin bulunduğu alan Türk toprağı olarak kabul edilip burada Türk Bayrağının dalgalandırılması Fransa tarafından kabul edilmiştir.
20 Ekim 1921 Tarihli Ankara Antlaşmasının 9. Maddesi aynen şöyledir:
“Sülale-i Osmaniye’nin müessisi Sultan Osman’ın büyük pederi Süleyman Şah’ın, Caber Kalesi’nde kain ve Türk Mezarı namıyla maruf merkadi, müştemilatıyle beraber Türkiye’nin malı olarak kalacak ve Türkiye orada muhafızlar ikame ve Türk bayrağı keşide edebilecektir.”
AÇIKLAMASI: Osmanlı sülalesinin kurucusu Sultan Osman’ın büyük pederi Süleyman Şah’ın Caber kalesinde bulunan ve ‘Türk Mezarı’ namıyla bilinen kabri müştemilatıyla beraber Türkiye’nin malı olacak ve Türkiye orada muhafızlar koyacak ve Türk bayrağı çekilebilecektir.
İlginç olan ise 24 Temmuz 1923 te Lozan Antlaşması ile Osmanlı’nın atasına bir kez daha sahip çıkan Türkiye Cumhuriyeti ( Aslında henüz Türkiye Cumhuriyeti de değildir.) 3 Mart 1924 te Halifeliği kaldırılmış ve Osmanlı Hanedanı Türkiye sınırları dışına sürmüştür. Evet 24 Temmuz’ 1923de Osmanlı Devletinin kurucusunun dedesinin (!) kabri bir kez daha Türk toprağı olmuş ama 3 Mart 1924 de Osmanlının tüm sülalesi yurt dışına sürülmüştür.
Dahası sınırlarımız dışındaki bir Osmanlı türbesine gösterilen bu muazzam hassasiyet sınırlarımız içindeki Osmanlı Padişah türbelerine gösterilmemiş ve 30 Kasım 1925 de Mecliste kabul edilip 12 Aralık 1925de Resmi gazetede yayımlanan Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;’’ çerçevesinde Osmanlı Padişahlarının ve devlet adamlarının türbeleri kapatılmıştır. ( Ki bu türbeler arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün çok değer verdiği Mustafa Reşit Paşa ile Preveze Deniz Savaşı ile Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbeleri bile vardır)
Daha da ilginci bu türbeler 1925 de kapatılmış, ancak 1950 de tekrar birer birer açılmıştır. Bir başka ilginç olan şey ise 1982 anayasasına göre ‘’ Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;’’ un anayasaya aykırı olduğunu söylemek suçtur. Yani ‘’ Bu nasıl kanun ya, böyle saçmalık mı olur?’’ derseniz anayasayı ihlale kadar gider bunun ucu. Gitmiştir de zaten.
Kendi topraklarımızdaki Osmanlı Padişahlarının hiç birisinin türbesinde bayrak dalgalandırıp, askerlere nöbet tutturulmazken topraklarımız dışında ve aslında kime ait olduğu dahi tam olarak bilinmeyen bir Osmanlı atasının türbesine bu kadar ilgi ve alaka gösterilmesi aslında şaşırtıcı görünmektedir. Ama aslında şaşacak bir şey yoktur. Mesele ne Osmanlının atası, ne de oradaki 8700 metre karelik alan olmayıp mesele Hatay meselesidir aslında. Hatay’ı anavatan sınırları içinde görmek isteyen Mustafa Kemal, Suriye topraklarına bir Türk Bayrağı dikerek psikolojik savaş yapmaktadır aslında ama Nazım Hikmetin ‘’ Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında/ Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında’’ dediği gibi Fransa ve Suriye hükümetinin gayet de farkında oldukları bu hususun farkında olamaz Türkiye’de yaşayanlar.
Yani Atatürk’ün meselesi kesinlikle Osmanlı’nın atası meselesi değildir. Onun meselesi Hatay meselesidir. Ancak Hatay sorunu halledildikten sonra da o türbe orada kalmış, o bayrak orada dalgalandırılmıştır. Bunu da Kanuni’nin Fransa’ya tanıdığı kapitülasyonlara benzetebiliriz. Osmanlı’nın dünyayı titrettiği yıllarda bir lütuf olarak verilen kapitülasyonlar daha sonraki padişahların bunu anlayamaması sebebiyle ‘’Atamız madem öyle uygun görmüş o halde devam’’ demeleri yüzünden taa Lozan’a kadar kaldırılmadı.Aynı mantık…
Caber Kalesi eteklerinde olan Süleyman Şah Türbesi 1939 da bakım ve onarımının güçleşmesi ve güvenlik sorunları nedeniyle kalenin içinde bulunan ihtiram ( hürmet) kıtasının karakolunun hemen yanına nakledilmiştir içindeki tüm müştemilatı ile birlikte. Yani Türbe 1939 da güvenlik nedeniyle ilk naklini yaşamıştır.
İkinci nakli anlattım: Tabka barajı nedeniyle 1973 tarihinde Türbe ikinci kez nakledilmiştir. Şanlıurfa İlimize 90 Km yakın olan Karakozak Köyüne ve Fırat nehri kenarındaki yerine.
Ve Üçüncü nakil…
Ancak üçüncü nakilden önce yaşananlar var:
- 1995: Şam, başka bir barajdan dolayı suyun yükselme riskini gerekçe gösterip türbenin taşınmasını gündeme getirdi.
- 2001: Suriye tarafından taşınma talebi tekrar gündeme getirildi, müzakereye konu oldu. Taşıma talebi krize yol açtı.
- 2003: Ankara’da imzalanan “Süleyman Şah Türbesi Tahkimat Projesinin Uygulanmasına İlişkin Ana Tutanak” çerçevesinde, türbenin yerinde kalması konusunda Suriye ile mutabakata varıldı. Arazi sınırları tahkim edildi, onarım yapıldı.
- 2008: Teşrin Barajı’nın yükselen su seviyesinin türbeyi yeniden tehdit etmesi üzerine, Cumhuriyet tarihinin en geniş kapsamlı tadilatına gidildi. Türbenin çevresine beton duvar örüldü, iki bayrak direği dikildi.
- 2012: Suriye’nin İstanbul Başkonsolosluğu’ndan alınan bir notada, Suriye’nin 1921 Ankara Anlaşması’na ve 1956 Halep Protokolü’ne bağlı olduğu bir kez daha teyit edildi.
2014 yılı Mart ayında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile IŞİD arasındaki çatışmalar sonucu Halep’e bağlı Karakocak Köyü ve civarı IŞİD kontrolüne geçti. 20 Mart 2014 günü IŞİD, yayımladığı bildiride Süleyman Şah Türbesi’nin üç gün içinde boşaltılıp Türk bayrağı indirilmediği takdirde türbeyi yerle bir edecekleri tehdidinde bulundu. Bunun üzerine Türkiye, Süleyman Şah Türbesi’ndeki güvenlik önlemlerini en üst seviyeye getirdi.
Görüldüğü gibi Süleyman Şah Türbesi konusu bu günün konusu olmadığı gibi İşid’in Türkiye’yi tehdidi de yaklaşık bir sene önceki konu. Bir sene önce İşid tehdidinden korkmayan hükümetin bir sene sonra korkudan dudağının uçukladığını söylemek ne kadar hakkaniyetli olur bilemiyorum.
Gelelim bu günkü duruma. 22 Şubat 2015
Karakozak Köyü ve civarında etnik ve dini grupların bölge hakimiyeti mücadeleleri giderek tırmanınca, Süleyman Şah Türbesi ve oradaki karakolun emniyeti tekrar gündeme geldi.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Türkiye sınırları dışındaki tek Türk toprağı olan Suriye içindeki Süleyman Şah Saygı Karakolu ve Türbesi’ne 22 Şubat 2015 günü sabaha karşı adı Şah Fırat olan bir operasyon gerçekleştirdi.
Operasyonun gerekçesi, türbenin bulunduğu bölgede YPG ve IŞİD arasında ciddi çatışmaların yaşanması ihtimaline bağlı “Güvenlik Sorunu” olarak açıklandı.
Oysa Cumhurbaşkanımız ‘’ Süleyman Şah Türbesine yapılacak en küçük bir taarruz durumunda Türkiye’nin tavrı bellidir’’ demişti. O tavır tası tarağı toplayıp oradan kaçmak mı olmalıydı?
Bu soru TBMM de Mustafa Kemal’e de sorulmuştu Sakarya Savaşı öncesinde Türk ordusu geri çekilirken ‘’
‘’Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Bu çok acı veren durumun ve yürekler acısı görünümün gerçek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik"
İşin ilginci de bunu söyleyenlerin büyük bir kısmı daha önce Amerikan mandasını savunan kişilerdir.
Şimdi denilebilir ki? ‘’ Şu anda ortada bir savaş mı var? Savaşta durumu kötüye gitmiş bir ordu mu var?’’
Bizim direkt olarak içinde olduğumuz bir savaş yok ise de o topraklarda bir savaş var. Filler tepinirken ezilecek çimenler var orada.
İyi ama bir karış da olsa korunması gereken bir vatan toprağı ve göklerde dalgalanması gereken bir bayrak var? Doğrudur lakin bu konuda hani MHP lilerin tepkilerine eyvallah da MHP tezkereye evet dediğinde onu hükümet yardakçılığı ile suçlayanlara ne demeli? Hani ‘’Suriye ile Savaşa Hayır’’ dı. Suriye ile savaş dışında başka bir seçenek var mıydı ille de Karakozak Köyündeki Caber Kalesi(!) için. ( Suriye ya da İşid…Neticede savaş…)
Dahası ‘’ Osmanlı da atası da zerre kadar umurumda değil’’ ‘’ Suriye ile savaşa hayır’’ diyenlerin ileri sürdükleri öneri nedir? Ne yapılmalıydı? Ne yapılması gerektiği konusunda tıs yok . Sadece ‘’ Bir vatan toprağını terk ettik ‘’ demekten başka bir halt ettikleri de yok.
İyi ama biz kaçtık oradan resmen. Kahraman Türk ordusuna böyle şerefsizce kaçmak yakıştı mı?
Durun bakalım…Bakın Atatürk ne diyor Sakarya Savaşından hemen önce:
"hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. o satıh, bütün vatandır. vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Bu emri tek tek ele alalım.
A) "hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. o satıh, bütün vatandır. vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz’’
Yani kısaca bir vatan toprağı vatandaşın kanı ile sulanmadıkça terk edilemez. Biz ne yaptık? Vatandaşın tek damla kanı dökülmeden bir vatan toprağını terk ettik…İlk bakışta maalesef durum bu. Ama devamı var.
B) onun için küçük, büyük her cüzütam ( Birlik ) , bulunduğu mevziden atılabilir. fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Yani çarpışan birliklerden bazıları yerlerinden sökülüp atılabilir GERİ ÇEKİLMEYE Mecbur kalabilir…Geri çekilmek mecburiyetinde miydik? Bir savaş yapmıyorduk ama Baş kumandanlarımız ( Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanı ) geri çekilmeyi uygun gördüler. Haydi buna korkaklık diyelim şimdilik.
Sonra?
‘’Geri çekilen birlikler durabildikleri ilk noktada durur ve düşmana karşı mukavemete devam eder’’ diyor Atatürk. Bunu yaptık mı?
Birlikler geri çekildi ve durabildikleri ilk nokta olan Suriye Eşmesine çekilip Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu alandan daha büyük bir alanı( Bin metre kare daha fazla) ‘’Sınırlarımız dışındaki yeni vatanımız burasıdır’’ diyerek çevirip oraya bayrağımızı dikti mi? Dikti: Türbenin yapımı başladı mı? Başladı.
Ne demişti Atatürk en başta Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Yani ille de bir çizgiyi değil. Bir alanı koruyacağız. O alan da bütün vatandır.
Süleyman Şah Türbesinin alanı kadar bir alana sahip miyiz Türkiye sınırları dışında?
Eğer orada bizim bayrağımız dalgalanıyor, bizim askerimiz tanklarıyla nöbet tutuyorsa evet biz o satha sahibiz sınırlarımız dışında. Ama her hangi bir yerin fotoğrafı çekilip bize de ‘’ İşte burası Eşme…İşte de Türk bayrağı burada dalgalanıyor…Türbe de yakında buraya nakledilecek’’ deniliyorsa o zaman yapılan şey ihanetten de ötedir.
Ancak bazı vatandaşların bir taraftan ‘’Ordumuz itibarsızlaştırılıyor’’ derken öte taraftan ‘’ İşid Türk ordusunun ağzına sı..tı. Süleyman Şah Karakolunu korumak üzere gönderilen ordu İşid karşısında perişan olduktan ve bir sürü asker öldükten sonra YPG sayesinde g.tlerini kurtarıp alelacele oradaki sandukaları ve bayrağı alıp kaçtılar. Tüm olup biten budur’’ Demeleri Türk ordusuna nasıl bir itibar kazandırmaktır onu da okuyucuların takdirine bırakıyorum.
Son olarak…
Daha önceki yazımda Atatürk bile sınırlarımız içinde olmakla birlikte aslen asla bizim olmayıp sadece şeklen bizim olan toprakların terk edilmesinden, asli sahiplerine bırakılmasından bahsederken, sınırlarımız dışındaki bir toprak için kan dökmek, can vermek, savaşmanın mantığını anlayamıyorum’’ demiştim. O sözümden geri adım atmış değilim. Ancak sanırım yanlış değerlendirilmiş olacak ki ‘’O halde hiç bir zaman bizim olmayan Güneydoğu’yu da Kürtlere teslim edebiliriz gibi bir anlam çıkıyor galiba. Acı ama gerçek !’’ diye bir yorum gelmiş.
Demek oluyor ki bir toprağın hem aslen hem de şeklen bizim olması kavramı üzerinde durmak lazım.
Yaklaşık her ülkenin yabancı ülkelerin topraklarında elçilik binaları vardır ve o elçilik binasının bulunduğu alan o ülkenin toprağı kabul edilir. Ancak aynı ülkenin bir başka yerinde bayrağınızı dalgalandıramaz, burası bana aittir diye farz edelim orada bir hükümet konağı, bir belediye binası, hatta izin almadan okul bile açamazsınız. Yani elçilik binasının olduğu alan şeklen sizindir aslen değil.
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu topraklarında ise saydığım bu şeylerin hepsini yapma hakkına sahipsiniz. Bu hakkınız var olduğu müddetçe o topraklar aslen de şeklen de sizin topraklarınızdır. İşte bu topraklardır vatan olan ve işte bu topraklar içindir ‘’Vatan sevgisi imandandır’’ Hadisi. İşte bu topraklar içindir Hz. Ali’nin ‘’ Her şeyi affediniz ama vatanınıza ihanet edeni asla’’ sözü.
Uzun sözün kıssası
Mesele Osmanlı’nın atasının türbesinin nakli meselesi midir? O türbe daha önce de iki kez nakledilmiştir.
Mesele bir vatan toprağının terk edilmesi meselesi midir? O vatan toprağı iki kez yer değiştirmiştir daha önce. Bu da üçüncüsüdür.
Mesele sırırlarımız dışında sahip olduğumuz tek vatan toprağı meselesi midir? Eğer bizleri kandıran, yanıltan yoksa sınırlarımız dışında, aynı ülke sınırlarında yine bir vatan toprağımız var ve bayrağımız orada dalgalanıyor.
Mesele bir vatan toprağını savaşmadan terk etmek midir? O zaman Misak-ı Milliyi bir kez daha okumak, sonra da en azından Musul ve Kerkük’ün şu anda hangi ülkenin sınırları içinde olduğuna bakmak lazım. Öyle ‘’ Asarım ulan, keserim ulan, kanımın son damlasına kadar savaşırım ulan’’la olmuyor bu işler. Zamanın şartları denilen durumlar işin içinde... Mecbur kalırsın terk edersin. Başka çaren yoktur, için kan ağlaya ağlaya terk edersin.
Mesele Türk ordusunun YPG ile işbirliği yapması meselesi midir? İşte o konu sıkıntılı bence. Eğer gerçekten de böyle bir işbirliği varsa kötü olmuştur. çok kötü olmuştur ama –tabii ki kesin bir şey diyemeyeceğime rağmen- YPG nin , Türk ordusunun Kobani’ye bu kadar yaklaşmasından hiç de hoşlanacağını ve buna destek vereceğini sanmıyorum zira Eşme neredeyse Kobani’nin burnunun dibindedir. Kobani gibi onlar için bu kadar kutsal olan bir şehre Türk ordusunun bu kadar çok yanaşmasını hoş karşılayacaklarını zannetmiyorum. Yine de yapılan açıklamalar YPG ile bir işbirliğ olduğu tezini daha da doğruluyor gibi. Bu durumda bence operasyonda eleştirilecek bir husus varsa budur. Ki bu durumda bile askerimizin herhangi bir zayiat vermeden operasyonu gerçekleştirmesi için ‘’ Denize düştük, yılana sarıldık ‘’ demek mümkündür bir yerde.
Peki bu durumda mesele nedir?
Şu mu denmek isteniyor: Madem bir başka ülkenin sınırlarından içeri asker soktuk o halde o asker orada kalsaydı ve ebedi billah o türbeyi korusaydı, gerekirse ölseydi, öldürseydi ama oradan ayrılmasaydı’’ Sadece ‘’ Neden?’’ diye sorarım böyle bir yoruma. Defalarca yeri değiştirilmiş bir türbenin bir kez daha yerinin değiştirilmesinde ne mahsur vardır? Diye de sorarım.
Yok mesele ‘’ Oradan resmen kaçtık. Artık o topraklarda bizim bir karış topağımız yok, bayrağımız filan da dalgalanmıyor’’ meselesi ise ‘’ Yukarıdaki resim yalan mı?’’ diye sorarım ve bana yalan olduğunu ispat edenin elini ayağını öperek özür dilerim.
Mesele bu operasyonun kazanılan bir savaş, muazzam bir zafer gibi sunulması meselesinden duyulan rahatsızlık ise işte o zaman ‘’ Haklısınız. Bu öyle düşman topraklarına girip, o toprakları hallaç pamuğu gibi atarak elde edilmiş bir zafer değildir. Bu şekilde sunulması da yanlıştır ‘’ derim. Evet bu operasyon bir zafer değildir. Bir zafer olmadığı gibi bir hezimet hiç değildir. Askeri tatbikat gibi bir şeydir.
Yalnız…Tüm vatandaşlar gibi bir subayımızın kafasını tankın kapağına çarparak şehit olduğu haberi işin doğrusu benim de midemi bulandırmakta ve karnıma yumrukların saplanmasına sebep olmaktadır.
Ha bir de ‘’ O zaman sonuç olarak askerimizin burnunun kanama ihtimali olan her alandan ivedilikle çekilmeliyiz öylemi vardığınız sonuç bumu? Bu korkak ve basiretsizce bir kaçıştır.bugun sınırların dışındaki toprak yarın guneydoğu ve doğu anadolu.bu algının sonucunu hep birlikte goreceğiz .simdi eminim askerimize bir sey olsaydi filan diyeceksiniz. 2 bomba sallariz diyen hakan fidanlarimiz var. Yani askeri düşünen yok saygılarımla’’ diyen arkadaşım var.
Hangi topraklardan bir askerimizin bile burnunun kanaması durumunda o topraklardan çekilmemiz gerektiğini ben değil Atatürk bizzat açıklamış. O bakımdan o kısma girmeyeceğim. Ama Hakan Fidan konusunda bir cümle sarf edebilirim. Hakan Fidan’ın bomba sallamasına gerek kalmadı ki. Suriye tarafından az mı bomba düştü bu topraklara. Hatta Hatay-Reyhanlıda patlayan bomba neydi? Ama yine de bir savaş çıkmadı. İstenseydi çıkar mıydı? Bir yanda Obama, öte yanda Putin varken zor biraz.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Resimler:
1- Caber kalesi- 1930 lu yıllardaki durumu.
2-Süleyman Şah Türbesi: 1939daki durumu
3- Suriye Eşmesine dikilen ( Süleyman Şah Türbesindeki gönderinden indirilmeden ) Türk Bayrağı ve onu selamlayan Mehmetçik ( İnşallah yalan değildir bu fotoğraf)
4- Suriye Eşmesindeki yeni –Sınırlarımız dışındaki- vatan toprağını bekleyen Türk askeri
5-Süleyman Şah Türbesinin çeşitli tarihlerdeki nakli ile ilgili harita.
YORUMLAR
Ben sizin yöntemsizliğinize dair eleştiriler getirdim.
Bir de Atatürkçülük ve devrimi ele alış tarzınıza.. bilgiyi kullanma ve yönetme tarzınız, okunurluğunuz konusunda sizin bana söyledikleriniz gibi bir şey söylemedim.
Öyle olduğuna eminim.
Söylemem de.. çok okunuyorsunuz, insanları bir şekilde etkiliyorsunuz.
Yanlış ve yöntemsiz etkileyiciliğinize eleştiriler getiriyorum.
Kontrolsuz.. çok makro ve bölüm bütün sapmasına dahi bakmadan yazıyorsunuz...
Ben mi, serbest entelektüelim... İktisat, tarih ve felsefe biliyorum.
Bilmek biliyorum, ama yazmak ve ifade sorunum olduğu söyleniyor.
Evvelki söylediklerim de ısrar ediyorum...
Çok bilince yok bilen oluyorsunuz.. anlam-kavram ve anlatım sorunsalıyla dizgelidir..
Aşırı tedbirli, disiplinel-kuralcılıkla ve epistemiyolojik-teorik kavramsal bütünselliğe çok riayetle yazıyorum.
Siz ise genel şablona ve saplamalara dahi dikkate temeden, çok öznel ideolojik ya da bir şekilde ait olduğunuzu var saydığım etnitit, mezhepist veya cemaatsal-emik konumlanma ile bakarak yazıyorsunuz.
Emik-etik, öznel-nesnel temelli bir sınıfi-ulusçu ve ekonomist-dinastik bakış farkıyla olması kuvvetle muhtemeldir.
Toplumbilim aşamalandırmadaki farklarımızladır da...
Niye Atatürk, hem "avdeti" ve "İngiliz-amerikancı " veya "mandacı" olup ta, bu kadar onlara aykırı söylem- eylemler ve devrimler gerçekleştirsin!?
Hiç risk almazdı olur biterdi.. reserv devlet, kripto İngilizcilik, Chester project, mandacılık gibi şeylere, teorik nedensel dahi olsun hiç gerek duymazdı?
Öyle...
Umarım anlaşılarak, anlatabiliyorumdur?!
O küçük kutuda çok klavye kekmelelikler yapıyorum, yazım yanlışıdır.
Burada düzeltme imkanı olduğu için, yeniden yazmış oldum.
Bundan böyle ve bu gerekçeyle yine buradan cevap vereceğim...
Esenlik ve saygıyla..
Göktürkmen tarafından 2/27/2015 11:23:17 AM zamanında düzenlenmiştir.
Göktürkmen
Mandacılık ve Amerikancılık ve Anglo-sakson Batı üzerine ilginç anlatımlar.
Konuşan Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu
Yazının her cümlesinde karşımıza çıkan "'Aydın sorumluluğu'nun", "'Aydın namusu'ndan" kaynaklandığını görmemek ve anlamazlıktan gelmek için, önyargılarla hareket etmek lazım... Belgelenen durumlara getirilen yorum cümlelerinde bile ihtiyatlı olunması, yazıdan murat edilenin çatışma değil, uzlaşma; yargılama değil, sorgulama olduğu pek aşikar... Popüler bir tarihçimizin, bizde eksikliğini esefle dil getirdiği ve ortaya çıkmasını dilediği 'tarafsız tarihçilik' konseptini yetkinlikle örnekleyen bir emek ürünü...
Fakat hocam, zaman 'imaj zamanı'... Kayserili becerikliliğini(! )göstermek iş yapar deniyorsa, siz de allayıp pullayabilirsiniz mesela; artık bu model 'skeç esprisi' olarak kaldıysa da...
Yani hocam, herkesi okuyor, öyle yorum yazıyoruz naçizane...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Şu allama pullama işi fena fikir değil sanırım )))))))))))
Söylenecek, konuşulacak çok şey var da neyse.
Siz beni anlarsınız mutlaka.
Selam ve sevgilerimle.
Yazıyı ve altındaki yorumları tek tek okudum.
Sayın Göktürkmen ile girilen polemiği anlamsız bulduğumu söylemeliyim.
Neden mi?
Sayın Sami Biberioğulları Hocamın bir tarih öğretmeni olarak anlatımını ne kadar güzel anlayabildimse, Sayın Göktürkmen'in yazdığı -adlandıramadığım Türkçesiyle yazdığı- yorumları da o nispette anlayamadım.
Kullanmakta olduğu söz dizimi, o kadar zorlama bir söz dizimi ki; zihnim rekâkete uğradı.
Neyse;
Ben tarihçi veya tarih öğretmeni değilim. Sadece, sade bir sınıf öğretmeniyim. Yıllarca küçük çocuklarla uğraşmanın verdiği sabileşmişliğime verin.
Muhabbetle.
muhacir bozkurt tarafından 2/26/2015 5:34:24 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Ben biraz daha büyük çocuklarla uğraştığım için nispeten biraz daha fazla anlayabiliyorum sanırım.)
Selam ve sevgilerimle.
İdeolog tarihçilik ya da "resmi" tarihçilik...
Sinan Meydan ve Trt eski Gn. Müdürü rahmetli Turgut Özakman..
Bir de emperyalizmin "resmi" tarihçiliği var.
Buyurduğunuz gibi Mustafa Armağan, Ayşe Hür, Cemil Koçak, Atilla Yayla gibi..
Ben bunlar gibi tarihçilik kastetmedim.
Divitçioğlu, Küçük, Mumcu, Avcıoğlu gibi... İlk aklıma gelenler, bunlar...
Ben direk ve nesnel Türkler ve Türk tarihini görmek istiyorum.
Bütünsel görmek istiyorum ama, sadece dini ve dinastik tarih olarak değil..
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 2/27/2015 8:30:25 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Ben Bir İ. Hakkı Uzunçarşılı ya da Hammer olamam elbette...
Beni gözünüzde o kadar büyütmeyin. Ban basit bir Tarih Öğretmeniyim ve ille de bana bir kategori bulunacaksa ben söyleyeyim ve itiraf edeyim: Ben bir internet tarihçisiyim.
Yani bir şeyler yazıyorsam öyle gidip arşiv taraması, kütüphane kütüphane gezme filan yapmıyorum.
Ama...Size göre benim en yakından takip etmiş olabileceğim mesela Kadir Mısıroğluna, Mustafa Müftüoğluna dönüp bakmıyorum bile. Musfata Armağan? Nadiren...Sinan Meydan ( Mustafa armağandan daha fazla olmakla birlikte o da nadiren) Yani yazdıklarına ideolojilerini karıştıranlara öyle pek pas vermiyorum.
Esenlikler...Saygılar.
Göktürkmen
Bir de Atatürkçülük ve devrimi ele alış tarzınıza.. bilgiyi kullanma ve yönetme tarzınız, okunurluğunuz konusunda sizin bana söyledikleriniz gibi bir şey söylemedim.
Söylememe de.. çok okunuyorsunuz, insanları etkiliyorsunuz.
yanlış ve yöntemsiz etkileyiciliğine eleştirler getiriyorum.
Ben entelektüelim. İktisat, tarih ve felsefe biliyorum.
Çok kuralcı ve epistemiyolojik teoirik bütünsel yazıyorum.
Siz genel şablona ve saplamalar ideolojik ya da ait olduğunu etnitit, meshepist veya cemaatsal bakarak yazıyorsunuz.
Niye Atatürk dönme ve İngiliz-amerikancı olup ta bu kadar onlara aykırı eylemeler ve devrimler gerçekleştirsin?
Hiç riske almazdı olur biterdi.. reserv devlet, gizli İngilizcilik, Chester projeckt, mandaclıkı gibi şeylere neden gerek duysundu ki?
Öyle... Umarım anlaşılarak, anlatabiliyorumdur?!
Değerli Sami Biberoğulları,
Benim, sizin son derece kişisel ve öznel suçlamalarınızla polemiğe girmeyecek bir yapım var,
Tüm eleştirilerim, Tarih yazmanıza da değil, yöntemsizliğinize...
Yöntemsiz, yasasız.. bilim yazmak ve de bir kökbilim olan tarih yazımı olur mu Sami bey, yapmayın lütfen..
Birtengri aşkına?!
Beni engellemeniz ise yazdıklarınıza yakışmazdı.
Niye yazıyoruz?
Okunsun.. katkılarla, eleştirilerle, polemiklerle konuşulsun ve düşünsel sağlaması yapılsın diye...
Yazanın engeciliği, engelcinin de yazması iştigal-i abestir.
Benim okunurluğum veya okunup anlaşılamazlığım bir ölçü müdür, evet haklısınız bir ölçüdür.
Ama nesnel bir ölçü değidir; sadece ölçüsellikle özneldir.
'Türkçe'm konusuna gelince.. bütün Türkçe türleriyle yazmayı deniyorum.
Kurum Türkçe, Argonal Türkçe, cumhuri Türkçe, Osmani Türkçe ve yöre ağızsal Türkçe.. akademik yoğun olanıyla da en son kaleme alınıyor ve saire..
Bir de kavramlarla konuşup, yazıp ve tartışıyorum.
Bütünsel bilgi eksikliğimi, bölümlerden gelen farksallıkla kapatmayı, aklımdan geçirip-düşünmeyi dahi denemiyorıum.
Beni okuyanlar anlamıyorsa bu benim suçum değil, çok kavram, kelime, yöntem ve birikimler suçudur.
Suçumu severek kabul etmiş oluyorum.
Sonra, çok Atatürk bahsiniz.. bence yok Atatürk bahsidir.
Siz böyle bir Atatürkçüsünüz..
Onun devrimlerine, eserine sahip çıkılmayan Atatürkçülük gibi...
Bildiklerimi yazıyorum, okursanız eğer; anlamadığınızı sözcüksel, kavramsal ya da semantik olabilir; sorarsınız ayrıntılı vakit ayırabilirim.
Zevk ve şeref duyarım...
Bilgi birikimi ve bilnç hiyerarşiğinden başka statüye de inanmıyorum.
Bildiklerimi ise yazmaya başladım, hep yazıyorum ki zaten diyebiliyorum..
Bu konuya yönelikte yazmaya başladım ve uzun sürecek... okumanızı ve katkılarınızı beklerim efendim.
Esenlikle, hocam...
Göktürkmen tarafından 2/26/2015 1:18:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Sizi asla engellemem. Bu ifadeyi sadece ve sadece ''Eğer ben sizin düşündüğünüz gibi bir Atatürk düşmanı olsaydım'' cümlesiyle birlikte kullandım dikkat ederseniz. Öyle biri olsaydım engellerdim. Hatta yazılarımı da yoruma kapatırdım. Ama değilim. Bu konuda kişilerin ne düşündükleri de kusura bakmayın ama umurumda olmaz çünkü ben kendimi biliyorum.
Yazmayı düşündüğünüz yazıyı seve seve okurum ama samimi söyleyeyim ben anlamadığım şiirlere bazen '' Aman ne güzel olmuş, maşallah maşallah'' derim özellikle genç arkadaşları teşvik etmek için lakin yazılarda bunu yapmam. Anlamamışsam bir yorumum da olmaz.
Selam ve esenliklerle
Bakın neredeyse bir saattir size yazıyorum.
İlk nakil ile ilgili olgulara bakış:
Olay 1939 yılındadır.
İkinci paylaşım savaşı ve Hitler Almanya'sı tedirginliğiyledir.
Atatürk Hakk'a yürümüştür ve artık yoktur.
Atatürk'ün bağımsızlıkçı-devrimci cumhuriyetinden, İnönü'nün batıcı karşı devrimci cumhuriyetine geçilmeye başlanmıştır..
İnönü cumhuriyetinin zinni yapısını, Erzurum ve Sivas'ta mandacı karakterli duruş ve oluşuyla anımsıyoruz...
Ayrıca devrimi "çağdaş uygarlık" nesnel-bilimsellik hedefinden, Batı medeniyeti modist-çağdaşlığının öznel hedefine çevirmesiyle hatırlıyoruz.
Atatürk ölmeden Ankara hipodrumunda taraftarlarıyla onu yuhalattığını ve "emperyalizm benim ve ait olduğum kripto kimliğimin arkasında paşa !".. ona göre diyerek gözdağı verdiğini biliyoruz.
Atatürk'ün çok üzüldüğünü, tedirgin olduğunu, bazı tedbirlere yöneldiğini de biliyoruz.
Atatürk'ü her şeyden, başta paralar olmak üzere tüm hatıralarıyla kazımaya başladığını biliyoruz.
Atatürkçülüğün gardrop, devrimin de karşı devrim liboş-solculuğuna evrilmesiyledir.
Kabukta kemalizm, özde de kimliksiz gayri milli "devrimci" tatlı su sosyalitenin solculuğu vardır...
Burada kalmadığını biliyoruz.
1923 Türk aydınlanma devriminden, Türk kimliğinden ve bağımsız politikalardan da Anglo-Sakson Batı lehine İnönü zamanında sarf-ı nazar edilmiştir.
İlk İmam Hatip Lisesi ve Enstitüsü açan da İnönü'dür.
Eğitimi Amerikalılara ve sömürge tipine ardına kadar açan da yine odur.
Batı kampına kapağı atma yolu, keza onunla açılır.
Bayar-Menderes III. Cumhuriyeti ile devrimden sapma ve sömürgeleşmenin ilk perdesinin doğruğuna varılır.
Sami Biberoğlu hoca, nedir bunlar böyle; yazıktır.. tarih eğitimi almışsınız, eğitimcisiniz: ne diyeyim bu yazdıklarınıza " el insaf'ül merhamet" sadece...
Esenlik...
Göktürkmen tarafından 2/26/2015 12:36:57 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Şu kadar şeyi ben mi söylemişim ya da iddia etmişim?
Haydi hepsi neyse de
''Atatürkçülüğün gardrop, devrimin de karşı devrim liboş-solculuğuna evrilmesiyledir.''
Cümlesi bana mı ait? ''Evrilme'' kelimesini kullanan bu elleri kırarım ben yahu))))))))))))) Hayatım boyunca kullanmadığım ya da ancak bir şeylerle dalga geçmek için kullandığım bu kelimeyi ciddi bir yazının içinde ben kullanmışım ha? Kendime mutlaka ceza vermem lazım))))))))))))
Üstadım bir yanlışınız var. Tek tek hangisi olduğunu yazmayacağım ama o saydıklarınızın pek çoğu bana ait değil.
Göktürkmen
Neden peki ellerinizi kıracak kadar "devrim" ve "evrim" lafından bu kadar rahatsızlık?!
Beraberce ve bir paranın iki yüzü gibidirler. devrim varsa ya aşamasal refomize oluşlar süreci, ya da hızlandırılmış ve çok güçlü bir değiştirimci toplumsal eylem öznesi vardır.
Size demiyorum yani o alıntı yerdeki allatımınımda..
Durum tespiti devrim şartlarından karşım devrim evrilimine girişi anlatıyorum.
Esenlik...
sayın Sami Biberoğulları, siz niçin bu kadar Türk, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti ve genel anlamıyla 1923 M.D.D.ine düşmanısınız ?
Neden bu kadar herşeyi -bağımsız tarihsel olgu- halinden, bin bir hile ve desise ile ait olduğunuz etnik, dinsel ya da cemaatsal kapalı-kripto gurup yararına kurgulayarak eviriyorusunuz ?
Bu türlü konumlanma ve durumunuz; bilimsel ilkelere, tarihçiliğiniz ve eğitimciliğinize yakışıyor mu ?
Osmanlı'nın "Enderun-pencik" ya da Selçukilerin "Gulam-kölemen" tarihçiliği gibi niteleyebileceğim, "kıssa-tevatür" tarihçiliği ile nereye varmaya çalışıyorsunuz ?
Okurlarınızın zihnini bu denli falsifiye ederek ve bulandırmakla elinize ne geçiyor !?
Son kez kurdukları Türkiye Cumhuriyeti devletinin merkezinde olmalarına dahi tahammül edilemeyen Türklerin, 'Yeni Osmanlı' da merkezde kalabileceklerine veya bunun olabileceğini filan inanarak yazıyorsanız eğer, pehlivan tefrikalarınızı.. bu durumda hiç ya da daha anlaşılmaz oluyorsunuz.
Ölü sevici "kurgucu" tarihçilikle nereye varabiliyorsunuz veya varabiliyoruz !?
İbn-i Halduniyan, Marksiyan, Hegelyan ne bileyim; tüm ekol-yöntem tarihsel isimler anlamdaki tarihçiliklerde işleyen doğma, büyüme, gelişme ve sönümlenme dizgesinden bile, neden bu kadar haz etmiyorsunuz?
Hobbes ya da Hobsbawm'ı gibileri ise, hiç ağzıma almıyorum.
Esenlik...
Göktürkmen tarafından 2/26/2015 1:55:14 PM zamanında düzenlenmiştir.
Göktürkmen
İkinci paylaşım savaşı ve Hitler Almanya'sı tedirginliğiyledir.
Atatürk Hakkk'a yürümüştür ve yoktur.
Atatürk'ün devrimci cumhuriyetinden, İnönü'nün karşı devrimci cumhuriyetine geçilmeye başlanmıştır..
İnönü cumhuriyetinin zinni yazpısını, Erzurum ve Sivas'ta mandacı karakterli duruş ve oluşuyla anımsıyoruz, ayrıca devrimi "çağdaş uygarlık" nesne bilimsellik hedefinden Batı medeniyeti modist-çağdaşlığı öznel hedefine çevirmesiyle hatırlıyoruz.
Atatürk ölmeden Ankara hipodrumunda taraftarlarıyla Atatürk'ü yuhalattığını ve "emperyalizm benim ve ait olduğum kripto kimliğimin arksanda paşa", ona göre diyerek gözdağı verdiğini biliyoruz.
Atatürk'ün çok üzüldüğünü, tedirgin olduğunu,i bazı tedbirlere yöneldiğini debiliyoruz.
Atatürk'ü her şeyden, başta paralar olmak üzere tüm hatırlarıyla kazıdığını biliyoruz.
Ataürkçülüğün gardrop, devrimin de karşı devrim liboş-solculuğuna evrilmesiyledir.
Kabukta Kemalizm, özde de kimliksiz gayri milli "devrimci" tatlı su sosyalite sol vardır...
Burada kalmadığın biliyoruz.
1923 Türk aydınlanma devriminden, Türk kimliğinden ve bağımsız politikalardan da Anglo-Sakson Batı lehine sarf-ı nazar edilmiştir.
İlk İ.H.L. açan İnönüdür.
Eğitimi Amerikalılara ve sömüürge tipine açan da odur.
Batı kampına kapağı atma yolu, keza onunla açılır.
Bayar-Menderes III. cumhuriyeti ile devrimden sapma ve sömürgeleşmenin ilk perdesinin doğruğuna varılır.
Sami hoca,nedir bunlar böyle; yazıktır, tarih eğitimi almışsınız, eğitimcisiniz: ne diyeyim bu yazdıklarınıza " el insaf'ül merhamet" sadece...
Esenlik...
sami biberoğulları
Buradan başlayalım...
Atatürk düşmanı olan bir insanın sayfasında ''Atatürk Kimdir'' Başlığı altında ve içinde tek bir satırı bile Atatürk'ün aleyhinde olmayan şöyle bir yazı olur muydu: http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=87255 ( Yazılarımı takip ediyorsunuz ama sanırım bu gözünüzden kaçmış)
Eğer ben gerçekten de -diğer söylediklerinizi, benim tarihçiliğim hususunda daha önce de yaptığınız tüm eleştirileri bir tarafa bırakarak- Atatürk düşmanı olsaydım sizi çoktan engellemem, yazılarıma yorum yapmanızın önüne geçmem gerekirdi ama gördüğünüz gibi hâla yazıyorsunuz ve ben hâla size cevap veriyorum.
Ben tarihçi değilim. Tarih öğretmeniyim. Tarih öğretmeni ile tarihçi arasındaki farkı mutlaka bilirsiniz. Zaman zaman kendimden bahsederken tarihçi desem de bu öğrencilerin bize Tarih Öğretmeni yerine kısaca tarihçi demesinden kaynaklanır. Evet defalarca taş attığınız, eleştirdiğiniz, yerden yere vurduğunuz o sıfata haiz değilim zaten. Yani ben ne bir Mustafa Armağan'ım, Ne de Sinan Meydan...
Yazdıklarım size pehlivan tefrikası gibi gelebilir, gulam-köle tarihçiliği gelebilir-milletin beynini bulandıran tevatür tarihçiliği gelir vs. vs. Tüm bunları söyleyebilmek için öncelikle söyleyenin kendisinin bu saydığınız sıfatlardan arınmış bir tarihçi olması gerekir. Siz de sanırım böyle bir tarihçisiniz. Bu durumda oturur işin doğrusunu yazarsınız. Dersiniz ki ey Biberoğulları ( Ha bu arada...Soyadım Biberoğlu değildir...Biberoğullarıdır.) Evet...Ey Biberoğulları o işin aslı öyle değildir. Bak ben yazdım. Oku da öğren, bilgi sahibi ol.
Oysa sizin yazılarınıza da baktım. Çoğunluğunu bir Allah'ın kulu bile okumamış. Neden? Çünkü Osmanlıcayı dil devrimine aykırı bulan siz ( Ki haklısınız bu konuda) maalesef öz Türkçe yazmıyorsunuz. Kimse bir şey anlamıyor yazdıklarınızdan.
O bakımdan derim ki buyurun siz yazın. Hatta benim yazdıklarım '' Yahu bunun neresini düzelteyim'' kabilinden olduğuna göre, benim yazdıklarımı düzeltmek yerine tamamen özgün bir şeyler yazın, benim gibi tevatür tarihçilerine, pehlivan tefrikacılarına yol gösterin. Bir büyüklük yapın da sizden ve engin bilgilerinizden yararlanalım. Eleştirmek kolay, bir takım ithamlar isnat etmek de kolay. Buyurun bana ve benim gibi tarihçilere (!) ışık olun. Öğtermen olun. Aydınlatın bizi. Ama öz Türkçe konuşun bizimle ki anlayalım sizi.
Selam ve saygılar.
Anayasa değişikliği, getirilen konuyla ilişik kanunların verileri dışında ; böyle düşünüldüğü için böyle yapılmıştır, şöyle düşünüldüğü için bu şekilde gibi ifadeleri objektif tutum açısından yanlış görüyorum. Atamızın yanında mıydınız da o şekilde karar vermiş olabileceği düşüncesini tasavvur edebiliyorsunuz hocam ? Kurtuluş savaşı yılları, dört yanı düşman orduları tarafından saldırıya uğramış, yeni kurulan bir devlet, milli iradesiyle gücünü yeni toplayan batılının deyimiyle " hasta adam " yataktan kaldırılmış iyileştirilmiştir. Dönemin, idari, siyasi, iktisadi, ekonomik, sosyal, kültürel şartlarının göz ardı edilerek son derece öznel bir yaklaşımda bulunulduğunu düşünüyorum. Tarih, öznel yorumlamakla yeniden yazılamaz.Nispeten katıldığım yerlerde yok değil. saygılarımla.
Şükran AY tarafından 2/26/2015 10:50:03 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Eğer konuya '' Atamızın yanında mıydınız da onun o şekilde düşündüğüne karar veriyorsunuz ?'' şeklinde yaklaşırsak hatanın en büyüğünü yapmış oluruz. Neden mi?
İşte o zaman Atatürk'ün diğer yaptıklarını, mücadelesini, yapılan koskoca bir Kurtuluş Savaşını atlar, Sivas Kongresinde çakılır kalırız. Neden çakılırız biliyor musunuz?
Vatandaşın biri getiri bir belge ve der ki '' Bakın Atatürk bu belhe ile Amerikadan resmen Amerikan mandasına ( himayesine) girmeyi talep etmiş.''
Böyle bir belge var mı ? Var.
Şimdi...Atatürk'ün yanında olmadığımıza göre '' Atatürk manda isteyenlerei bir müddet oyalamak, Amerikanın da bu mandayı zayen istemediğini bildiği için böyle bir belgenin altına imza atmaktan çekinmemiştir'' diyebilir miyiz? Size göre diyemeyiz çünkü Atatürk'ün yanında değildik ve onun ne düşündüğünü bilmiyorduk.
Bu belgeyi sizin önünüze koysam. Siz de Atatürk'ün yanında olmadığınıza ve onun ne düşündüğünü bilmediğinize göre bu belge hakkında bana ne derdiniz? ( Ha belge kesinlikle sahte değil )
Selam ve sevgilerimle.
Göktürkmen
Rawlinson olayı ve benzer tutsaklık almalar ve Malta sürgünleri var,
Meclis-i Mebusan'ın dağıtılması ve. General Harbord'un Sivas'a kadar gelip, Atatürk'le konu üzerinde anlaşamaması var.
İnönü, İTC'nin Çerkes klanı ve Adıvarlar ile olumsuzlanan Willson'cu görüşü kabul öylleikle kabul etttirme ayak oyunlarıi var.
Bunlar ki, sonradan karşı devrimcilin ve İnönü-Bayar cumhuriyetlerinin intikamı şekilde rövanş alımına uğruyor.
Bu albay veya yarbay Rawlinson ve Malta sürgünleri işi, Ermeni tehciri ve sizin günlerce sayfa sayfa iftira ettiğiniz dinci Şeyh Sald-İskilipli Atıf ile Dersim'ci Seyit Rıza yalanlara kadar dayanıyor.
sami biberoğulları
Böyle bir belge var maalesef...Üzgünüm ama var.
Var olmasına var ama ben bu belgeye bakıyorum. Bu belgeye rağmen n daha sonra bu belgeye imza koyan beş kişinin ( Ki biri de Mustafa Kemaldir) Nasıl canla başla bir vatan müdafaasına giriştiklerine bakıyorum. Öyle baktığım için de belki yöntemsiz bir tarihçilik yapıyorum ama daha sağlam bir yargıya vararak ''Manda istekililerini bir müddet oyalama olarak yorumluyorum.
Size göre ise -sanırım ( emin olamam tabii ki ama öyle anlıyorum - Mustafa Kemal asla geri geri adım atacak bir insan değilidir. O halde böyle bir belge yoktur.
Bir de yorumunuzdan tam anlayamadığım bir husus var: Ben günlerce sayfa sayfa Şeyh Saide, İskilipli Atıf Efendiye, Dersim'ci Seyit Rızaya iftira atıp onlar hakkında yalan mı söylemişim? o kısmı gerçekten de anlayamadım. Yoksa Ermenilere mi iftira atmışım. Bir iftira var ama kime attığımı anlayamadım.
Göktürkmen
Atatürk Amerikan mandacısı ya da İngilizci miydi diyorsunuz?
Günaydın..
sami biberoğulları
Sizden ilk kez özür diliyorum:
Bana defalarca aynı soruyu sormuşsunuz ama o kadar çok mesajınız var ki ben bu soruyu atlamışım.
Bir başka mesajınızda bu soruya verdiğim cevabı buraya da aynen bir kere daha yazayım:
Soru:Atatürk Amerikan mandacısı ya da İngilizci miydi?
Cevap: Hayır.
Teşekkürler.
Konuyu gayet güzel açıklamışsınız.
Bu olayda en acı olan nedir biliyor musunuz?
Vatan, bayrak, millet sevgisi konusunda gerçekten samimi olduklarına can-ı gönülden inandığım bir siyasi hareketin başındaki zatın,
sevimsiz, terbiyesiz, ahlaksız beyanları.
Gerçekten çok üzüldüm dinleyince.
Rahmetli Türkeş'in kemikleri sızlamıştır mezarında diye düşünüyorum.
sami biberoğulları
Olayın siyaset konusuna fazla girmek istemiyorum. Aslında sadece tarihi açıdan ele almaya çalıştığım bu konu ister istemez siyasetin de konusu oldu ama daha fazla dalmak istemiyorum siyasete.
Selam ve sevgilerimle.
''Kör cehalet çirkefleştirir insanları!
Suskunluğum asaletimdendir…
Her lafa verecek bir cevabım var…
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye…''
Mevlana ya da Hayyam tam kesin değil üzerinde tartışılıyor ama her kim demişse tam da bu durumlar için söylenmiş.
Süleyman şah türbesi nakli olayı olduğundan beridir her kesimden sözler havada uçuşuyor. bazılarını okudukça dilim tutuluyor dimağım duruyor o konumdaki bir insan bu kadar cahilane sözler sarf edebilir mi diye ve o sözlerin altında cahillik değilde bağlı oldukları yerlerin borazanını çalma mecburiyeti var gibi algılıyorum ve bunun bu vatana ihanet olduğunu düşünüyorum. inşallah yanılıyorumdur.
açıklayıcı ve bazı konular üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi gereken bilgiler içeren her iki yazı içinde teşekkürler.
sevgi ve saygıyla selamlar...
sami biberoğulları
Önemli olan bu işte: İnsanları düşündürebilmek.
Düşünen insan araştırır, araştıran insan da gerçeğe ulaşır.
Bunda benim bir nebze katkım olabiliyorsa ne mutlu bana.
Selam ve sevgilerimle.
önemli olan kimin türbesi olduğu değil. Önemli olan Türkiye sınırları dışında Türk bayrağının dalgalanması. Malesef yanlış politikalarla bayrağımız oradan indirilmiştir diyeceksin ki bayrağımızı aynı ülkenin sınırları içinde başka yerde dikeceklser. Bu neye benziyor biliyormusun bir sınıf düşün bu sınıf da sessiz sakin hakkını savunamayan itilip kakılan bir çocuk var ve sınıftaki kabadayı çocuklar sürekli onu oturduğu yerden kaldırıp başka yere oturtuyorlar ve çocuk sürekli yer değiştiriyor ve sonunda seni bu sınıfta istemiyoruz deyip sınıftan atamak isteyecekler ve hakkını savunamayan bu çocuk yine sesini çıkaramayacak ve sınıftan sessiz sedasız çıkacak
Durum budur
Selamlar ve sevgiler
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.