ÇENGELKÖY’DEN BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ
ÇENGELKÖY’DEN BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ
Sevgili Çengelköy, 1959–60 Yıllarında Havuzbaşı’nda ki bahçemizde oturan tüm çocuklar, “Daha Dün Annemizin, Kollarında yaşarken, Çiçekli Bahçemizin Yollarında Koşarken” şarkısını bağıra çağıra ve pervasız söylerken. Kim derdi ki, bu şarkının değişik versiyonlarını 2010’lu yıllarda söyleyebileceğimizi.
Efendim, çocukluk arkadaşım ve sitemizin değerli yazarı Kayhan Çındemir geçenlerde iş görüşmeleri için, Beyrut’a gideceğini ve birkaç gün kalacağını söylemişti. Bizler de kendisine hayırlı yolculuklar dilemiştik. Geçtiğimiz Çarşamba evde oturmuş misafir bekliyordum. Misafirler gelecek diye, yemek yememiştim. Saat 16’ya doğru “hanım sen benim yemeğimi getiriver, herhalde gelen giden olmayacak” dedim. Yemeğimi yedikten sonra da içim geçti ve yatıp uyudum.
Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama bizim hanımın sesi ile uyandım. Eşim “Hüseyin kalk, bak Kayhan arıyor” dedi ve telefonu verdi. Ben “o hoş geldin denizcilerin kralı” derken, Kayhan “ bu ne oğlum, yine güzellik uykusuna mı yattın” dedi. Ben de “ yok yahu, şöyle bir uzanmıştım” diye cevap verdim. Kayhan Kıbrıs’tan ve İstanbul’dan bazı dostlarının geleceğini, benim de ona eşlik etmemi rica etti. Tabii ki kıramadım ve sevgili Erdal Göksu’nun ofisinde buluştuk.
Biraz oturup kahvelerimizi içerken, Kayhan’ın telefonu çaldı ve misafirlerden ikisi Çengelköy’e girmek üzere olduklarını söylediler. Bunun üzerine ikimiz eski “Yeni Sinema” şimdilerde ise gazete bayii olan Çengelköy’ün girişine doğru yöneldik. İki dakika sonra Kayhan “tamam geldiler” dedi ve elini onlara doğru salladı. Ben de o tarafa baktım, iri yarı ve orta yaşta bir erkek ve yanında da çıtı pıtı bir bayan vardı. Yanımıza geldiler ve Kayhan “çocukluk arkadaşım Hüseyin ve Kıbrıs’tan baş komiser Fırtına Sadrazam ve eşi Yeşim Sadrazam “ diye, bizleri tanıştırdı.
Ben “Fırtına… Fırtına mı? Komiserin ismi mi, lâkabı mı?” diye düşünürken, Çınaraltı’na doğru gitmeye başladık. Oturduk, kahvelerimizi içtik ve sohbete başladık. Efendim, meğerse “Baş Komiser Fırtına” Kıbrıs’ta çok ünlü ve çok başarılı bir polismiş, hatta ona Kıbrıs’ın “ Tan Tan”ı derlermiş. Fırtına da, onun gerçek adı imiş. Ben Kıbrıslıların Türkleri ve Türkiye’yi pek sevmezler diye bilirdim. Ancak Fırtına Sadrazam ve sevgili eşi Yeşim Sadrazam hanımefendiyi tanıdıktan ve onların Türk’leri, Türkiye’yi ne kadar çok sevdiklerini öğrendikten sonra, bu fikrim değişti.
Bu arada Kayhan’a ikinci bir telefon geldi, bu telefon yeni gelen iki misafirden geliyordu. Kalktık ve Çengelköy karakolunun önünde gelen misafirlerle buluştuk. Kayhan yine tanıştırma faslına geçti ve “çocukluk arkadaşım Hüseyin, Kıbrıs’tan Fırtına ve eşi Yeşim”, dedikten sonra , Ortaköy’de ki Yüksek Denizcilik Yüksek Okulunun hemen hemen son mezunlarından, “Kaptan Mukadder Sevinçhan ve Kaptan Işık Koşal “ beyler, diye bizleri tanıştırdı. Hep beraber İstanbul’u ve Boğaziçi köprüsünü bu açıdan daha güzel görmenin mümkün olmadığı, bir balık lokantasına girdik. Gerçekten misafirler, Çengelköy’ün manzarasına hayran olmuşları. Kaptanlar, “ belki önünden yüzlerce kez geçtik ama Çengelköy’ün bu kadar güzel bir manzaraya sahip olduğunu bilmiyorduk” dediler. Fırtına ve eşi Yeşim Hanım da aynı fikirdeydiler.
Sevgili Çengelköy, Kayhan Çındemir ve dolayısıyla ben, misafirlere “Çengelköy Misafirperverliği”nin ne demek olduğunu, fazla abartmamaya dikkat ederek, alçak gönüllülükle ve gözlerimizi birbirimizden ayırmamaya dikkat ederek anlatmaya çalışıyorduk. Kayhan şef’e sordu, “balık olarak ne tavsiye edersiniz”, şef cevap verdi, “bir bakayım söyleyeceğim efendim” dedi. Bu arada misafirler içki olarak, aslan sütü “Rakı”yı tercih etmişlerdi. Kayhan ve bendeniz ise, soğuksu ve soda ile yetindik. Çünkü biz o defteri çoktan kapamıştık.
Soğuk mezeler geldi, misafirler seçti, şef karidesi güveçte tereyağı ile kızarttıktan sonra getireceğini söyledi. Balıkları sorduğumuzda şef, “Tekir efendim” diye cevap verdi. Işık kaptan, “böyle yerlerde seçimi şef’e bırakmak çok doğru” diye teyit etti. Rakılar açıldı, dostlar yavaş yavaş kaynaşmaya başladılar. Kayhan’la göz göze geldik ve gülümsedik. Her şey iyi gidiyordu. Nasıl olmasın efendim, tecrübeli ve eski Süvari Kaptanlar bir derya… Kıbrıs’ın Tantan’ı başka bir derya, birbirinden ilginç ve enteresan, başlarından geçen olayları ardı sıra anlatıyorlar… Anlattıkça bir diğerinin aklına yeni bir konu geliyor ve soframız şenleniyordu.
İkinci kadehler tazelenirken, bir udi ortaya çıktı ve çalmaya başladı…”Engin de Yavaş Yavaş… Günün Minesi Soldu… Soldu”, resteurantta bulunan kalabalık âlemciler ve bizler, bu güzel şarkıya eşlik etmeye başlamıştık. Mukadder Kaptan “Denizciler Turizm ve Denizcilik. AŞ”nin Personel Müdürü, Işık Kaptan ise, bu firmaya çalışan “Ankara Gemisi”nin Süvarisi idi.
Sevgili Çengelköy, Süvari Işık Koşal Bey’in yönetiminde ki “ Ankara Gemisi” her cumartesi “Yunan Adalarına” seyir yapıyor. İstanbul’dan sonra, Çeşme, Curuse, Pire, Mikumos, Santonini, Girit, Rodos, Kos adalarına uğradıktan sonra, tekrar Çeşmeye dönüyormuş. Gezinin ücreti de o kadar pahalı değilmiş. Ve bu geminin güzergâhı ve kalkış saatleri, o kadar güzel ayarlanmış ki, aynı saat ve güzergâhta çalışan başka bir gemi yokmuş. Yolcular, bu konforlu geminin hizmetinden başka, uğradığı adalar da rahatça, acele etmeden, alışveriş yaparak, adaların keyfini çıkara biliyorlarmış.
Artık soframıza, nefis kızartılmış “Tekir Balık”ları gelmişti, hepimizin vardığı sonuç ise “Şef’e Güvenmemin Çok İyi Bir Seçim” olduğu yönündeydi. Bu arada bizler, konuklara Çengelköy hakkında bilgiler vermeye devam ediyorduk Bir ara Işık Kaptan, efendim sizlere “Benim Kartımı vereyim dedi ve Fırtına’ya uzattı. Fırtına, karta şöyle göz atıp, kartı cebine attı. Aynı hatayı bendeniz de yaptım, şöyle ir bakıp kartı cebime koyduğumda, Işık Kaptan “Yahu arkadaşlar, kartı okumadan cebinize attınız, oysa kartta ne yazıyor, lütfen bakar mısınız” dedi. Fırtına ve ben kartları cebimizden çıkarıp baktığımız da, gerçekten karta “Benim Kartım” yazıyordu. Bizler sazan olduğumuza kanaat getirirken, Işık Kaptan “ Eee ne yapalım, bu da bir denizci şakası” dedi.
Sevgili okur, bu yazımızı bir şiirimizin bir kısmıyla bitirirken, sağlıkla kalınız diyoruz...
ÇENGELKÖY KOKULU YÂRİM...
Sana bir avuç bulut saklıyorum, ey yâr,
Mavisin de hüzün, beyazın da göz yaşlarımla...
Eğer bir akşam sorarsan beni yıldızlara,
Yıldızlar söyleyecektir, ay’ı mesken tuttuğumu...
Sen bana beni verdin ama seni veremedin...
Sen bana aşkı verdin ama aşkını veremedin...
Nafile ağlama yavrum, ağlama siyah gözlüm,
Çengelköy kokulu yârim, bir içim suyum benim...
18 Ağustos 2014
Hüseyin Abdülkadir Tuna
T u n a c a n
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.